|
|
|
ES-SALAH |
|
|
|
|
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&GAZETE MANŞETLERİ
&&&&&&&&&&&&&&&&
&&&&&&&&&
|
|
|
|
|
|
|
|
FETVALARı |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Allah C.C. İman
3
Allah C.C. Sıfatları
5
Cennet - Cehennem
6
Mezhepler
6
Kur'an Ayetleri
8
Kur'anı Kerimin Meal Ve tefsiri
9
Kur'anı Kerim'in Nüzulü
11
Kur'anı Kerim'e Hürmet
12
Ku'anı Kerim'i okuma ve dinleme adabı
12
Ücretle Kur'anı Kerim okunur mu ?
14
Peygamberimiz (S.A.V) Hayatı
15
Peygamberimiz S.A.V Hadisleri - Sünetleri
17
Hz Peygamber (S.A.V.) Çocukları
20
Hz.Pygamberin (S.A.V) Yakınları
20
Cevap: Evet, yazalım. Bu mübarek validelerimizin isimleri, sıra ile şöyledir:
22
Abdest
24
Hangi sularla Abdest alınabilir?
26
Abdestin Bozulması
27
Gusül
30
333 - Soru: Gusül kaç kısımdır:
33
Cunüplü Yapılamayan Şeyler
34
Özür sahipleri ve ibadetleri
34
Uzvu eksik olanlaın ibadeti
35
Teyemmüm
36
Mest üzerine mesh
36
Vücut ve avret yerlerin temizliği
37
Necaset (Pislik) ve temizlği
38
Tuvalet ve Banyo adabı
40
Beş vakit Namaz
41
Namaza Niyet
43
İftitah Tekbiri
44
Kıbleye Yönelmek
44
Setri Avret
45
Tahiyat
47
Secde
48
Namazın Kılınışı
50
Namaza engel olan şeyler
53
Kıraat
55
Kıraatta yanılmalar
57
Namaz Sonundaki tesbihat
57
Tilavet Secdesi
58
Ezan Kaamet - Müezzinlik
59
Cemaatle namaz
61
HURMET:
Allah C.C. İman
1- Soru: İnsanlar, yaptıkları işleri Allah yazgısı ile mi yaparlar, yoksa irade-i cüz'iyeleri ile mi
işlerler?
Cevap: Cenab-ı Hak, kulunun yapacağı işi ve onu ne şekilde işleyeceğini biliyor. Bunun için, o işi,
kulun yapacağından dolayı takdir buyurmuştur. Kulun, iradesine dayalı işlerde, önce kendi cüz"i
iradesi, sonra Allah'ın iradesi sadır olur.
2- Soru: Allah'a, Peygamber'e, (neuzü billah) Sin ve Kaf ile küfreden kişiye selam verilir mi?
Cevap: Selam, Müslümana verilir. Bu alçaklığı yapan kimse Müslüman değildir ki selam verilmeye
layık olsun.
3- Soru: Kalbe gelen vesveseleri uzaklaştırmak için Allah'a sığınmak ve Ayete'l-Kürsi'yi okumak
fayda verir mi?
Cevap: Evet, fayda verir. Şeytanı kahredecek en güzel tedbirlerden biridir.
4- Soru: Allah'ın ve Peygamber Efendimiz'in ism-i şerifleri yatak odasında bulunsa bir mahzur var
mıdır?
Cevap: Bu mübarek isimlerin bulunduğu odada yatmanızda bir mahzur yoktur. Elbise
değiştireceğiniz zaman tesettüre dikkat göstermeniz ve bu mübarek isimlere karşı açık
bulunmamanız İslami terbiye icabıdır.
5- Soru: Hz.Allah, takdir ettiği kaderimizi bizim dualarımızla, isteğimizle ve uğraşmamızla
değiştirir mi, yoksa ne kadar uğraşsak takdir-i İlahi değişmez mi?
Cevap: Cenab-ı Hakk'ın takdiratı iki kısma ayrılmaktadır. "Kaza-i mübrem", "Kaza-i muallak".
Kaza-i mübrem, "Levh-i mahfuz"da tespit edilmiş bulunduğundan, burada tebdil olmaz. "Bizim
katımızdaki bir hüküm değiştirilmez"(1) mealindeki ayeti kerime bunun delilidir. Kaza-i muallak,
"Levh-i mahv-ü isbat"da tespit edilmiş olduğu için bunda değişme olabileceği İslam uleması
tarafından açıklanmıştır. "Allah dilediğini mahv, dilediği şey'i de isbat eder"(2) mealindeki ayet ile,
"Allah onların kötülüklerini iyiliklere tebdil ediverir"(3) manasındaki ayet-i kerimeler bu görüşün
delili olarak gösterilmektedir. (1-Sure-i Kaaf:29, 2-Sure-i Ra'd:39, 3- Sure-i Fürkan:70)
6- Soru: Efendim, ben İslamiyetten haberdar olan iyi bir ailede büyüdüm. Bunun için ne kadar
şükretsem azdır. İslami bilgilerden ve İslami şuurdan mahrum bırakılmadım. Şeriatin nasıl bir
nizam olduğunu ve biz gençlerin bu uğurda nasıl çalışmamız icap ettiğini, irtibat halinde
bulunduğum hoca ve talebe arkadaşlardan öğrendim. Halen devam etmekte bulunduğum lisede,
İslamiyetten habersiz veya körü körüne ona düşman olan arkadaşlarıma bildiklerimi aktarmaktayım.
Buraya kadar her şey güzel! Böyle bir nimet, 20. asırda herkese nasip olmuyor. Fakat son
zamanlarda -şeytan ve nefis müstesna- hiçbir baskı olmadığı halde, Allah'ın varlığı hususunda
şüpheye düşmeye başladım. Önceleri küçük (zayıf) olan bu şüphe, gitgide beni rahatsız etmeye
başladı. Mesela: Namaz içinde: 'Biz namaz kılıyoruz, ama ya Allah yoksa bu hareketimiz boşuna
değil mi?' veya oruç tutar iken 'Ya Allah yoksa' şeklinde adi bir düşünce bütün benliğimi sarıyor. O
derece ki, bundan kurtulmak ve sıyrılmak mümkün olmuyor. O derece ki, bundan kurtulmak ve
sıyrılmak mümkün olmuyor. Mahkulat hakkında tefekkür etmeyi denedim ve fakat muvaffak olup
bu şüpheyi tamamen giderebilsem -İnşaallah- İslamiyetin en iyi yaşayıcısı ve savunucularından bir
mücahit olacağım. Buna, kendi kendime, yüzlerce defa söz verdim. Ne olur bana yardım edin.
Cevap: Birçok dünya ilimlerinin doğuşunda şüphe ilk noktadır. Bu duygu, kuvvetlenerek zan haline
gelmiş, hududu tesbit edilmiş ve tarifi yapılmış ise "müsbet" olma vasfını kazanmıştır. Felsefe gibi
bu vasfı kazanamayanlar mazide ve hâlde çöküp gitmişlerdir. Fakat Halık'ımızın varlığı o kadar
açıktır ki, onun varlığında izahata bile ihtiyaç yoktur. Allah (cc) olmasa, aslı faslı, ismi ve cismi
olmayan alem ve Adem nasıl ve ne şekilde olacaktı? Çamurdaki bir iz, oraya basan ve oradan geçip
giden bir canlıya delalet etmeye yeterken, bu muazzam kainat ve içindeki varlıklar, Allah'ın
varlığına açık birer delil değil midir? Tahmin ederim ki, şüpheciliği esas alan felsefecilerin tesiri
altında kalmış veya yahut derslerinize giren hocaların bir kısmının kafalarınıza doldurduğu, felsefe
yoluyla gönlünüze aktardığı evham ve şüpheler sizi ve birçok bahtsız genci bu hale
sürüklemektedir. Siz aldığınız dini terbiyenin tesiri ile imanınızı korumak için nefs ve şeytanın
tohumlarını yeşertmesine karşı cihad vermektesiniz. Bu imkan ve iktidara malik olamayanlar,
küfrün ve inkarın içine düşmekte ve çok kere kendini kurtaramadan fani hayatını bitirmekte ve
yitirmektedir. Kalbinize bu şüphe gelince, "Euzü billahi mineşşeytanirracim"i okuyunuz. O devam
ettikçe siz de bu mübarek kılıçla nefsin boynunu vurmaya devam ediniz. Cenab-ı Hak, Kur'an-ı
Kerim'de; "Eğer şeytandan bir fit seni dürtecek olursa hemen Allah'a sığın. Çünkü O, hakkıyla
işitici, tam bilicidir"(4) buyurmaktadır. Umarım ki, şeytanı bu şekilde kahredip, uzaklaştırmış
olursunuz. Bunu takiben, yürekten gelen bir samimiyetiyle, yedi "Kelime-i tevhid" ile yedi defa "La
havle vela kuvvete illa billahil-aliyyil azim" deyiniz. Böyle bir şüphe bulunmadığı zamanlarda
Salevat-ı Şerife'ye devam ediniz. Günde yüz defa Efendimiz'in (sav) ruh-i şerifi için Salevat
okuyunuz. Sesiniz, Allah Resulü'nün (sav) manevi antenlerine intikal etmeye başlar. Bunu takiben
Efendimiz'in (sav) şefaat ve yardımlarını isteyiniz. Cankurtaran simidi, nasıl denize düşeni
kurtarmakta yardımcı olursa, Salevat-ı Şerife de "itikadi meselelerde" şüpheye düşeni kurtaran bir
"manevi gemi"dir. Bu şüphe hali, namaz içinde geldiği zaman, kalbinizin dili ile iblise şu cevabı
veriniz: "Allah (cc) olmasaydı, olmayan bir şey için, sen bana bu vesveseyi yapar mıydın? Senin
yaptığın bu vesvese bile Allah'ın var (sav) olduğunun delilidir." Bir de banyo yaptığınız yere küçük
abdest bozmayınız. (5) Sure-i A'raf: 200
7 - Soru: Allah'tan (cc) başkasına secde caiz olmadığı halde, meleklerin Adem Aleyhisselam'a
secdesi nasıl caiz olmuştur?
Cevap: Meleklerin Adem Aleyhisselam'a secde etmeleri, kendi arzularından doğmuş değildir. Bu
secde, Cenab-ı Hakk'ın emriyle olmuştur. Allah'ın (cc) emriyle ve yüce Halıkımızın Hz. Adem'in
(as) vücudunda tecelli eden ilahi kudret ve kemalatı önünde secde etmişlerdir. Bu sebeple yaptıkları
secde Allah'ın (cc) emriyle olduğu için, Allah'a (cc) yapılmış olmaktadır. Diğer bir ifade ile bu
secde, teabbüdi değil, hürmetle bir eğilmedir.
8 - Soru: Üzerinde Allah'ın (cc) adı bulunan bir yüzük ile helaya girilebilir mi?
Cevap: Bu yüzük parmağında iken helaya girmek mekruhtur. Fakat bu yüzük parmağında iken kırda
abdest bozmakta bir sakınca yoktur. Mühim olan bununla kirli bulunan mahalle, helaya
girilmemesidir.
9 - Soru: Allah Teala'nın varlığına ve birliğine iman etmenin farz oluşu akli midir, yoksa şer'i midir?
Cevap: Biz Maturilere göre aklidir. İmam Ebu Hanife Hazretleri şöyle demektedir: "Şayet Allah,
peygamber göndermemiş olsaydı, yarattığı (insan) üzerine, onun varlığını akılla bilmek vacip
olurdu."
10 - Soru: Bir cemiyette bize adamın biri 'Allah nerede ve bana göster' dedi. Bu kişiye nasıl
davranmak gerekirdi?
Cevap: Siz de ondan aklını ve ruhunu göstermesini isteyin. Göstersin bakalım. Var olan her şeyin
görülmesi gerekmediği gibi, görülmeyen bir şeyin de yok olması gerekmez.
11 - Soru: Gazetelerde "Allah" lafzı geçiyor ve bu gazeteler çeşitli yerlere atılıyor. Bu Allah (cc)'ın
ismine karşı bir saygısızlık olmuyor mu?
Cevap: Gazete ve benzeri neşir vasıtaları içinde Lafza-i Celal ve benzeri mübarek kelimeler varsa,
onları ayak altında bırakmamalıdır. Çaresizlik karşısında toplayıp yakmak daha münasip bir tedbir
olur.
12 - Soru: Yatak odasında Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehadet yazılı levhaların
bulundurulmasında bir sakınca var mıdır?
Cevap: Tesettüre tam riayet edilemiyorsa yatak odasına bu gibi levhaları asmamalıdır.
13 - Soru: Zebur kitabına tapanlar hala var mıdır? Eğer varsa onlara ne deriz?
Cevap: Zebur kitabına tapma olmamıştır. Ancak onunla amel edenler bulunmuştur. Esasen Zebur
birtakım va'z münacatlardan meydana gelmiştir. Hz. Davud ve onun ümmetleri Tevrat'ın
hükümleriyle amel etmişlerdi.
14 - Soru: İman mahluk mudur, değil midir?
Cevap: Sualinizin va'z ediliş tarzında bir yanlışlık vardır. Doğrusu "Kur'an mahluk mudur, değil
midir?" olacaktır. Cevabı buna göre verelim: Kur'an-ı Kerim mahluk değildir.
15 - Soru: Din ile iman arasındaki fark nedir?
Cevap: Din, "Cenab-ı Hakk'ın va'z ettiği ilahi bir kanundur ki, akıl sahiplerini kendi ihtiyarları ile
neticesi hayır olan şeye sevk (ve teşvik) eder." İman da, "Peygamber Efendimiz'i (sav), Allah (cc)
tarafından getirdiği kesinlikle bilinen şeylerin tamamında tasdik etmek"ten ibarettir.
16 - Soru: "İlim son sözünü söylemiştir" cümlesini lütfen izah eder misiniz? Mesela, bir İmam
Gazali için de durum böyle midir
Cevap: Bu sözde bahsi geçen ilim, "dini ilimdir." Müsbet ilim ise, emekleme ve zirveye doğru
tırmanma gayreti içinde bulunmaktadır. Bu sebeple son sözü söyleyememekte ve acze düşmektedir.
Yoksa dini ilimlerde gereken söylenmiş bulunmaktadır. İslami ilimler, her hususta sözünü
söylemiştir.
17 - Soru: Din ve imanı veya bunların esaslarından birini -maazallah- inkar eden "kafir" olur mu?
Cevap: Din ve imanı inkar eden ve İslamiyetin emirlerinden yahut yasaklarından herhangi birini
reddeden kimse, derhal kafir olur.
18 - Soru: Tedbir, takdiri bozar mı?
Cevap: Tedbirin alınması takdire aykırı bir iş değildir. Eğer bir husustaki takdir-i ilahi, Levh-i
Mahfuz'da takdir ve tesbit edilmiş ise, onda değişiklik cari olamaz. Şayet Levh-i Mahv ü isbatda
tesbit edilmiş ise, onda değişiklik olabilir. Bu değişiklik Cenab-ı Hak tarafından olur. Yoksa bizim
tedbirimizden değil.
19 - Soru: Bugün, dünya üzerinde san'at pek büyük önem taşımaktadır. Resim, müzik ve heykelcilik
vs. de san'attan sayılmaktadır. Dünya milletleri, sanatlarının gelişmiş olması oranında zahiren ve
hükmen itibarlı oluyorlar.Bizler, okullarda şu sorularla karşılaşıyoruz: "Uygarlığın gelişmesi demek
olan san'ata karşı çıkmak, uygarlıkla bağdaşmaz. İslam dini, resim, heykel ve müziğe müsaade
etmemiş. Bu sebeple insanlığın san'at alanında ilerlemesine set çekmiş oluyor. Nasıl olur böyle
şey?"
Cevap: İslam dini, resmin tamamını ve hacmi şekillendirmek demek olan heykelciliğin hepsini
yasaklamış olmayıp canlı varlıkların resmini yapmayı ve heykel yontmayı men etmiştir. İslami
eserlerdeki tezhipler ve minyatürler, cansız varlıkların resmini çizmek ve nakş etmekte bir mahzur
bulunmadığının açık delilidir. Minberlerin yapılmasındaki oymacılık, sütunların ve direk
başlıklarının yapılmasında yontma san'atının ve mihraplardaki mukarnasların yapılmış olması,
heykelciliğin ancak canlı varlıklara ait olanının yasaklanmış ve geri kalanının serbest bırakılmış
olduğunu açıkça göstermektedir. Resim ve heykelcilikteki bu küçük daraltma, nesiller boyunca
devam eden puta tapıcılığın önüne set çekmek gayesiyle olmuştur. İslami ölçüler önünde san'at,
san'at için değil, gaye için kullanılacaktır. "Uygarlığın gelişmesine" çalışırken, san'atı başıboş
bırakmayan İslam, onu disipline etmiştir. "Bugünün medeni insanları, resme tapmıyor. Bu endişe,
geçmiş zamana ait olarak kalmalı, hale müdahale etmemeli değil midir?" diyenlerin bulunduğuna
şahit olmaktayız. Bu iddia tam olarak doğru değildir. Zamanımızın insanları arasında fetişizmin
kalıntılarına rastlanmakta ve putperestliğin özentisini taşıyanların bulunduğunu görmekteyiz.
Esasen, geçmiş tarihlerde de insanoğlu, resmi yapıp karşısına geçip tapınmaya başlamış değildir.
Belki, önce Ma'bud-ı hakıykî olan Allah'tan (cc) gayrisine tapmaya başlamış ve daha sonra bunların
resim ve heykelini yapmaya kalkmıştır.
İslam dini, "uygarlığın gelişmesi demek olan" san'ata karşı çıkmamış; "uygarlığın" aygırlığa
dönüşmesini önlemiştir. Biz Müslümanlar, ilme tapmayız. Müsbet ilmin kanunlarını vaz eden
Allah'a (cc) iman ederiz. İslam, müziğin belden aşağısına ve nefse hitap eden çeşidine karşı tavır
almış ve bunların bestelenip seslendirilmesine karşı çıkmıştır. "Rakı şişesi içinde balık olsam" diyen
sözde şairlerin, "Donlara Destan" yazan beyinsizlerin,
bir tutacak dal mı verdi,
Bir giyecek şal mı verdi,
Kucak kucak mal mı verdi?
Ya nem alır "felek" benim? diyen dinsizlerin güftesini besteye, daha sonra sahneye ve hatta devlet
radyosunda okutmaya kadar vardıran zihniyetin müzik anlayışı ile İslam'ın müsaade ettiği musiki
arasında, üzümden elde edilen şıra ile şarap arasındaki kadar büyük fark vardır. İslam, san'atın aslını
değil, yozlaştırılmış vasfını yasaklamış bulunmaktadır. Bu hükmü ile de insanlığın hayrına ve ilim
haysiyetinin korunmasına matuf tedbir koymuş bulunmaktadır.
20 - Soru: İnsanlar rızık hususunda müsavi olarak yaratılmışlar mıdır?
Cevap: Rezzak-ı Kerim olan Rabbimiz, herkesin rızkını farklı yaratmıştır. Bunda pek çok hikmetler
vardır. Kimine fazla verse azacaktır, kimisine de az verse kızacak ve ahlakını bozacaktır. Bunların
uhrevi sorumluluğunu önlemek için kimine az verir, kimine de bol ihsan eder. Bu, ilahi bir tensip ve
akılla izahı kolay olmayan bir taksimdir. Kullar teslimiyet-i külli ile hareket etmeli ve kadere rıza
göstermelidir. Bu hususla ilgili bir Ayet-i Kerime, (eş-Şüra suresinin 27. Ayet-i Celilesi)
bulunmaktadır. Üzerinde ibretle düşünmenize vesile olur ümidiyle aşağıya yazıyorum: "Eğer Allah
bütün kullarına (müsavat üzere) bol rızık verseydi, yeryüzünde muhakkak ki taşkınlık ederler,
azarlardı. Fakat O, ne miktar dilerse (rızkı o kadar) indirir. Şüphe yok ki O, kulların (ın her
halin)den hakkıyla haberdardır, (her şeyi) kemaliyle görendir."
21 - Soru: Cenab-ı Allah, bütün ruhları alem-i ervahta yarattı. Biz, ecdadımızın torunları
sayılmaktayız. Biz mi onların torunlarıyız, yoksa onlar mı bizim torunlarımızdır? Bu husus
bilinmemektedir. Çünkü ruhlarımız hep birlikte yaratıldı. Bu hususta bizi aydınlatır mısınız?
Cevap: Bunu bilinmeyecek ve aydınlatılmaya ihtiyaç gösterecek bir tarafı yok. Fakat her nasılsa
sizin içinize bir kurt düşmüş olacak. Bildiğimiz kadarı ile durumu açıklayıp size faydalı olmaya
çalışacağız. Vücutların ruhlarla imtizacı neticesinde bu aleme gelişlerindeki sıra ile, dünyaya
gelmelerine sebep olan babanın tesiri dikkat alınınca, önce gelen, daha sonra doğandan büyük
olmakta ve yakınlık derecesine göre baba ve dede diye isim almaktadır. Aynı gün meydana gelen
birçok yumurta, kuluçka makinasına veya tavuğun altına değişik zamanlarda konulsa, aralarındaki
bu fasıla ikişer ay olsa, yumurtadan ilk çıkan civciv, ikinci çıkacak yavrulardan iki ay büyük, daha
sonra çıkacak civcivlerden dört ay büyük olmaz mı? Yumurtalar aynı gün doğduğu için, bu
fasılalarla meydana gelen civcivleri aynı yaşta kabul etmeye mantık ve ilmi hakikatler müsait mi?
Ne dersiniz?
22- Soru: Zamanın tebeddülü ile ahkam tebeddül eder, sözü her sahada geçerli midir?
Cevap: Ayet ve hadis ile hükme bağlanmış şeylerde zamanların tebeddülü ile en küçük bir
değişiklik asla caiz olmaz. Bu fıkıh kaidesinde değişeceği bildirilen hükümler, ancak örf ve adete
dayalı şeylerdedir. Beldelerin "Kile" diye isimlendirdikleri ölçek, birçok memlekette birbirinden
farklı bulunmaktadır. Bunda bir mahzur yoktur. Zira örf-i belde böyle devam edegelmiştir.
Havaların sıcak ve soğukluğuna göre değişik giyiniş tarzı da örf ve adetlerle tesbit edilebilir. Yoksa
namaz, oruç gibi ibadetlerin ne zamanında, ne edasında asla bir değişiklik düşünülemez. Bu,
zamana değil, Kur'an'a bağlı bir hükümdür.
23 - Soru: Elfaz-ı küfrü telaffuz edenin hükmü nedir?
Cevap: Böyle bir kelimeyi söyleyen küfre girer, îman ve nikahını yenilemesi gerekir. İman edince
nikah geri gelir. Bu söz, boşanmada kullanılan bir lafız gibi nikahı noksanlaştırmaz.
HURMET:
Allah C.C. Sıfatları
24 - Soru: Cenab-ı Hakk'ın sıfatları zâtının aynı mıdır, yoksa gayrı mıdır?
Cevap: Allah Teala'nın sıfatları zat-ı ilahinin ne aynıdır, ne de gayrıdır. Aynı olan zat ile müttehid
olması ve teaddüd-i zat lazım elir. Gayri olsa, sıfat-ı ilahinin zat-ı ilahiden ayrılması lazım gelir ki,
bu durumda ya binefsihi kaim olması veya gayr ile kaim olması gerekir. Bunların hepsi de muhaldir.
Bu sıfatlar, kıdem-i zamani ile kadim ve hudus-i zati ile hadistirler.
25 - Soru: Cenab-ı Hakk'ın Semi ve Basar sıfatları mevcut ve madum olan her şeye taalluk eder mi?
Cevap: Hak Teala'nın Semi ve Basar sıfatları mevcut olan şeylere taalluk eder. O mevcut, ister vacip
isterse caiz olsun. Fakat Rabbimizin bu sıfatları, maduma taalluk etmez. Zira madum (yok olan),
görülüp işitilmeye müsait bir şey değildir.
26 - Soru: Bizleri yoktan var eden yüce Allah'ımızın(cc) 1001 ism-i şerifi olduğunu öğrenmiş
bulunuyoruz. Kur'an'da geçen doksan dokuz ism-i şerifi var. Biz 99 ism-i şerifin içinde Tanrı diye
bir isim bulamadık. 99 ism-i şerifin haricinde kalan 902 ism-i şerifin içinde mi? Açıklar mısınız?
Cevap: Tanrı kelimesi Türkçe olup ilah ve ma'bud kelimelerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Allah lafzının karşılığı olarak kullanılamaz. Kur'an-ı Kerim'de ve Esma-i Husna arasında Tanrı
kelimesi yoktur. Zira bu lafız Türkçedir. Allah lafzı ile Tanrı kelimesi arasında fark vardır. Şöyle ki:
Tanrı kelimesinin sonuna "ler" takısı getirilerek cemi (çoğul) yapılabilirse de Allah lafızı çoğul
olarak kullanılamaz.
27 - Soru: İrşadiye kitabının 29. sayfasında "Ve yükferu bi kavlihi Reeytullahe fil menami" ibaresi
vardır. Bu ibareye göre bir kimse, "Rüyada Allah'ı gördüm" dese kafir olur. Mısır'da tahsil
görenlerden bazılan bu ibarede yanlışlık görerek Allah'ı rüyada görmek sevaptır demişlerdir. Siz ne
dersiniz?
Cevap: Bahsettiğiniz kitabın ibaresinde, ya mürettibin veya müellifin bir hatası olmuş. Bu yanlışı
kimin yaptığını bilemediğimiz için tayinden çekiniyoruz. Muhakkak olan bir şey varsa, bu ibare ve
ifade tamamen yanlıştır. Akaid şerhi Kesteli ve onun haşiyesi Ramadan Efendi ile diğer akaid
kitaplarımızın tafsialt ile anlattıkları husus, "Rüyada Cenab-ı Hakk'ı görmenin" caiz olduğu ve
İslam büyüklerinden birçoğunun bu saadete mazhar bulunduğudur. "Abdüllatif" adlı va'z kitabından
(s.201) naklettiğimiz İmam-ı Azam efendimizle ilgili bir bahis de doğrudur ve akaid haşiyesinde
vardır.
28 - Soru: Cenab-ı Hakk'ın Rezzak sıfatını inkar eden ne olur?
Cevap: Kafir olur.
29 - Soru: Bostan, Gülistan adlı kitabın 13. sayfasında Allah Teala'ya "Efendi" tabiri kullanılmıştır.
Bu ne derece doğrudur?
Cevap: Allah Teala'nın isim ve sıfatları tevkifidir. Bunların dışında bir isim ve sıfatın kullanılması
doğru olmaz. Anlayamadığımız bir husus olmuştur: Sorunuzda iki kitap ismi verdiğiniz halde bir
tek sayfa numarası göstermektesiniz. Bu sayfa hangi kitaba ait olmaktadır?
30 - Soru: Canlılar arasında bir dişiden dünyaya gelmemiş varlık var mıdır?
Cevap: Evet, mevcuttur. Üç canlı (Adem aleyhisselam, Hazret-i Havva ve Salih aleyhisselamın
devesi) bir canlı vasıta olmaksızın ilahi kudretin tezahürü neticesinde yaratılmıştır.
HURMET:
Cennet - Cehennem
31 - Soru: Şu anda cennet ve cehennem var mıdır? Mekan tahsis edilmiş midir?
Cevap: Cennet de cehennem de el'an mevcuttur. Ayet-i kerimelerde cennet ve cehennemden
bahsedilirken mazi (geçmiş zaman) sigası ile "Üuıddet" (hazırlandı) buyrulması, onların halen
mevcut olduğunu gösteren delillerden biridir. Me'va adlı cennetin Sidretü'l-Münteha'nın yanında
bulunduğu, Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle (Sure-i Necm ayet 15) sabittir. Hz. Nuh'un kavmi; suda
boğulduğundan onların derhal cehenneme sokulduklarını haber veren Ayet-i Kerime (Sure-i Nuh
25) cehennemin varlığını ifade etmektedir. İşte bu ve benzeri birçok Ayet-i Kerime ve Hadis-i
Şerifler, cehennemin el'an mevcut bulunduğunun belgeleridir. Akaid kitapları bu hususu açık ve
geniş olarak beyan etmektedir.
32 - Soru: Kadınlar, cennete girince yine dünyadaki kocaları ile mi evlenecekler?
Cevap: Hayatta iken birbirinden memnun yaşadılarsa ve hoşnutlukla ayrıldılar ise kadın zevcin
hanımı olacak. Kadının birden fazla evlilik yapması halinde; hangi kocasından memnun olarak
ayrıldı ise onun hanımı olarak kalacak.
33 - Soru: Veled-i zina olan bir kimse, bihakkın İslam'ı yaşamış olsa bile cennete giremez, deniliyor.
Bu söz doğru mu?
Cevap: Böyle bir iddia doğru değildir.
34 - Soru: Bazı kimseler, borazancının, çaldığı düdüğü ile; sarhoşun, kadehiyle birlikte
haşrolunacağını; müezzinlik yapanların, ezan okuyarak haşrolunacağını ifade etmektedirler. Bu
hususun sıhhat derecesini açıklar mısınız?
Cevap: Peygamber Efendimiz'in "Yüb'asü küllü abdin âlâ mâ mâte aleyh" Hadis-i Şerifi buna
delalet etmektedir.
HURMET:
Mezhepler
35 - Soru: Biz Hanefîlerin itikatta İmamı Ebu Mansur Muhammed Maturidi'dir. Diğer üç mezhebin
imamları aynı mıdır?
Cevap: Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhebi mensuplarının itikadi meselelerde İmamı, Ebu'l-Hasen elEşari'dir.
36 - Soru: Mezhepler arasındaki farkların giderilmesi ve bunların birleşmesi kabil midir? Bir
mezhepte olan kimse diğer mezhepteki bir şahsa ne zaman imamlık yapabilir? Birbirinin mezhebine
girebilir mi?
Cevap: Mezheplerin arasındaki fark, esasta değil, fer'i hükümlerdedir. Namaz, her mezhepte farzdır.
Fakat namazın farz ve vaciblerinin sayısında mezhepler arasında fark bulunabilir. Hanefi, Maliki,
Hanbeli ve Şafii gibi mezhebin salikleri, diğer bir mezhepteki imama uyabilirler. Yeter ki imam olan
şahıs kendisine uyacak diğer mezhepteki şahsın mezhebindeki abdesti bozan şeylerden sakınmış
olsun. Bunların birleşmesi (telfiki) doğru ve caiz değildir. Tamamen taklit etmek şartıyla bir Şafii,
Hanefi mezhebine girebilir. Bir Hanefi de Şafii mezhebini taklit edebilir. Fakat canının istediği
zaman Hanefi, işine geldiği zaman Maliki veya Hanbeli mezhebini taklit etmek suretiyle daldan
dala konan kuş misali hareket edemez.
37 - Soru: Mezhebler ne için ve nasıl ve ne zaman çıkmıştır?
Cevap: Ashab-ı Kiram devrinden sonra, Kur'an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerden hüküm çıkarma
kudretine sahip müctehidler azalmıştı. Bunun üzerine Müslümanlar, içtihat kudretinde bulunan
fakihlere tabi olma yolunu tuttular. Onların derslerinde bahsettikleri mevzular, sorulara verdikleri
cevaplar ve fetvalar halkın takip ettiği bir yol ve fıkhi bir mezhep olarak doğmuş oldu.
38 - Soru: Suudi Arabistan ve diğer Arab memleketlerinde İslamiyeti ehl-i sünnet mezhebi üzere
yaşayanlar var mıdır?
Cevap: Suudi Arabistan devleti, Vehhabilik mezhebinin yayılmasını hedef almış bulunmaktadır.
Fakat halkın arasında ve bilhassa orada yerleşmiş Türklerde ehl-i sünnet mezhebiyle amel etmek
yaygındır.
39 - Soru: Bir kimse, canı istediği zaman Hanefi mezhebine, dilediği zaman diğer mezheblerin
hükümlerine göre hareket edebilir mi?
Cevap: Edemez. Taklitte bir imam tercih etmesi gerekir.
40 - Soru: Ehl-i sünnetin dört fıkhi mezhebinin dışında, yine ehl-i sünnete bağlı olduğu halde,
tabileri kalmadığından yaşayamamış ve bu sebeple günümüze kadar gelememiş fıkhi mezhebler var
mıdır? Varsa adları nelerdir?
Cevap: İkinci ve üçüncü asırda, en fazla şöhret yapmış müctehidler; İmam-ı Azam Ebu Hanife,
İmam Malik, İmam Şafii, İmam Ahmed bin Hanbel'dirler. Tabiin ve tebei tabiinden müctehidlik
derecesinde bulunup da mezhepleri devam etmemiş bulunan zatlar şunlardır: İbrahim Nehai, İbni
Ebi Leyla, İbni Şübrüme, Süfyan-ı Sevri, Hasan ibni Salih, Abdurrahman Evzai, Amr b.Haris, Leys
bin Sa'd, Abdullah ibni Ebi Cafer, İshak bin Raheveyh, Ebu Ubeyd Kaasım bin Selam, Ebu Sevr-i
Bağdadi, İbni Huzeyme, İbni Nasr-ı Mervezi, İbni Münzeri Nisaburi, Davud-ı Zahiri, İbni Cerir-i
Taberi.
41 - Soru: Mezheplerin hak ve batıl olduklarını nereden anlayıp da hak-batıl olduğuna
hükmediyoruz? Bazı mezhepler var ki aynı yıl içinde kurulmuşlardır. Mesela Zeydi, Caferi ve
Hanefi mezhepleri gibi. Ayrıca Caferi mezhebinin kurucusu diye bilinen Cafer-i Sadık (k.s.) silsile-i
sadatdan değil mi?
Cevap: Mezheplerin hak oluşu, umumi hükümler bakımından, İslam dininin inanç, ibadet ve
muamelat ile alakalı hükümlerine her bakımdan uygun düşmesi ile anlaşılır. Batıl mezhep de bu
esaslara ters düşen yolun adıdır. Mezhep kurucularının aynı tarihte yaşamaları, aynı şehir ve hatta
aynı medresede yetişmiş olmalarıyla, kurdukları mezheplerin hak veya batıl olarak
vasıflandırılmasında aynı sıraya konulamaz. O zatın İslam'a mutlak bağlı olması, fasit te'villere,
kusurlu tefsirlere ve mantıksız tezvirlere kaçmaması ile mezhebinin hak olduğu anlaşılır. Vasıl bin
Ata, Hasan Basri Hazretleri'nin rahle-i tedrisinde yetişmiş ve fakat sonunda ondan yüz çevirmiş ve
Mütezile'nin önderi olmuştur.
42 - Soru: Ehl-i sünnet dışında kalan fırka-i dalaletten hangisi küfre nisbet olunur?
Cevap: Bu hususta size, Milel ve Nihal Tercümesi'ni tetkik etmenizi tavsiye ederim.
43 - Soru: Ehl-i sünnet ve'l-cemaattan olan mezheplerin hak olduğunu biliyoruz ve inanıyoruz.
Fakat, bize "Hak olduğunu ne ile isbat edersiniz, deliliniz nedir?" diye soruldu. Bu hususta bizi
aydınlatır mısınız?
Cevap: Allah'ın (cc) kitabı ve Resulü'nün (sav) sünneti, amellerin hükme bağlanmasında en sağlam
ölçü ve şaşmaz bir kıstastır. Bu esaslara uyan bir şey, meşru ve hakka uygun kabul edilir. Ehl-i
sünnet mezhebinin hak olduğunu, Allah'ın(cc) Kitabındaki hükümlere, Resulü'nün(sav) sünnetine ve
Ashab-ı Kiramın yürüdüğü yola uygun olması ile isbat ederiz.
44 - Soru: Şafii mezhebine mensup bulunan bir kişi, vefat ettiği zaman devri nasıl yapılacak?
Cevap: Aynı Hanefi mezhebinde olduğu gibi yapılacaktır.
45 - Soru: İslamiyet bir olduğuna göre mezhep ne için dört olmuştur?
Cevap: El bir tane olduğu halde, parmakların beş tane oluşu nasıl bizim iş görmemizi
kolaylaştırmakta ise, mezheplerin durumu da aynen öyledir. Hepsi İslam esaslarına bağlı olup,
halkın kolaylığı içindir.
46 - Soru: Vehhabilik nedir, hangi ülkede mevcuttur?
Cevap: "Selefi'lik iddiası içinde kamufle edilmiş, sarılıp sarmalanmış bir "Mücessime"
sempatizanlığıdır. Suudi Arabistan'dan kaynaklanmaktadır. Orada tahsil görmüş bazı kimseler
tarafından veya bu işin çığırtkanları vasıtası ile İslam aleminin birçok beldesine sıçramıştır.
47 - Soru: Bizim mezhep (Hanefi) de altın diş yasak mı?
Cevap: Dişinde çürük falan yok iken keyf ve süs için yaptırılırsa hem gusle mani, hem de altınla
zinetlenmek erkeğe haramdır. Fakat dişlerindeki çürük sebebiyle yaptırılacak ise, bu zaruret halidir.
Zaruret halinde ve zaruret miktarını geçmemek şartı ile diş doldurtmak veya altın kaplatmak İmam
Muhammed'e göre caizdir.
48 - Soru: Ramazan ve Kurban Bayramı namazları biz Hanefîlerce vacib bulunmaktadır. Diğer üç
mezhepte bu namazların hükmü nedir?
Cevap: Maliki ve Şafii mezheplerinde, bu namazlarla ilgili iki hüküm vardır. Birinci hüküm, bu
namazlar sünnet, diğer bir kavle göre farzdır. Hanbeli mezhebinde ise farz-ı kifayedir.
49 - Soru: Sehiv secdesi, biz Hanefilere göre vacibtir. Şafii mezhebine göre bu secdenin hükmü
nedir? Zira bulunduğumuz yerlerde Şafii bir imama uyduğumuz oluyor. Durumu bilmemizde fayda
vardır?
Cevap: Sehiv secdesi, gerek Şafii gerekse Maliki mezheplerinde "sünnet" bulunmaktadır. Ancak şu
var ki, imam sehiv secdesi yapacak olursa, bu mezhepteki kimsenin imama uyarak secdeyi yapması
vacib olur.
50- Abdürrahim Fetvalarından: "Hanefi olan Zeyd, Şafii mezhebine geçtiğinde tazir olunur" (H.Ec.
2/164)
Açıklama: Hanefi mezhebi, Şafii mezhebinden daha kolay hükümleri içine almış bulunmaktadır. Bu
itibarla, tercih ettiği Şafii mezhebinin hükümlerini yerine getirmekte kusur etmesi ihtimaline binaen
şer'i hakim tarafından uyarılır ve gerekirse tazir edilir. Buradaki tazir, tazip ve tecziye mânâsında
anlaşılmamalı, sadece bir uyarma olarak kabul edilmelidir.
HURMET:
Kur'an Ayetleri
51 - Soru: Karısı ölen bir kimsenin baldızıyla evlenebileceğini biliyoruz. Sure-i Nisa'nın 23.
ayetinde geçen "İlla ma kad selef" istisnası neyi ifade etmektedir? Ben Arapça bilmediğim için bu
illâ kelimesinde bir şart ve şurut olmasına zahip oluyorum. Burasını bizlere açıklamanızı rica
ediyorum.
Cevap: Sure-i Nisa'nın 23. ayetinde "iki kız kardeşi birlikte almanız da haram kılındı" buyurduktan
sonra, "İllâ mâ kad selef" istisnası "ancak" (cahiliyyet devrinde) geçen geçmiştir" mânâsını
taşımaktadır.
İslâmiyet gelmezden önce, cahiliyyet devrinin insanları, iki kız kardeşi birlikte nikâhı altında
toplamakta bir mahzur görmezlerdi. Bu Ayet-i Kerime bunu yasaklamış ve cahiliyyet devrinde
geçenden sorumlu tutmamıştır. Ancak mezkûr Ayet-i Celile indiği zaman nikâhı altında iki kız
kardeş bulunduranlar, bunlardan birisini boşamakla mükellef tutulmuşlardır.
Bu kimseler sonradan İslâmiyet'i kabul etmeye geldiğinde, nikâhı altında iki kız kardeş
bulunduğunu söylemesi üzerine Peygamber Efendimiz (sav), "iki zevcen"den dilediğini (birini)
boşa" buyurmuştur. (İbni Mace, c.l, s.627)
52 - Soru: Dünyanın döndüğüne delâlet eden ayet veya hadis var mıdır?
Cevap: Sure-i Neml'in 88. ayet-i kerimesinde şöyle buyurulmaktadır: "Sen dağları görür, onları
yerinde durur sanırsın. Halbuki onlar bulut geçer gibi geçer gider. (Bu) her şeyi sapasağlam yapan
Allah'ın san'atıdır. Şüphesiz ki O, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır."
Bu Ayet-i Kerimede dünyanın döndüğüne dair bir sarahat yoksa da bu cihete bir işaret vardır.
Müfessir Elmalılı M.Hamdi Yazır (merhum), Hak Dini Kur'an Dili isimli tefsirinin 5. cilt, 3709.
sayfasında şöyle ifade etmektedir: "Müteahhirinden birtakımları (ve hiye temürru) fi'linin de hâle ait
olması lâzım geleceğine hükmederek bununla arzın hareketini isbata çalışmışlardır."
53 - Soru: Kur'an-ı Kerim'in harekesinin bid'at olduğunu söylüyorlar. Bu hususta delilleri ile birlikte
bilgi vermenizi arzederiz.
Cevap: Kur'an-ı Kerim'in harekesi, evet, sonradan konulmuş olup daha kolay okunmasını temenni
etmek içindir. Hicretin birinci asrı ortalarında Nahiv ilminin vâzıı Ebü'l-Esved ed-Düeli tarafından
yapılmıştır. (Tefsir Tarihi, c. 1, s. 32)
54 - Soru: Kur'an-ı Kerim'de mukaddes Mekke şehri hangi isimlerle anılmıştır?
Cevap: Sure-i Al-i İmran'ın 96. ayetinde "Bekke", Sure-i Şûra'nın 7. ayetinde "Ümmü'l-kurâ" ve Tin
Suresi'nin 3. ayetinde "Beledü'l-Emin" olarak geçmektedir.
55 - Soru: Kur'an-ı Kerim'deki "Ülaike" kelimelerinin altına konulan "kasr" kelimesi ne mânâsına
gelmektedir?
Cevap: "Kasr" kısa mânâsına olup vavdan önceki harfin uzatılmamasına tenbih ve işaret için
konulmuş bulunmaktadır.
56 - Soru: Kur'an-ı Kerim'de Tevbe suresi ne için Besmele ile başlamamıştır?
Cevap: Bu surenin "Enfal" suresinin devamı olduğunu ve bu sebeple de "Besmele" yazılmadığını
söyleyenler vardır. Bir de bu surenin indirildiği sırada Peygamber Efendimiz "Besmele" yazılmasını
emretmiş değildir.
57 - Soru: "İnaan için ancak sâ'yinden başkası yoktur" mealindeki sure-i Necm'in 39. ayeti
Mevkuufat'm "Hac ani'1-ğayr" bahsinde "mensuhtur" deniliyor. Açıklar mısınız?
Cevap: Bu görüşte olan ilim erbabı varsa da bunun aksini söyleyen, yani bu ayetin mensuh
olmadığını ifade eden de vardır. Elmalılı tefsirinin c. 6, s. 4610'da şöyle denilmektedir: "Bunun
mensuh olduğuna dair söylenen söz, sahih değildir. Cumhur indinde bu muhkemdir."
58 - Soru: Yahudilerin devlet kuramayacağına dair ayet ve hadis var mıdır?
Cevap: Gerek Ayet-i Kerimede gerekse Hadis-i Şerifte, Yahudilerin hükümet kuramayacağına dair
bir sarahat yoktur. Sure-i Bakara'nın 61. ayetinde onlar hakkında şöyle buyrulmaktadır: "Onların
üzerine bir horluk ve yoksulluk vuruldu. Allah'tan(cc) bir gazaba da uğradılar." Bu zillet ve
meskenetin, bu cezaya müstehak olan o günkü Yahudilerin olabileceği hatıra gelen ihtimallerdendir.
İkinci cihet de, her ne kadar onlar bir devlet kurmuş şeklinde görülüyorsa da, bu, zengin Amerikan
Yahudilerinin, mütefennin Alman Yahudilerinin ve ihtilalci Rus Yahudilerinin, tertipleri sonucu
kurulmuş bir devlet olmaktadır. Hor ve zelil, şeref ve itibardan uzak olmak, onların üzerinden
kalkmış sayılmaz.
59 - Soru: Kur'an-ı Kerim kaç harftir?
Cevap: Bu hususta iki ayrı rivayet vardır: Birincisi 325 bin, 345'tir. Diğer rivayette ise, 325 bin
743'tür. Kur'an-ı Kerim'in kelimelerinin sayısının ise 77 bin 439 olduğunda ittifak vardır.
60 - Soru: Allahü Zülcelâl'in "Allah'a giden yolu bulmak için bir vesile bir vasıta arayın" buyruğu
Kur'an-ı kerim'in neresinde ve hangi ayettedir?
Cevap: Sure-i Maide'nin 35. ayet-i kerimesi olup şu mealdedir: "Ey iman edenler, Allah'tan korkun,
O'na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O'nun yolunda savaşın, ta ki muradınıza eresiniz."
61 - Soru: Ayet-i Kerimede Cenab-ı Hak, "İnsanların ömrü (eceli olacak) tekaddüm ve teahhür
etmez" buyuruyor. Hadis-i Şerifte ise, "Sadaka belâyı def eder ve ömrü ziyade eder"
buyurulmaktadır. Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Ayet-i Kerimede "Ecel geldiğinde te'hir edilmez ve öne de alınmaz" buyrulmuştur. Ömrün
uzayacağına ait delil ile bu Ayet-i Kerime arasında bir uyuşmazlık ve çelişki yoktur. "Ecel geldiği
zaman" tabiri dikkate alındığı zaman, sözün mefhum-ı muhalifinden ecel gelmeden önce, ilâhi sır
çerçevesi içerisinde ömrün uzaması vakidir.
62 - Soru: Kur'an-ı Kerim'de Ay'a çıkmanın mevcut olduğunu söylüyorlar. Bu görüş doğru mudur?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'de sarahaten böyle bir beyan yoktur. İddia sahibinin sure ve ayet belirterek
delil göstermesi gerekir. İşaret yolu ile olan bazı dakik mânâları anlamak ise ehlinin işidir. Keyfi
tefsir tehlikeli bir yoldur.
63 - Soru: Kur'an-ı Kerim'deki nâsih ve mensuh Ayet-i kerimeler kaç tanedir? Ayet numaraları ile
açıklar mısınız?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'de 66 tane nâsih ve mensuh ayet bulunmaktadır. Bunların hangi ayetler
olduğunun izahına bu sütunlar müsait değildir. Bu hususta yazılmış müstakil eserler bulunmaktadır,
onları tetkik ediniz.
64 - Soru: Mekaasidü't-Talibin adlı kitapta "Sure-i Hamd" diye bir sure ismi geçmekte. Bu isme
Kur'an-ı Kerim'de rastlamadım. Sure-i Hamd'den murat nedir?
Cevap: "el-Hamd", Fatiha suresinin isimlerindendir.Başında "el-Hamd" bulunduğu veya baştan sona
hamd mânâsını tazammun etmesi itibariyle bu ismi almıştır.
65 - Soru: Kur'an-ı Kerim'in 6666 ayet olduğunu biliyoruz. Ancak bunların hangi hususlara dair
olduğunu açıkça bilememekteyiz. Bu hususu açıklar mısınız?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'in ayetleri, Zemahşeri'ye göre 6666 ayettir. İbni Kemalpaşa bunları manzum
olarak şöyle taksim etmektedir:
Bilmek istersen eğer sen aded-i âyâtı,
Cümlesi altı bin altı yüz altmışaltı.
Binidir va'd beyanında anın, bini vaid;
Binidir emr-ü ibadet, bini nehy-ü tehdid.
Bini emsâl-ü iberdir, bini abâr-u kasas,
Beşyüz âyâtı helâl ile harama muhtas.
Buldu yüz ayeti tesbih-u duada çü rüsûh,
Altmış altısı dahi ayet-i nâsih, mensûh.
66 - Soru: Mushaf neye denir?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'in bütün ayet ve surelerinin tamamını içine alan mukaddes kitabımıza
"Mushaf" adı verilmektedir.
67 - Soru: Sure nedir?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'in en az üç ayetini içine alan, müstakil bir isimle anılmış ve diğerlerinden
ayrılmış bulunan müstakil bir parçadan ibarettir.
68 - Soru: Ayet nedir?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'e ait cümlenin, üst ve alt taraftan ayrılmış bulunan parçasına "Ayet" adı
verilmektedir.
69 - Soru: Cünüp bulunan bir kimse veya âdet gören bir kadın Kur'an-ı Kerim'i dinleyebilir mi?
Cevap: Evet, dinleyebilir. Bunlara yasak olan, Kur'an-ı Kerim'den bir bütün ayet okumaktır.
70 - Soru: Tecvid kaidelerine göre, mahrecinde veya sıfatında yakınlığı olan harflerin birbirine
uğraması idğamı mütekaaribeyn oluyor. Neticede, sakin olan lam, mahreç yakınlığı olan (Ra)
harfine uğrayıp "Kurrabbi" şeklinde okunuyor. Ya bunun aksi olarak sakin olan (Rı) lâm harfine
uğrasa o zaman "Nağfir leküm"ü "Nağfilleküm" okuyabilecek miyiz?
Cevap: Memleketimizde takip edilen kıraet tarzı, Asım'ın "Hafs"dan gelen rivayetine göre
olmaktadır. Asım'ın diğer râvisinin okuyuşunda da böyle bir idğam mevcut değildir. Ancak, kıraat
imamlarından İbni Amir'in ikinci ravisi bulunan Sûsi, "Nağfilleküm" şeklinde idğam yapmaktadır.
71 - Soru: Bize öğretilen bilgiye göre, Kur'an-ı Kerim 6666 ayettir. Fakat Abdullah Atıf Tüzüner'in
hazırlayıp oğlu Y.Mimar Feyyaz Tüzüner tarafından bastırılıp Yağmur Yayınevi tarafından dağıtımı
yapılan "Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali" adlı kitapta sondan sekizinci yaprağında "Kur'an-ı
Kerim'e dair kısa bilgiler" başlığı altında, ayet bölümünde, "Kur'an'da Kûfe'li bilginlere göre 6232
kadar ayet vardır. Böyle olduğu Nisaburi tefsirinde açıklanmıştır" deniliyor. Lütfen doğru olup
olmadığını açıklayınız.
Cevap: Kur'an-ı Kerim'in ayet sayıları üzerinde ilim adamlarının değişik beyanları vardır. Şöyle ki:
Nafi'a göre: 6217, Şeybe'ye göre: 6214, Küfe alimlerine göre: 6236, Mısırlılara göre: 6219,
Şamlılara göre: 6226, Zemahşeri'ye göre: 6666 ayettir. Bu ihtilâf, ayetlerin başlangıcı ile nihayet
bulması hakkında kabul edilen itibari ölçülerin farklı olmasından ileri gelmektedir.
HURMET:
Kur'anı Kerimin Meal Ve tefsiri
72 - Soru: Kur'an-ı Kerim'i Türkçe olarak kabul edenler var. Türkçe basılmış Kur'an'lar var. Bu
hususta beni aydınlatmanızı temenni ediyorum.
Cevap: Sormak istediğiniz hususu ifadenizden kesin olarak anlayamadık Ancak iki ihtimal akla
gelmektedir:
a) Türkçe'ye çevrilmiş bulunan Kur'an tercümesi, sadece ayetlerin karşılığından ibaretse "Meal"
adını alır. Mânâ ile birlikte açıklama da yapılmış ise "Tefsir" denilmektedir. Bu iki yoldan dilimize
aktarılmış olan meal veya tefsire Kur'an denilemez. Kur'an-ı Kerim'in meali veya tefsiri denilir.
Bununla namaz da kılınamaz.
b) Yeni yazı ile basılmış olan Kur'an-ı Kerimlere gelince: İler ne kadar Arapça ifade taşıyorsa da
ondan okumada telâffuz hataları olur. Arapça'da "Ha, Hı ve He", "Dal, ve Dat", "Te ve Ti", "Zel, Ze
ve Zı", "Se, Sin ve Sad", "Kaf ve Kef" gibi harfler, birbirine yakınsa da sıfatları, çıkış yerleri ve
okunuş tarzları itibariyle birbirinden farklı bulunmaktadır. Bunlara karşılık yeni yazı alfabedeki h,
d, t, z, s, k harfleriyle yukarıda gösterilen harflerin seslerini tam olarak çıkarabilmek mümkün
olmamakladır Kur'an-ı Kerim'in kendi yazısından başka bir yazı ile yazılmasına İslâm uleması
cevaz ve fetva vermemiştir.
73 - Soru: Kur'an'ın Arabça tarifini yazınız?
Cevap: "En-Nazmü'l-münezzelü alâ Resulinâ el menkuulü anhü tevâtürâ" diye tarif edilmektedir.
74 - Soru: Secde ayetinin mealini okuduğumuzda secde yapmak vacib olur mu?
Cevap: Secde ayetinin mânâsını (tercümesini) okuyan kimseye ihtiyaten secde etmek gerekir.
Dinleyen ve secde ayetinin mânâsı olduğunu anlamayan kimse, başkasının haber vermesi ile secde
vacib olmaz (Ömer Nasuhi Bilmen: Büyük İslâm İlmihali, namazla ilgili bölüm, madde: 374).
75 - Soru: Hasan Basri Çantay'ın tefsiri ve Ahmed Davudoğlu'nun meali nasıldır?
Cevap: Merhum Hasan Basri Çantay'ın "Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim" adlı tefsiri ile Ahmed
Davudoğlu'nun meali, bugün mevcut mealler içinde en güvenileni ve en güzelidirler
76 - Soru: Bugün Türkiye'de Kur'an-ı Kerim'i tam tercüme edecek hoca var mıdır? Varsa isim ve
adresi:
Cevap: Türkiye'mizde Kur'an-ı Kerim'in meal veya tefsirini başarmış olanlar vardır. Hasan Basri
Çantay, Ahmet Davudoğlu ve Elmalılı Hamdi Yazır hocalar gibi. Ancak bu kadar zor olan işe
özenen ve teşebbüs edenler vardır. Muvaffak olabilen ise azdan azdır. Hayatta olanlardan isim
vermemekte bizi mazur görünüz.
77 - Soru: Bize hangi tefsiri ve hangi meali tavsiye edersiniz?
Cevap: Merhum Hasan Basri Çantay'ın üç ciltlik "Kur'an-ı Hakim ve Meal-i Kerim" adlı tefsirini ve
Ahmed Davudoğlu'nun mealini tavsiye ederim.
78 - Soru: Kur'an'ın lügat mânâsı nedir?
Cevap: Kur'an, lügat itibariyle "Toplamak ve okumak" anlamına gelmektedir.
79 - Soru: Ayet ve hadis mealleri bulunan takvim yapraklarım sobada yakabilir miyiz?
Cevap: Evet.
80 - Soru: Kur'an-ı Azim'in tefsirinde kaç tarik vardır ve onlar nelerdir?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'in tefsirinde iki yol vardır: Tefsir birrivâye, Tefsir biddirâye, Tefsir birrivâye:
Ashab ve eslâftan gelen rivayetleri dikkate alarak ayet-i kerimeleri tefsir etmektir. Tefsir biddirâye:
İlim dirayetini kullanarak tefsirde bulunmaktır.
81 - Soru: Re'ye göre tefsir kaç türlüdür? Açıklayınız?
Cevap: Bu yolda yapılacak tefsir beş türlüdür. Bunlardan hangisi olursa olsun caiz değildir. Bunlar,
şöyle sıralanabilir:
1- Tefsire imkân ve cevaz veren ilimleri tahsil etmeden yapılan tefsiridir. Okumadan alim,
yazmadan kâtip olunmaz cinsinden, ilim sahasının yüz karaları; 10 tane harekesiz ayeti
okuyamayacak kadar cehalet karanlığı içinde ve echel-i cüheladan bulunan bir kimsenin yapmaya
cür'et gösterdiği tefsir.
2- Allah Teala'dan başkasının bilmediği müteşâbihâta dair kesin surette yapılan tefsirdir. Tefsir
sahasının kudretli alimleri bile, bu noktaya gelince "Allahü a'lemü bi murâdihi" demekle
yetinmişlerdir.
3- Bozuk bir mezhebi takrir ve teyid için yapılan tefsirdir. Böyle sapık bir mezhebi esas alıp tefsiri
ona tabi kılma yoluna gidilmesi, Ayet-i Kerimeyi aslından inhirafa zorlar.
4- Delil bulunmaksızın "Allah'ın(cc) muradı böyledir" diye kafi olarak yapılan tefsirdir.
5- Heva ve hevese uymak suretiyle yapılan tefsirdir. Karâmita, Batıniyye ve Hurûfilerin tefsirleri,
heva ve "keyfe mâ yeşâ" diye adlandırılacak zırvalardan ibarettir.
82 - Soru: Tefsir-i Celâleyn'e "İki Celâl'in tefsiri" mânâsını taşıyan böyle bir ad ne sebeple verilmiş
bulunmaktadır?
Cevap: Celâl ismini taşıyan iki büyük İslâm alimi tarafından tamamlanmış olması bakımından
"Celâleyn Tefsiri" adı verilmiştir. Bunlardan biri, Celâlüddin bin Ebu Bekir es-Süyûti'dir. Bu zât,
Fatiha'dan İsrâ suresinin sonuna kadar olan kısmın tefsirini yapmış bulunmaktadır. Diğer alim ise,
Celâlüddin bin Muhammed bin Ahmed'dir. Bu da Kehf suresinden sonuna kadar olan kısmın
tefsirini yapmış bulunmaktadır. Bu zatların her ikisi de Şafii mezhebinden olup, takip ettikleri tefsir
tarzı, tefsir bir rivayedir.
83 - Soru: Kur'an-ı Kerim'de geçen "Hûr" ve "İn" kelimeleri sarf ilmi yönünden ne kelimedir ve
mânâları nedir?
Cevap: "Hûr", "Havra" kelimesinin cemilenmiş şeklidir. Mânâsına gelince, gözün karasının son
derece siyah, beyazının da son derece ak olması mânâsına gelmektedir. "İn" lâfzı ise, "Ayna"
kelimesinin cemilenmiş şeklidir. Büyük gözlü mânâsına gelmektedir.
HURMET:
Kur'anı Kerim'in Nüzulü
84 - Soru: Kur'an-ı Kerim'in nüzulünü beyan eden ayetlerden bazısında "Enzele", diğer bazı
ayetlerde "Nezzele" ifadesiyle tabir buyurulmasının hikmeti nedir? Ve inzal ile tenzil arasında ne
fark vardır?
Cevap: "İnzal" topluca indirmek, "Tenzil" ise ayet ayet, parça parça indirmektir. Kur'an-ı Kerim'in
Levh-i Mahfuz'dan alınarak dünya semasındaki beyt-i izzete indirilmesi, bir defada ve bir bütün
halde olduğundan "İnzal" kelimesi ile ifade edilmiş olmaktadır. Vak'aların durumuna göre zaman
zaman gönderilme şekline "Tenzil" adı verilmektedir.
85 - Soru: Kur'an-ı Kerim'in ilk nazil olan ayeti ile en son nazil olan ayetini açıklayınız?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'in ilk nazil olan ayeti, "İkra" suresinin ilk dört ayetidir. Son nazil olan
ayetine gelince, bu hususta değişik beyanlar vardır. Şöyle ki: Cumhur, "El-yevme ekmeltü leküm"
ayetinin en son nazil olduğu görüşündedir. Bazı alimler de, Bakara suresinin 278-279. ayetlerinin en
son nazil olan ayetler olduğunu tercihe şayan görmüşlerdir.
86 - Soru: Kur'an'ın nazil olmasında kaç yol ve mertebe vardır?
Cevap: Kur'an-ı Kerim ayetlerinin Allah (cc) tarafından Hazreti Peygamber'e (sav) indirilmesinde
dokuz çeşit vahiy vardır. Şöyle ki:
1- Salih rüya. Peygamberin kalbi hayâlâta makes olamaz. Bu sebeple onların gördükleri rüya aynen
vahiydir. Hazreti İbrahim'in, oğlu İsmail'i kesiyor görüp de kesmekle memur olduğunu ifade etmesi
gibi. Resul-i Ekrem (sav), "Biz peygamberler cemaatiyiz. Gözlerimiz uyursa da kalblerimiz
uyumaz" buyurmuşlardır. Efendimiz'e (sav) rüya yolu ile vahiy altı ay devam etmiştir.
2- Rüya aleminde. Cenab-ı Hakk'ın cemâlini müşahede edip hitabını dinlemek suretiyle.
3- Salsale-i ceres suretinde vuku bulur. Bu tarz vahiyde, önce, çan sesini andıran gayet heybetli bir
ses duyulurdu. Bunun kesilmesinin sonunda vahiy gelirdi. Bu vahiy tarzı, Peygamber Efendimizin
(sav) olanca varlığı ile vahye muntazır bulunması gibi bir hikmete dayanmaktadır.
4- Peygamber olan zâtın, sesi işitip sesleneni görmemesi suretiyle olur.
5- Vasıtasız olarak kalbe ilkaa olunmak suretiyle.
6- Kalbe vasıtalı olarak ilkaa olunmak suretiyle. Bir Hadis-i Şerif buna ışık tutmaktadır. Şöyle ki:
"Rûh'ul-Kudüs (Cebrail) benim kalbime, bir kimse ecelini ve rızkını tamamlamadıkça ölmez, diye
(bir beyanı) üfledi. Artık Allah (cc)'dan korkunuz ve (rızkı) istemede güzel (hareket) ediniz."
7- Melek aracılığı olmaksızın uyanık halde vaki olur.
8- Vahiy meleğinin beşer suretine temessül edip gelmesi suretiyle olur. Efendimiz (sav) bir Hadis-i
Şeriflerinde, "Birinize arkadaşının gelip konuştuğu ve onu perdesiz olarak gördüğü gibi, bana da
Cebrail gelir ve benimle konuşur" buyurmuşlardır. Cebrail Aleyhisselâm'ın, çok kere, ashabtan
Dihye (ra) suretine girerek Efendimiz (sav)'e geldiği açıkça bilinen gerçeklerdendir. Bundan başka
suretlerde geldiği de olmuştur. Bir muharip suretinde gelmesi gibi.
9- Vahiy meleğinin kendi sureti üzerinde görünüp vahiyde bulunması suretiyle.
87 - Soru: Kıraet-i seb'a imamlarını ve nerelerde ilim neşrettiklerini yazar mısınız?
Cevap: Bunlar, sorunuzda da ifade ettiğiniz gibi, yedi kimsedir. İsimleri ve ilim neşr ettikleri saha
itibariyle şöyle sıranabilir.
1- Nafı ibni Abdirrahman. Bu değerli kıraat alimi Isfehanlı olup, Medine ehlinin kıraat imamıdır.
İlme olan iştiyakı sebebiyle, ashabtan İbni Abbas'dan (ra) ve sayıları yetmişe ulaşan tabiinden
Kur'an-ı Kerim'in kıraatini teallüm etmiştir. 169 tarihinde ahirete irtihal etmiştir.
2- İbni Kesir. Mekke ehlinin kıraatte imamıdır. Aslen Farisli'dir. Kendisi tabiinden olmakla,
Abdullah bin Zübeyr, Ebu Eyyub el-Ensari, Enes bin Malik gibi sahabelerden rivayette
bulunmuştur. 120 tarihinde ahirete irtihal etmiştir.
3, Ebu Amr. Aslen Kazerunlu olup, Basra'da yetişmiş ve Mücahid, Said bin Cübeyr ve İbni Kesir
gibi tabiin alimlerinden kıraet ilmini öğrenmiştir. 154 tarihinde Kûfe'de ebediyyet alemine intikal
etmiştir.
4- Abdullah bin Amir. Şam halkının kıraatte imamıdır. Ashabtan kıraat telâkki etmiştir. 118
tarihinde Şam'da ebediyyet alemine göç etmiştir.
5- Asım Ebu Bekir el-Esedi. Kendisi tabiin alimlerinden olup, Kûfe'de Şeyhu'l-kurra bulunuyordu.
128 tarihinde vefat etmiştir. Kendisinin ravileri Şû'be bin Ayyaş ile Hafs bin Süleyman'dır. Biz
Türklerin kıraat tarzımız Hafs'ın rivayeti ile Asım kıraati olmaktadır.
6- Hamza bin Habib el-Kufı. Tabiinden olması ihtimal dahilindedir. Asım'dan ve Ameş'den kıraat
ilmini telâkki etmiştir. 158 tarihinde vefat etmiştir.
7- Kısai Ali bin Hamza. Bu kudretli alim, kıraat sahasında olduğu gibi Nahiv ilmi dalında dayed-i
tûlâ sahibiydi. Kûfe'de Nahiv ilminde haklı bir şöhrete sahip bulunuyordu. Kıraat ilmini Hamza bin
Habib'den almıştır. 189 tarihinde ebediyyet alemine göç etmiştir.
Bu yedi alimden başka üç değerli zat daha vardır ki, bunlar ile kıraat-i aşere meydana gelmiş
bulunmaktadır. Onlar da şu muhterem zatlardır:
1-Ebu Cafer el-Mahzumi. Bu muhterem kıraat alimi, mü'minlerin annesi Ümmü Seleme'nin (ra)
azad edip hem hürriyetine kavuşturduğu hem de ilim sahasına kazandırdığı bir zattır. 132 tarihinde
Medine'de vefat etmiş bulunmaktadır.
2- Yakub bin İshak. Bu zat, Basra'lı olup bu şehir halkının kıraat imamıdır. 205 tarihinde vefat
etmiştir. Kendisi yüksek bir ilmin sahibi bulunuyordu.
3- Ebu Muhammed Half bin Hişam. Aslen Bağdat'lıdır. Kıraat ilmi sahasında kudretli bir imamdır.
88 - Soru: Fatiha suresi, Mekke'de mi yoksa Medine'de mi nazil olmuştur?
Cevap: Bu husustaki kavillerin ekserisi, Fatiha suresinin Mekke'de nazil olduğu noktasında
toplanmaktadır.
89 - Soru: Her ayet bir menhiyyata karşılık mı indi? Menhiyyat işlenmemiş olsa ayet gene inecek
miydi?
Cevap: Ayet-i Kerimeler, sırf menhiyyatı yasaklamak üzere inmiş değildir. Allah Teala dilediği
zaman dilediği ayeti indirmiştir. Ayet-i Kerimelerin bir kısmı emir, bir kısmı yasak ayetleri olduğu
gibi, birçoğu da geçmiş milletlerin haber ve kıssalarını açıklamaktadır. Bir çokları ibret verici
misaller ve hikmetli mev'izeler ve pörsümeyen ilahi düsturlardan ibarettir.
90 - Soru: Kur'an-ı Kerim'in en son inen suresi hangisidir?
Cevap: "Beraet" süresidir.
HURMET:
Kur'anı Kerim'e Hürmet
91 - Soru: Eskiyen, yani okunamayacak kadar yıpranan Kur'an-ı Kerim'i ne yapmak lâzımdır?
Cevap: Temiz bir torba içine koyup, ayak değmeyecek temiz bir toprağa gömmek münasip ve caiz
olur.
92 - Soru: Kur'an-ı Kerim okumasını bilmeyen bir kimsenin evinde Kur'an bulundurması doğru
mudur?
Cevap: Onu torbaya hapsedip duvara asmak için değil, okuyup öğrenmek üzere bulundurmak şartı
ile.
93 - Soru: Kur'an-ı Kerim, kütüphanenin üst gözünde veya torba içinde duvarda asılı bulunur iken
ayağımızı o tarafa uzatmak doğru olur mu?
Cevap: Kur'an-ı Kerim, yukarıda olduğu için ayağın o tarafa doğru uzatılmasında kerahet yoktur.
Kur'an-ı Kerim aşağıda olur ve tam ayağımızın hizasında kalırsa bu asla doğru değildir.
94 - Soru: Bir kimse Kur'an-ı Kerim'in üzerine ayağı ile basacak olsa ne olur?
Cevap: Hakaret kastı ile basarsa kâfir olur. Hakaret kastı olmaksızın tekfir olunmazsa da kendisi
tekdir ve tedip olunur.
95 - Soru: Üzerinde ayet bulunan para cebimizde iken helaya girilebilir mi?
Cevap: Bunda kerahet vardır. Fakat temiz bir yerde, meselâ kırda abdest bozarken bu paranın cepte
bulunmasında bir mahzur yoktur. Ölçü, bu para üzerimizde iken kirli bir mahalle girilmemelidir.
96 - Soru: Ev veya cami duvarlarının üzerine Kur'an ayetleri yazmakta bir mahzur var mı?
Cevap: Bu hususta değişik beyanlar vardır. Bazı alimler, caiz olması ümit olunur, demişlerdir. Bir
kısmı da zaman gelir sıva dökülür, duvar yıkılır da yazılar ayak altında kalır, düşüncesiyle bunu
mekruh görmüşlerdir. İhtiyata uygun olan açıklama da budur. Şayet bir yazı konulması mevzu bahis
ise bunu levha haline getirip de öyle asmalıdır.
97 - Soru: Cünüp bulunan bir kimse, üzerindeki elbisenin bir tarafı ile Kur'an'ı tutabilir mi?
Cevap: Elbise, giyene tabi olduğu için onunla Kur'an-ı Kerim veya bir ayeti tutmak tahrimen
mekruhtur.
98 - Soru: Kur'an-ı Kerim'in tamamını bir karton üzerine sığacak kadar küçültmüşler ve bunu
basmışlar. Baktığımız zaman okunması mümkün olamayacak derecede küçük. Bu hususta dinimizin
hükmü nedir?
Cevap: Gerek bir hattat tarafından ince bir kalemle yazılmış olsun, gerekse bunun basılmış şekli
bulunsun, Kur'an-ı Kerim'i bu derecede küçük harflerle yazmakta kerahet bulunduğunu İmam-ı
Azam ve İmam Ebu Yusuf ifade etmişlerdir. Bu mes'eleye bakarken, hattatın kabiliyetini ve tekniğin
kudretini düşünmemeli; bu hususta dinimizin hükmünün ne olduğu incelenmelidir. (Fetava-i
Hindiye, c. 5, s. 323)
99 - Soru: Eskimiş bulunan Kur'an-ı Kerim'i yakmak caiz midir?
Cevap: Yakmamalı, temiz bir beze sarıp sonra gömmelidir. (Fetava-i Hindiye, c. 5, s. 323)
100 - Soru: Cami minberlerine asılan örtülerdeki ayetler, göbekten aşağıya geliyor. Bu hatalı değil
mi?
Cevap: Ayetlerin örtünün üst kısmına yazdırılması, kitab ı İlâhiye gösterilecek edebe en uygun olan
şekildir.
HURMET:
Ku'anı Kerim'i okuma ve dinleme adabı
101 - Soru: Kur'an-ı Kerim'i okurken sallamak Yahudi âdetidir, diye bir hadis-i şerif var mıdır?
Cevap: Böyle bir hadis olduğunu hatırlamıyorum.
102 - Soru: Radyoda Kur'an okumak caiz midir?... adlı eser hakkındaki kanaatiniz nedir?
Cevap: Radyoda Kur'an okumanın caiz olup olmayacağı ve hangi şartlar altında caiz olabileceğine
dair değişik görüşler bulunmakladır Bahsi geçen eserin bu noktadan haklılık payı vardır. Zira radyo
her yerde açılabilmekte ve gerekli hürmet gösterilmemektedir. Bahsi geçen eserde bu nokta ile ilgili
görüşler ifrattan uzak bulunmaktadır. Zaruret halinde mikrofonu mihraba koymak caiz değildir.
Çünkü, cereyanın kesilmesi halinde imamı göremeyen ve sesini duyamayan cemaatin namazı
tehlikeye düşer.
103 - Soru: Camide teyp ile Kur'an okunması ve dinlenmesi caiz mi?
Cevap: Hürmet gösterilerek dinlemek şartıyla evde veya camide teypten Kur'an-ı Kerim dinlemekte
mahzur yoktur.
104 - Soru: Televizyonda ve radyoda Kur'an okunsa ve içinde secde ayeti geçse secde etmek caiz
mi?
Cevap: Teyp, radyo ve plaktan dinlenecek Kur'an-ı Kerim'de secde ayeti geçse secde etmek vacib
değildir. (El-Fıkh alâ Mezahibi'l-Erbea c. I, s. 353)
Vacib olmaması demek caiz olmaması demek değildir. Bazı ilim erbabı bunlardan duyulacak sesleri
sada (sesin yansıması) olarak kabul etmektedirler. Bir kısım ilim adamlarımız ise radyo ve
televizyon gibi âletleri, ses nakledici bir vasıta olarak görmekte ve secde ayetini bunlardan işitince
ihtiyaten secde etmek gerekeceğine işaret etmektedirler. (Büyük İslâm İlmihali, namazla ilgili
bahsin 370. maddesi)
105 - Soru: Benim karım Kur'an okumayı öğrenmek istiyor. Kendisini hocaya göndereyim mi? Caiz
mi?
Cevap: Evet, caizdir. Varsa kadın hocayı tercih edersiniz. Bulamazsanız münasip birine gider.
(Fetava-i Hindiye, c. 5, s. 360)
106 - Soru: Aşır okunurken "Vağfir lenâ" ile de amin demek mahzurlu mudur?
Cevap: Herhangi bir mahzur yoktur.
107 - Soru: Yatsı namazından sonra "Amenerresulü"yü okuyorum. Bundan sonra "Va'fü anna"
kelimelerinden sonra cemaat "Amin" diyorlar. Cemaatin amin demesi bid'at mıdır, yoksa doğru
mudur?
Cevap: "Va'fü anna lâfızları, bizi affet, bizi bağışla, bizi esirge" demektir. Bunlardan sonra "Amin"
demek bid'at değildir. Ancak okuyan kimse, çabuk okuyor da "Amin" demeye müsait bir zaman
kalmıyorsa, en sonunda "Amin" demek daha münasip olur. Fıkhi kitapları devamlı olarak
okumanızı ve üzerinde düşünmenizi tavsiye ederim.
108 - Soru: Güneşin doğup battığı zamanda, (kerahet vakti) namazdan başka bir ibadet yapılabilir
mi? Meselâ Kur'an-ı Kerim okunabilir mi?
Cevap: Farz namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerde Kur'an okumak yerine zikir ve salevat-ı
şerife ile meşgul olunmalıdır.
109 - Soru: Aşır okumanın sonunda "Fatiha" denilince, Fatiha'dan önce salevat-ı şerife getiriliyor.
Bunun hikmeti nedir?
Cevap: Duaların kabul olunması için, ya evvelinde veya sonunda salevat-ı şerife getirmek gerekir.
Sure-i Fatiha içinde dua mânâsını tazammun eden ayetler vardır. Bu duaların kabulünü ümit
ettiğimiz için ya Fatiha'dan önce veya bu sureyi okuyup tamamladıktan sonra salevat-ı şerife
okumaktayız.
110 - Soru: Cünüp bir kimsenin, dil alışkanlığı yüzünden, ihlas-ı şerifi okumasında bir mahzur var
mı?
Cevap: Unutarak okumasında vebal yoksa da, bilerek bütün bir ayeti okumak helâl
görülmemektedir. Besmele ve kelime-i tevhid, yarım ayet sayıldığı için okunmalarında bir mahzur
bulunmamaktadır.
111 - Soru: Çarşıda satılan "En'am" şeklindeki Kur'an ayetlerini, yedi kat naylona sararak boynuna
takmakta bir mahzur var mı?
Cevap: O ayetleri boynuna takacağına nurunu kalbine, kelimelerini diline, hükümlerini kafasına,
faziletlerini de ruhuna takmalıdır.
112 - Soru: "Fatiha" denildiği zaman salevat-ı şerife okunuyor. Sebebini açıklayınız.
Cevap: Fatiha, dua mânâsını tazammun eden ayetleri içine almış bulunmaktadır. Okuduğumuz
ayetlerin ve yaptığımız duaların kabulünde ve barigâh-ı ehadiyyte ulaşmasında, Efendimizin
mübarek ruhuna salât-ü selâm hediye etmenin büyük bir yardımı vardır.
113 - Soru: İhlas suresini okurken, (ehadü-nillâhüssamed) şeklinde okunması caiz midir?
Cevap: Caizdir. Bu usuldeki bir okuyuş, ayetin son bulduğu kelime "Nekre" bir isim ise diğer ayetin
ilk lâfzı da lâm-ı tarifli bulunuyorsa bu şekilde vasledilir. İsimlerin sonuna gelen iki esre, iki ötre ve
iki üstün, Arapça'da "Tenvin" adını almaktadır. Tenvin ise sakin bir nun demektir. Sakin bir kelime
ile bu vasıl mümkün olmadığından, sakinin harekelenmesi halinde kesre (esre) ile harekelenmesi
gerektiğinden "Ehadü-nillâhü" diye vasıl yapılmalıdır. Böyle bir vasıl uygundur ve namaza zarar
vermez.
114 - Soru: Mevlidlerde, mevlid-i şerif veya Kur'an-ı Kerim okunduğu sırada, şeker dağıtılıyor veya
şerbet veriliyor. Bu durum Kur'an veya mevlid dinlemeye mani olursa nasıl hareket etmek lâzım
gelir?
Cevap: Kur'an okunurken dağıtmayıp diğer zamanda verilmelidir.
115 - Soru: Aşrın sonunda, "el-Fatiha" denildiğinde sâlâvat-ı şerifeyi önce mi, yoksa Fatih'dan sonra
mı okuyacağız?
Cevap: Her iki şekil de caizdir. Okunması gerekli olan Fatiha'dır. Salevat-ı şerife, duanın kabulüne
vesiledir. Önce veya sonra okunabilir.
116 - Soru: Sabi bir çocuk, abdestsiz Kur'an-ı Kerim okursa bir mahzur var mıdır?
Cevap: Mükellefiyet, akil ve baliğ olmasıyla başlar. Ancak bu edep üzere yetişmesini temin
bakımından abdest aldırmalıdır.
117 - Soru: Kur'an-ı Kerim'i hatmettikten sonra duasını kendimiz mi yapalım, yoksa camide
cemaatle beraber imam efendinin mi yapması lâzım? Kendimiz yapmamızda bir mahzur var mıdır?
Cevap: Kendiniz yapınız, daha münasiptir.
118 - Soru: Kur'an-ı Kerim okumayı sonradan öğrenen bir kimsenin yalnız başına Kur'an
okunurken, bilmeyerek yapmış olduğu üstün, esre, ötre ve buna benzer hatalar günaha yol açar mı?
Cevap: Kendi kendine çalışmasında gösterdiği dikkate rağmen vaki olacak hatalardan sorumlu
olmaz. Çünkü unutmak ve hata etmekten dolayı ahiret azabı kaldırılmıştır. Fakat okumayı
düzeltmek için iyi okuyan bir kimsenin nezaretinde okumaya gayret gösterilmelidir.
119 - Soru: Geceleyin kabristandan geçerken ayet okunmaz diyorlar. Bu hususta bizi aydınlatır
mısınız?
Cevap: Bu söz, yanlış bir iddiadır, dini bir dayanağı yoktur.
120 - Soru: Biz Kur'an ve tecvidi öğrendikten sonra daha fazla bilgi almak istiyoruz. Annemiz ve
babamız izin vermiyorlar. Onlardan kaçak olarak kursa gelsek bir günaha girer miyiz?
Cevap: Siz kız çocukları, hayanın ve iffetin sembolü bulunmaktasınız. Kaçarak değil, mutlaka anne
ve babanızı irşad ederek, ısrar ederek ve yalvararak ikna etmeye çalışınız. Sizin durumunuz, bir
erkek çocuğunun durumu ile değerlendirilemez. Sonra, okumaya gideceğiniz kursun hizmetine de
gölge düşürmüş olursunuz.
121 - Soru: "el-Fatiha" dendiği zaman salevat okunur mu, okunursa evvelinde mi yoksa sonunda mı
okunmalıdır?
Cevap: Fatiha, dua mânâsı taşıdığı için, sonunda salevat-ı şerife okunması, duanın kabulüne vesile
olur.
122 - Soru: Namaz Hocası isimli ilmihal kitabınızın baş yazısında Kur'an-ı Kerim'in yeni harflerle
yazılmasında ilmi ve mantıki engelleri yazıyorsunuz. Ben bundan önce, çocuk okuturken yeni
harflerle, süratli ezberlerler diye, sureleri yazıyor ve iyi netice alıyordum. Bunu, elif harflerini
bellettiğim çocuklara yazıyor ve öğretiyordum. Bunun bir mahzuru var mı?
Cevap: Dini sahada verilecek kararı sadece akla dayamayacağız. Nakli esasları (ayetleri, hadisleri
ve dini eserleri) dikkate alacak ve ona göre hüküm vereceğiz. Hz. Ali: "Din işi sadece akılla
anlaşılacak olsaydı, mestin altına meshetmek daha münasip olurdu" demiştir. Bu itibarla Kur'an-ı
Kerim ya ağızdan öğretilecek veya asli harflerden okutulacaktır. Zira Kur'an-ı Kerim'in hattı vahye
dayalı olup, tevkifi'dir. Başka bir harf türü ile yazılması caiz değildir.
123 - Soru: Radyo ve televizyonda okunan Kur'an'ı dinlemekle sevap kazanır mıyız?
Cevap: Kur'an-ı Kerim'i bir fem-i muhsinden dinlerken takındığımız edeb ve saygıyı teyp,
televizyon ve radyodan dinlenilmesi anında da göstermek gerekir. Meselenin ele alınacak cephesi,
her açılan yerde aynı saygıyı göstermenin imkânsızlığı sebebiyle, radyo ve televizyondan Kur'an
okumanın caiz olup olmayacağını teemmüldür.
124 - Behce Fetvalarından: "Zeyd, Kur'an-ı Azimü'ş-Şan'ın bir kısmını kendisi okusa, okumadığı
sureleri de emrederek Amr'a okutsa, Zeyd (kendi başına) hatim yapmış olmaz" (h.Ec. 2/165)
Açıklama: Fetvaya dikkatle bakılacak olursa, "İki kimse tarafından okunan sureler hatim sayılmaz"
denilmemiş, "Zeyd, hatim yapmış sayılmaz" ifadesi kullanılmıştır. Bu itibarla, her şahıs okuduğu
kısmın ecrini alır. Ancak başkasına emrederek okuttuğu zaman kendi okumuş sayılmaz.
HURMET:
Ücretle Kur'anı Kerim okunur mu ?
125 - Soru: Ücretle Kur'an okumak caiz midir?
Cevap: Hayatta bulunan veya vefat etmiş bir mü'min için para karşılığı Kur'an okutmak caiz
değildir. Ücretle okunacak Kur'an'a sevap hasıl olmaz ki başkasına bağışlayabilsin. Peygamber
Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde, "Kur'an'ı okuyunuz, fakat onun karşılığında (bir ücret alıp)
yemeyiniz" buyurmuştur. (Hukuk-ı İslâmiye ve İstılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. 5, s. 190-191)
Esasen bu mevzu üzerinde alimlerden bir kısmı tarafından ihtilaf vaki olmuştur. Şam Müftüsü
Mahmud Hamza, ücretle Kur'an okumayı tecviz etmiş; belirtilen ücretin alınabileceğini, ücret
belirtilmemiş olursa ecr-i misil olarak kırk dirhemin verilmesini beyan etmiştir. Bu fikirlerin
hülasası "Ref'ul-ğışave an cevazi ahzil ücreti alettilâve" adlı bir risalede toplanmıştır.
İbni Abidin merhum ise bunun aksi olan bir görüşü müdafaa etmiş ve okunan Kur'an karşılığında
ücret almanın caiz olmadığını "Şifaü'l-alîl" ve bellül-ğalil fi hukmi'l-vasiyyeti bi-hatemât-i ve'ttehlîl"
adlı risalesinde açıklamıştır. (Hukuk-ı İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, c. 5, s. 191)
Hatta bu mevzuda yapılacak vasiyetin caiz olmadığını, Kur'an okuyarak para alanın da parayı
verenin de günahkâr olacaklarını ifade etmiştir. (İbni Abidin, c. 1, s. 687)
Taat ve ibadetler hususunda adam kiralamanın caiz olmadığında, Hanefi kitapları ittifak etmişlerdir.
Ücret karşılığında Kur'an öğretmeye, Kur'an'ın zayi olmaması için dini bir zaruret bulunmaktadır.
Bu sebeple, Belh uleması fetva vermişlerdir. Aynı illete dayanarak ücretle imamlık ve müezzinlik
yapmaya müsaade edildiği tasrih edilmektedir. Zaruret olunca mahzurların mubah olacağına dair
fıkıh kaidesi, ilim erbabın meçhulü değildir.
Kur'an-ı Kerim okumanın büyük bir sevaba vesile olduğu hususunda en küçük bir şüphe yoktur.
Ancak, Kur'an okuması için para ile adam kiralamak sahih değildir. Kiralama, menfaatin satışı
içindir. Kur'an okuyan için sevaptan başka bir menfaat yoktur. Sevabın satışı ise sahih değildir.
Kiralama, menfaatin müstecire satılmasıdır. Sevabın ona verildiği ise malum değildir. Bir kimse,
kendisi veya ölmüşlerin birisine hatim indirilmesi için bir şahsı kiralasa, caiz olmaz. Zira sevabın
hasıl olduğu bilinmediğine göre, okuyana ücret vermek gerekmez. Okuyana sevap hasıl olduğu
bilinse bile onun para karşılığında satışı sahih değildir. (Fetava-i Hamidiyye, c. 2, s. 118)
Tac'üş-Şeria, Hidaye adlı kitabın şerhinde şöyle demiştir; "Ücretle Kur'an okumada ne ölen kimse
için ne de okuyan şahıs için sevabı hak etme yoktur." Hidaye sarihi Aynî, "Dünya için (Kur'an)
okuyan men olunur. (Ücret) alan da veren de günahkârdır" (İbni Abidin, c. 5, s. 47) demiştir.
Sevap hasıl olmasının şartı, Allah (cc) için ihlas ile okumaktır. Ücretle Kur'an okuyan kimse, ancak
para için okumaktadır, yoksa Allah (cc) rızası için okumuş değildir. Şayet o kimse, kendisini
kiralamış olan kimsenin para vermeyeceğini bilmiş olsa, onun için bir harf bile okumaz. (Fetava-i
Hamidiyye, c. 2, s. 118) Onlar, Kur'an-ı Kerim'i, kendileri için kazanç yolu yapmışlar ve dünya
servetini toplamaya vesile kılmışlardır. (İbni Abidin, c. 5, s. 47)
Bazı kimseler, ücret almanın caiz olacağına dair bir misal vermektedirler:
Peygamber Efendimiz (sav)'in zamanında ashabtan bazıları, hastalanmış bir kimseye okumak için
çağrılmışlar ve bunun için bir bölük koyun almışlardır. Peygamber Efendimiz (sav)'e bunu
sorduklarında, "Ücret aldığınız şeylerin en haklısı Allah'ın Kitabı üzerine aldığınızdır" buyurmuştu.
Bu vak'ayı kıyas noktası yaparak ücretle Kur'an okumanın caiz olacağına hüküm vermektedirler.
Halbuki bu okuyuş, şifa talebi için okumaktır. Kur'an'ı ücretle okumak bundan ayrı bir husustur.
Çünkü bunda sevap satışı vardır ki, caiz olmayan husus da budur. (Fetava-i Hamidiyye, c. 2, s. 119)
Hulasa ve Nevazil adlı kitaplarda şöyle açıklanmaktadır: "Bir adam, Kur'an okuyan bir kimseye,
kabrinin başında Kur'an-ı Kerim'den bir şey okumayı vasiyet etse, bu vasiyet batıldır. Böyle bir
vasiyet bid'attir. Seleften ve haleften hiçbir kimseden böyle bir kiralamanın caiz olduğuna dair bir
rivayet naklolunmamıştır. (Berika, c. 4, s. 325-326)
126 - Soru: Ölmüş bir kimsenin ruhu için yetmiş bin kelime-i tevhid hatmi yapmakta ölü için fayda
var mıdır?
Cevap: Bunda en küçük bir tereddüt yoktur. Ancak okuyanların para karşılığı okumamaları gerekir.
Bunda para almanın yasaklığının illeti, ücretle Kur'an okumanın yasaklığındaki illettir.
HURMET:
Peygamberimiz (S.A.V) Hayatı
127 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav) miladi 571 yılında doğdu ve 632 tarihinde vefat etti. Bu
noktadan hesap edildiği zaman, 61 yaşında olduğu ortaya çıkıyor. Doğrusu nasıldır?
Cevap: 571-632 yılları, miladi sene olup, güneş yılı esasına göredir. Peygamber Efendimiz'in
yaşının ise, gök ayı hesabına ve (kameri yıla) göre hesaplanması gerekir. Kameri yıl, şemsi yıla
kıyaslanacak olursa, 36 senede bir yıl fark meydana gelmektedir. Zira kameri yıl, şemsi seneden on
gün eksiktir. Aradaki bu farkları dikkate alacak olursanız, Efendimiz Hazretleri'nin yaşı, 63'ü bulur
ve hesap doğru çıkar.
128 - Soru: Peygamber Efendimiz(sav) kimin evinde dünyaya gelmiştir?
Cevap: Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz Mekke'de "Dâr'üt-tabâbia"da dünyaya elmiştir. Bu ev,
aslında Haşim b. Abdimenaf'ın evinden bir bölme idi. Haşim vefat ettikten sonra, bu ev oğlu
Abdülmuttalib'e kalmıştı. Abdülmuttalib de bu evi, oğulları arasında paylaştırmıştı. İşte Efendimiz
(sav), babasına isabet eden bu evde gözlerini dünyaya açmıştır.
129 - Soru: Peygamberimizin(sav) cenazesini kim yıkadı, namazını kim kıldırdı ve en büyük
"Siyer" kitabı hangisidir?
Cevap: Peygamber Efendimiz'in mübarek naaşını, Hz. Ali (ra) yıkamıştır. Bu işle ilgili hizmette
Fadl b.Abbas, Üsame b.Zeyd ve Efendimiz'in kölesi Şükran yardım etmişlerdir. Efendimiz (sav),
vefat ettiği odanın, yani Hz.Aişe validemizin odasının içine defnolunmuş bulunduğundan, orada
yıkanıldı ve oraya defnolundu. Bu sebeple cemaat teşkili mümkün olamadığından herkes tek başına
girip namazı kıldılar. Önce erkekler, sonra kadınlar, daha sonra da çocuklar girip bu ulvi vazifeyi
yerine getirmişlerdir. (Nimetü'l-İslam, s. 592-593)
130 - Soru: Arkadaşlarımızdan biri, bir gün şöyle konuştu: "Yüce Peygamberimizin Muhammed
(sav) ismini kim taşırsa, o kişi sorgusuz cennetle mükâfatlandırılacaktır." Bunun ne derece yanlış
veya doğru bir söz olduğunu sizden öğrenmek istiyoruz. Bu iddia doğru ise, Peygamber Efendimiz
(sav)'in sadece "Muhammed" (sav) ismini taşıyanlar mı yoksa diğer adlarını taşıyanlar da bu şerefe
ve mükâfata mazhar olacaklar mı?
Cevap: Mü'min bir şahsın oğluna "Muhammed" (sav) ismini koyması, elbette ki çok yerinde bir
hareket olur. Ancak bu ismi taşıyan kimsenin sorgusuz cennete gireceğine dair bir hüküm yoktur.
Resul-i Ekrem (sav)'in diğer isimlerini de, bunların dışında kalan isimleri taşıyan da, uhrevi
mükâfatta aynı muameleye tabi olurlar. Yeter ki iman ve amelde kusurları olmasın.
131 - Soru: Peygamberimiz (sav) ne için bir çölde dünyaya geldi, daha şirin bir yerde gelmedi? Bir
de Kâbe-i Muazzama niçin oraya kuruldu?
Cevap: Toprağından enbiya fışkıran bir yer, dünyanın en şirin yeridir. Solmayan ve pörsümeyen
manevi güzelliklerin beşiği olan Mekke-i Mükerreme, Peygamberler Sultanı Hz. Muhammed'in
(sav) doğumuna sahne olmuştur. O sultana böyle bir kutsi belde gerektiği için Cenab-ı Hak böyle
tensip etmiştir. İlâhi hikmetleri akılla kavrayabilmek kolay değildir.
132 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in içkiyi haram kılan ayet gelmezden önce içki içtiğini
söyleyenler var. Bu iddia doğru mudur?
Cevap: Bunu söyleyen kimseler, en nazik bir ifade ile halt etmişler. Resul-i Ekrem Efendimiz(sav),
değil peygamberlik gelip de henüz içkinin haramlığını ifade eden ayet inmezden önce, kendisine
peygamberlik vazifesi gelmezden önce bile bir damla içkiyi ağzına asla koymamıştır. Bunu
söylemek, kişiyi küfür bataklığına iter. Bu iftira, sarhoş kusmuğundan daha iğrenç bir hezeyandır.
133 - Soru: Asr-ı saadet ile günümüz arasındaki fark nedir? Açıklayınız.
Cevap: Aralarında mücevher ile çakıl taşı kadar fark bulunan iki zaman parçasıdır. Resul-i Ekrem
(sav)'in yaşadığı ve şereflendirdiği bir asır, zaman parçalarının en değerlisidir.
134 - Soru: Benim bir arkadaşım var. Peygamberimizin (sav) yaşadığı yerdeki insanların esmer
olmasından hareketle, Peygamber (sav) Efendimizin de esmer olduğunu söylüyorlar. Ben ise
"Beyaz" diyorum. Buna nasıl bir cevap vermek gerekir?
Cevap: Peygamber Efendimiz (sav)'le ilgili olarak Beyhaki'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle
ifade edilmektedir: "Rasulullah (sav), beyaz (hem de) pembe idi. Göz bebeği ise siyahtı. Göz
kapaklan (gür) kirpikliydi." (Feyzü'l-Kadir, c.5, s. 69)
135 - Soru: Peygamberlerin hayatını filme almak caiz midir?
Cevap: Ne peygamberlerin ne de hulefa-i raşidin'in hayatını filme almak caiz değildir. Bakınız (elicabatü'sŞeria
fi Mesaili'ş-Şeria, cüz 1, s. 18)
136 - Soru: Uhud Harbi'nde Peygamber Efendimiz (sav)'in yüzünü yaralayan ve iki tane dişini kıran
bedbaht müşrikin adını yazar mısınız?
Cevap: İbni Kaime'dir.
137 - Soru: Peygamberimizin (sav) ilk iştirak ettiği harbin Bedir gazvesi olduğunu biliyoruz.
Efendimiz (sav)'in en son harbi hangisidir? Hicretin kaçıncı senesinde olmuştur?
Cevap: Fahri Kâinat Efendimiz (sav)'in en son gazvesi "Tebûk" seferidir. Hicretin dokuzuncu
yılında olmuştur.
138 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in Medine'ye geldiği zaman Ebu Eyyub el-Ensari'nin evinde
misafir olarak kaldığını biliyoruz. Acaba bu müsaferetin müddeti ne kadar devam etmiştir?
Cevap: Bahsi geçen sahabinin evinde dokuz ay kalmıştır.
139 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in kaç müezzini vardı? İsimlerini yazınız.
Cevap: Dört müezzini vardı. İsimleri: Bilal-i Habeşi, İbni Ümmü Mektûm, Ebu Mahzûre ve Sa'dü'l-
Kurâzi'dir.
140 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in künyesini açıklar mısınız?
Cevap: Efendimiz'in künyesi, ilk oğlu Kaasım'a nisbetle aldığı "Ebü'l-Kasasım"dır. Bu değişik
bahislerde geçmekte ve bilinmektedir. Bir de İbrahim adındaki oğlu dünyaya geldiğinde Cebrail
Aleyhisselâm Peygamberimize (sav) geldiği bir gün de "Yâ Ebâ İbrahim" diye künye vererek hitap
etmiştir. (Tabakaat-i İbni Sa'd, c. 1, s. 135)
141 - Soru: Peygamber (sav) haftanın hangi gününde peygamberlikle vazifelendirildi.
Cevap: Pazartesi günü.
142 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in hicrette Medine-i Münevvere'ye varması hangi güne
tesadüf etmekteydi?
Cevap: Pazartesi gününe. (Tabaakat-ı İbni Sa'd, c, 1. s. 233)
143 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in hediye kabul edip de sadaka almamasının sebebini
açıklar mısınız?
Cevap: Sadaka, malın kiridir. Efendimiz (sav)'in tertemiz varlığı, nurani tabiatı bu kiri kabul edecek
durumda değildir. Bu sebeple, önüne yemek konulduğu zaman "Hediyye mi, yoksa sadaka mı?"
diye sorardı. Şayet "Sadaka" cevabını alırsa onu yemezdi. Açlığında karnına taş bağlamış ve fakat
sadaka yememiştir. Bir Hadis-i Şeriflerinde, "Biz Muhammed hanedanı sadaka yemeyiz"
buyurmuştur. Hatta bir defasında fakirlere dağıtılmak üzere "Beytü'l-Mâl"e getirilen zekat
hurmalarından birini küçük yaştaki torunu Hz. Hasan (ra) ağzına götürmüştü. Efendimiz (sav)
hemen koştu ve onun ağzındaki hurmayı eliyle çıkardı ve "Bizim sadaka yemediğimizi sen bilmedin
mi?" buyurdular.
144 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in en çok sevdiği yemek hangisidir?
Cevap: Peygamber Efendimiz hiçbir zaman yemeği ayıplamazdı. İştah duyduğunu yer, iştah
duymaz ise bırakırdı. Yemekler içinde tirid'i, kabak yemeğini ve hayvanın ön uyluğuna ait eti tercih
ederdi.
145 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in hizmetçisi bulunan kadınlar kimlerdi?
Cevap: Selmâ, Hudrat, Radvâ ve Meymûne binti Hâris'dir. Efendimiz (sav) bunların hepsini azâd
edip hürriyetlerine kavuşturmuştur.
146 - Soru: Peygamber Efendimiz'in (sav) bizzat katıldığı harplerin sayısını açıklar mısınız?
Cevap: Bunların sayısı yirmi yedidir. Bu harplerden Peygamber Efendimiz (sav)'in bizzat
dövüştüğü harpler dokuzdur. Onları açıklamakla yetineceğiz: Bedir, Uhud, Müreysıf, Hendek,
Kurayza, Hayber fethi, Mekke fethi, Huneyn ve Taif gazveleri.
147 - Soru: Resul-i Ekrem (sav)'in asker sevkettiği, fakat kendisinin katılmadığı harplerin sayısını
açıklar mısınız?
Cevap: "Seriyye" adı verilen bu askeri hareketlerin sayısı kırk yedidir.
148 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'e sihir yapan kimsenin adını ve ne ile sihir yaptığını açıklar
mısınız?
Cevap: Yahudilerden Lebid bin Asam adındaki bedbaht, bu sihri yapmıştır. Saç ve sakal tarantıları
ile tarağa düğüm bağlamak suretiyle sihir yapmış ve "Zervân" kuyusuna atmıştır.
149 - Soru: Bu sihirden Peygamber Efendimiz (sav) nasıl haberdar olmuştur ve sihrin tesirinden
nasıl afiyet bulmuştur?
Cevap: Efendimiz rahatsızlığının farkındaydı. Bazen yapmadığı bir işi yaptığını sanıyordu. Bir gün
Cebrail ile Mikail aleyhisselâm, insan suretine girerek geldiler. Biri, Resul-i Ekrem (sav)'in
başucuna; diğeri ayak tarafına geçerek aralarında konuşmaya başladılar. Efendimiz (sav) de
bunların konuşmalarını duyuyor ve durumdan haberdar oluyordu. Biri, "Bu zâta ne oldu?" demiş,
öbürü, "Sihir yapıldı" diye cevap vermişti. O, "Kendisine kim sihir yaptı?" dedi. Diğeri, "Lebid bin
Asam" cevabını verdi. O, "Bu sihir neye (ve nasıl) yapılmıştır?" diye sordu. Diğeri, "Bir tarağa ağaç
ve sakal tarantısı ile ve bir de erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı ile" cevabını verdi. O, "Sihir
nerededir?" dedi. Diğeri, "Zervaân kuyusunda" diye cevap verdi. Bu konuşmaları dinleyen Fahr-i
Kâinat Efendimiz, Hazret-i Ali (ra) ile Ammar'a (ra) emretti de onlar bu kuyudan sihiri çıkardılar.
Kuyunun suyu kına ıslatılmışcasına bir renk almıştı. Tarağa onbir tane düğüm atılmıştı. Cenab-ı
Hak tarafından Muavvizeteyn sureleri indirilmiş bulunduğundan, Resul-i Ekrem (sav) bu sureleri
okumaya başladı. Her ayeti okudukça bir düğüm çözülüyordu. Surelerin okunması tamam olunca,
Efendimiz (sav) de tamamen iyileşmiş oldu.
150 - Soru: Efendimiz (sav)'e sihrin tesir göstermesinin hikmeti nedir?
Cevap: Ümmetlerine gerekli dersi almaları ve manevi ilticalarla sihirden korunma tedbirini ihmal
etmemelerini tenbih hikmetine dayanmaktadır.
151 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in Hayber fethi günü zehirlendiğine dair halkın arasında bir
rivayet dolaşmaktadır. Bunun aslı var mı?
Cevap: Evet, bu haber doğrudur. Hayber Yahudilerinden Sellâm bin Mişkem'in karısı bulunan
Zeynep binti Haris, kızarmış bir koyun hediye etmişti. Koyunu pişirmeden önce, Resul-i Ekrem'in
(sav) koyunun hangi tarafının etinden daha çok hoşlandığını soruşturmuş ve ön kollarını tercih
buyurduklarını öğrenince o kısma zehri koyarak pişirmişti. Kızarmış haldeki koyun, Efendimiz'in
önüne konulduğu zaman, mucizevi bir hadise olarak koyun, Resul-i Ekrem(sav)'e, "Ben zehirlenmiş
haldeyim" diye durumu haber vermişti. Peygamber (sav), "Ellerinizi yemekten kaldırın, o (koyun)
zehirli olduğunu bana haber verdi" buyurdu. Ashab yemekten el çektiler. Koyunu getiren kadın
Resul-i Ekrem (sav)'in huzuruna getirildi ve bunu ne için irtikap ettiği kendisinden sorulunca, "Eğer
sen Peygamber isen, Allah (cc), durumu sana bildirir. Şayet yalancı isen, halk senden kurtulmuş
olur, diye düşündüm" cevabını verdi.
Bişr bin Bera yediği etten aldığı zehirle şehid oldu. Peygamber Efendimiz (sav) hacamat oldu ve
ashabına da hacamat olmayı tavsiye buyurdu. Zehirli koyunu getiren kadın, cezasını hayatı ile
ödedi. (Tabakaat-ı İbni Sa'd, c. 2, s. 200)
152 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in vefatı ile ilgili hastalık hangi gün başladı ve kaç gün
devam etti?
Cevap: Çarşamba günü hastalık başladı ve onüç gün devam etti. Resul-i Ekrem (sav), ikinci
haftanın Pazartesi günü ebediyyet alemine göç ettiler.
153 - Soru: Peygamber Efendimiz' (sav)in mübarek nâşını kabrine kim indirmiştir?
Cevap: Hz. Ali, amcasının oğlu Fadl, Üsame bin Zeyd ve Abdurrahman bin Avf indirmiş ve İslâmi
vecibeyi yerine getirmişlerdir. (Tabakaat-ı İbni Sa'd, c. 2, s. 300)
154 - Soru: Efendimiz (sav)'in kabrinin toprakları kapatıldığı zaman başkaca bir şey yapıldı mı?
Cevap: Kabrinin üzerine su serpilmiştir.
155 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in mirası nasıl taksim olundu:
Cevap: Hz. Fatıma (ra), Halife bulunan Ebu Bekir (ra) gelip babasının mirasından sual açmış, oda
kendisine, "Biz kimseyi mirasçı kılmayız. Bizim terk ettiğimiz sadakadır" Hadis-i Şerifini
hatırlatmıştır. Böylece Efendimiz (sav)'in arkaya kalan ufak tefek eşyası varislerine taksim edilmiş
değildir.
156 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in dünyaya geldiği gece vukua gelen harikaları
açıklarmısınız?
Cevap: Evet, birtakım harikalar vücuda gelmiş ve halkı şaşkınlıklar içinde bırakmıştır. Şöyle ki:
1- Bir yıldızın doğması. Bu yıldızı gören Yahudi bilginleri, "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed
aleyhisselâm doğmuştur" dediler.
2- Kisra'nın sarayında büyük bir gürültü ile ondört burç çökmüştü.
3- İranlıların bin seneden beri yanmakta bulunan ve kendilerince kudsiyet atfettikleri ateşgedeleri
sönmüştür.
4- Semave deresi taşmış ve etraf sular altında kalmıştır.
5- Sâve gölü kurumuştur.
157 - Soru: Rahip Bahira'nın, Peygamberimizin (sav) geleceğine dair müjdeleri, onun mü'min
olduğunu ortaya koyan bir delil kabul edilebilir mi?
Cevap: Rahip Bahira'nın verdiği bu müjde sırasında Peygamber Efendimiz henüz oniki yaşında
çocuktu. Bahira, Hazret-i İsa'nın getirdiği dini esasları üzerine inanmış bir kimse idi. İbni Hacer,
İsabe'de, "Onun, Efendimiz (sav)'e peygamberlik geldiği sıraya erişip erişmediğini bilemiyorum"
demiştir.
Şayet Resulullah Efendimiz (sav)'in peygamberlik devresine erişmiş ise, ona iman etmiş olacağı
sözlerinin şehadetiyle sabittir. Şayet bu mazhariyete erişememiş ise, Hazret-i İsa'nın getirdiği din
nesh olunmazdan önce onun bozulmamış akideleri üzerine iman etmiş olarak bu alemden
göçmüştür.
HURMET:
Peygamberimiz S.A.V Hadisleri - Sünetleri
158 - Soru: Hadis-i şerif neye denir?
Cevap: Peygamber Efendimiz (sav)'in sözü, işi ve bir kimseyi söylerken veya işlerken görüp de ses
çıkarmadığı (takriri)dir.
159 - Soru: Bir kitaptan öğrendiğime göre, yüce Peygamberimizin (sav) 750 bin Hadis-i Şerifi
yazılmış. Bunlardan ancak kırk bini piyasada, yedi yüz on bini ise depolarda olup toz toprak
içindeymiş, doğru mu?
Cevap: Peygamber Efendimizin (sav) rivayet edilen hadis-i şeriflerin sayısını kat'iyetle tesbit etmek
mümkün olamamaktadır. Ancak yaklaşık olarak bir rakam söylemek kabil olabilir. Fakat Buhari'nin
Sahih'inde, Müslim'in Sahih'inde, Ebu Davud'un Sünen'inde bulunan hadislerin ve diğerlerinin
miktarını sayı ile ifade mümkün değildir. Şu ciheti kesin olarak ifade edebiliriz ki, Efendimizin
hadis-i şeriflerinden 710 bin Hadis-i Şerifin depolarda, toz ve toprak içinde olduğu iddiası, kolay
kabul edilebilecek bir söz değildir. Esasen bu ilimde söz sahibi bulunan şahıslarca bu ve buna
benzer söz edilmiş değildir. Cahillerin konuşmalarının ilim pazarında değeri yoktur.
160 - Soru: En faziletli sünnet nedir?
Cevap: Sünnetler arasında en faziletli olanını, bir kelime ile ifade edebilmek mümkün değildir.
Ancak, sünen-i hüda, sünen-i zevaid'den üstündür. Sünen-i hüda da sınıflandırılarak namazlar
arasında "Sabah namazının sünneti, diğer sünnet namazlardan faziletlidir" denilebilir. Sünnet olan
oruçlar arasında "Savm-i Davud" faziletçe daha üstündür demek, daha ihtiyatlı bir yol olur..
161 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'den bir önce geçen İsa Aleyhisselâm olduğu halde,
Peygamber Efendimiz(sav) neden İbrahim Aleyhisselâmın dini üzerine hareket etti. Risalet nuru
kendisine gelene kadar böyle hareket edişinin sebebi nedir?
Cevap: Hz. İbrahim, Peygamber Efendimiz (sav)'in dedesi ve tevhid dininin mübelliğidir.
Resulullah'a (sav) peygamberlik vazifesi gelesiye kadar, Efendimiz (sav) bu inanç üzere
bulunmuştur.
162 - Soru: Bazı camilerde sakalı şerif ziyareti yapılıyor. Bunlar gerçekten Peygamber Efendimiz
(sav)'e mi aittir?
Cevap: Peygamber Efendimiz (sav), gerek saç, gerekse sakalını tıraş ettirdiğinde ashab onları yere
düşürmez, hatıra olarak saklarlar ve birbirlerine hediye ederlerdi. 23 senelik peygamberlik devresi
içinde, bilhassa Medine-i Münevvere'de, muhafaza edilen mübarek saç ve sakalları, daha sonra
İslâm aleminin muhtelif şehirlerine intikal etmiş oldu.
163 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav) kaç yaşında sakal bırakmıştır? Sakal bırakma yaşını beyan
eden bir hadis var mıdır? Var ise hangi kitapta bulunabilir? Açıklayınız.
Cevap: Peygamber Efendimizin sakalsız bir zamanı olmamıştır. Sakalının bitmesi ile onu uzatmıştır.
Biz ümmetlerine sakal bırakmayı tavsiye ederken, bunu yaş kaydına bağlamamıştır.
164 - Soru: Milletler nasıl ise öyle idare olunurlar sözü hadis mi? Bu mealde hadis var mı? Varsa
hangi kitaptadır, sahih midir, ravisi kimdir? Bu söz İtalyan prensinindir diyenler var, doğru mu?
Cevap: "Kemâ tekûnu yüvella aleyküm=Olduğunuz gibi idare olunursunuz" mealinde bir Hadis-i
Şerif vardır. Hadisin ravisi Ebu Bekir (ra)'dir. (Camiu's-Sağir Şerhi, Feyzü'l-Kadir, c. 5, s. 47, hadis
no: 6406)
165 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav) Hazretleri'nin hadisleri, ayetten sonra mı bildirilmiş
bulunmaktadır?
Cevap: Böyle bir ölçü yoktur. Ayet gelmezden önce de, sonra da Hadis-i Şerifler vârid olmuştur.
166 - Soru: İstimâu'l-melâhi ma'sıyetün ilh. Hadis-i Şerifini izah eder misiniz? "Lezzet alan
küfürdedir" diye biten bu hadise göre lezzetin tezahür şekli hangi hadde baliğ olan küfürdür?
Cevap: Bahsi geçen Hadis-i Şerif, Tarikat-ı Muhammediye'de Kaadihan'dan naklen (âfât-ı üzün
bahsinde) geçmektedir. Tamamı (mealen) şöyledir: "Çalgı aletlerini dinlemek günahtır. Onun
(çalınması) üzerine oturmak fısk'tır. Onunla telezzüz etmek ise küfürdür."
Buradaki küfrün, Cenab-ı Hakk'ın verdiği işitme nimetini, yaratılmış bulunduğu faydalı işlerin
dışında kullanmak suretiyle "Küfran-ı nimet"e hamledenler bulunduğu gibi, helâl olduğunu iddia
ederek dinlemek şartına bağlayanlar olmuştur. Kadihan demiştir ki: "Peygamberin (sav) hadisi,
tehdit içindir; yoksa tahkik için değildir. Bu teşdide sebep, küfrün lâfzını gösterip hakikatini
dinlememektir. Bilâkis mecazi mânâ kasd etmektedir. (Berika, c. 4, s. 61)
168 - Soru: "Açlık cezası yalnız Allah'a mahsustur" mealinde bir hadis var mıdır?
Cevap: Bu mealde bir Hadis-i Şerif yoktur. "Ateşle ancak Allah azap eder" mealindeki hadis ile
karıştırmış olmayasınız?
169 - Soru: Çalgıyı dinlemek masiyet, çalgı çalınan yerde oturmak fısk, çalgıdan haz duymak
küfürdür, mealindeki Hadis- Şerif hangi kitapta vardır?
Cevap: Türkün Gazalisi diye anılmaya lâyık bulunan İmam Birgivi'nin "Tarikat-ı Muhammediye"
adlı eseri üzerine yazılmış bulunan şerhlerden "Berika"nın, c. 4, s. 60-6l'de bulunmaktadır.
170 - Soru: Bıyıkların üstünden ve alt kısmından (ucundan) fazlaca kesmek sünnete aykırı mıdır?
Cevap: Bıyıkların üzerlerini kırpmak dudakların çizgisi görünecek kadar uçlarını kısaltmak sünnete
uygun bir haldir. Bunda bir mahzur yoktur; bil'akis fayda vardır.
171 - Soru: Sakalın sünnete uygun olması için ne kadar olması lâzımdır?
Cevap: Bir tutam olması ve fazlasının kesilmesi gerekir.
172 - Soru: "Tevazuun fazlası zillettir" diye bir Hadis-i Şerif var mıdır?
Cevap: Bu mealde bir Hadis-i Şerif gözümüze ilişmiş değildir. Bizim görmeyişimiz, yok olduğu
mânâsına alınmamalıdır. Tevazu, mütekebbir kimseye karşı gösterilecek olursa, İslâmi bakımdan
zillet olur. Mü'mine karşı gösterilecek olursa dini esaslara göre hareket edilmiş olur.
173 - Soru: Çalgı hakkında bir kardeşimiz Hadis-i Şerif okudu ve fakat hangi kitapta olduğuna dair
bilgi vermedi. Soran kişi, hadisin hangi kitapta olduğunu istiyor. Hadisin metni, "Kim ki çalgı
dinlerse asi olur, ondan lezzet alırsa kâfir olur" şeklinde olacak. Bizi aydınlatır mısınız?
Cevap: Bahsi geçen hadis-i şerif, Tarikat-ı Muhammediye adlı kitabın şerhi "Berika"nın c. 4, s. 60'ta
bulunmaktadır ve tamamı şöyledir: "Çalgı aletlerini dinlemek masiyet, çalınan yerde oturmak fısk
ve ondan zevk almak ise küfürdür." Yalnız bu küfrün tahkik veçhile değil, teşdid için varid olduğu
veya helâl olduğuna inanarak dinlemesi halinde küfre gideceği yahut küfran-ı nimet olduğu şeklinde
tevil ve izah edilmektedir.
174 - Soru: Peygamber Efendimiz, bir Hadis-i Şerifinde -mealen: "İnsanlar hesaba çekilecek. Hz.
Ebu Bekir (ra) müstesna" buyurmaktadır. Hz. Ebu Bekir (ra), dört büyük halifeden biridir. Hz. Ömer
(ra), Hz. Osman (ra) ve Hz. Ali (ra) de dört büyük halifeden bulunmaktadırlar. Bu üçü de müstesna
kaydının içinde bulunmakta mıdır?
Cevap: Bahsi geçen Hadis-i Şerif, Hz. Ebu Bekir(ra) hakkında müstesna bir iltifatı ortaya
koymaktadır. Halife olması itibariyle varid olmuş değildir.
175 - Soru: Namaz farz kılınmadan önce Peygamberimiz (sav) nasıl namaz kılmıştır?
Cevap: Efendimiz (sav) peygamberlikle birlikte akşam ve sabah namazı olmak üzere iki vakit
namaz emrolunmuştur. Peygamberlikten önce ise Cenab-ı Hakkı tefekkür ile deruni bir vecd ve
istiğrak halinde bulunurdu.
176 - Soru: 100 yılda bir mürşid-i kâmil geleceğinin hadisle sabit olduğu söylenmektedir. Mürşid-i
kâmil'e kendisinin yetkili kılındığı Allah (cc) tarafından bildirilir mi?
Cevap: Bahsi geçen Hadis-i Şerif, mürşid değil "Müceddid" gönderilmesiyle ilgili olup Sünen-i Ebu
Davud (c. 4, s. 109)'da zikredilmektedir.
177 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav) bir Hadis-i Şeriflerinde, "Benim resmimi bulup görürseniz,
ayak altına alıp çiğneyin" diyor. Bu Hadis-i Şerif sahih midir?
Cevap: Bahsettiğiniz mealde bir Hadis-i Şerif görmüş değiliz. Bu sebeple sıhhati hakkında fikir
beyan edecek durumda değilim. Ancak, bu mevzuda başkaca Hadis-i Şerifler vardır.
178 Soru: Peygamberimiz (sav) bir Hadis-i Şerifinde, "Sizlere iki türlü ölü madde ve kandan oluşan
iki uzvun yenilmesi helal kılınmıştır" buyuruyor. Bilindiği üzere, İslâm dininde hayvanın kanı
akıtılarak yenir. Ancak iki ölü hayvanın eti ile kandan oluşan hayvanın iki uzvu bunun dışında
bırakılmıştır? Bu dört şey nedir?
Cevap: Bahsi geçen Hadis-i Şerifin devamı: "Size iki ölü iki kan helâl kılındı. İki ölü, balık ve
çekirge; iki kan da ciğer ve dalaktır" şeklindedir.
179 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav) saçını tarar mıydı ve sürme çeker miydi?
Cevap: Peygamber Efendimiz (sav) saçının bakımına itina ve dikkat gösterir, fazla sık olmamakla
beraber saçlarını tarar ve sürme çekerdi. Hatta, yolculuğa çıkarken tarak, ayna, başına sürdüğü yağ,
misvak ve sürmeyi de beraberinde götürürdü.
180 - Soru: Resul-i Ekrem (sav) aynaya baktığı zaman bir şey okur muydu:
Cevap: Evet, "Allahümme kema hassente halki fe hassin huluki" diye dua ederdi.
181 - Soru: Muhaddis kime denir?
Cevap: Hadis-i Şerifin metnini ve raviler silsilesini bilen kimseye verilen isimdir:
182 - Soru: "Peygamber Efendimiz (sav), Mirac'da Hz. Allah (cc) ile mükaleme ederken"
dediğimizde, Cenab-ı Hakk'a bir mekân tahsis etmiş olur muyuz?
Cevap: Olmayız. Zira, dinleyenin mekânda olması, Allah Teala'nın da mekânda olmasını
gerektirmez. Bu inceliği kavramanın güç olmadığı kanaatindeyim.
183 - Soru: Bir kimse "Eddünya sicnü'l-mü'mini ve cennetü'l-kâfiri" Hadis-i Şerifini inkâr etti. Biz
ise bu kelâmın hadis olduğunu biliyoruz. Onu inkârda bulunan kimse ne olur?
Cevap: Bahsi geçen Hadis-i Şerif, Müslim hadislerindendir. Riyüzü's-Salihin'in Diyanet İşleri
Başkanlığı'nca neşredilmiş nüshasının c. 1, s. 386'da 492 rakamı ile mevcut olup merak edenler
oradan okuyabilir. Bu şahsın ne şekilde bir inkârda bulunduğunu bilemediğim için bir şey
diyemeyeceğim.
Bunun hadis olmadığını söylemek, en nazik bir ifade ile, kendi cahilliğini kendi ağzı ile ortaya
koymak olur.
184 - Soru: Sakal bırakmanın sünnet-i zevâidden bulunduğuna kâfi bir delil var mıdır?
Cevap: Sünnet-i hüda, dini vazifelerle ilgili sünnetler olup, Efendimiz'in şahs-ı Muhammedilerine
mahsus fiil ve hareketler sünnet-i zevaid adını almaktadır.
185 - Soru: "Men teşebbehe bi kavmin fe hüve minhüm" hadis-i şerifi ile "İnnellahe lâ yenzuru ilâ
suveriküm ilh" hadis-i şerifi arasında tenakuz olduğunu iddia edip, birini kabul edince diğerini inkâr
eden bir şahıs hakkında hüküm nedir?
Cevap: Bunların her ikisi de hadis-i şeriftir ve aralarında kat'iyyen tenakuz yoktur. İki kelâm
arasında tenakuz olabilmesi için mantık ilmine dikkat etmek gerekir. Şöyle ki: Zaman, mekân, fiil
kuvve ve şartlarda birbirinin zıddı ifadeler bulunduğu zaman tenakut olur. Meselâ, "Babam bugün
eve geldi" ifadesi ile "Babam bugün eve gelmedi" sözlerinin arasında tenakuz bulunmaktadır. Her
iki Hadis-i Şerif bu açıdan ele alınıp tetkik edildiği zaman aralarında asla tenakuz mevcut değildir.
Birinci Hadis-i Şerifi ele alalım: "Kim (gayrimüslim) bir kavme benzemeye özenir ise o
onlardandır" mealine göre, başka bir hadis-i şerif bulunsa ve muhal farz onun mânâsı da "Kim
gayrimüslim bir kavme benzemeye özenirse o onlardan (sayılmış) değildir" şeklinde olsa o zaman
aralarında tenakuz olur.
İkinci Hadis-i Şerife göre, "Allah (cc), sizin dış görünüşlerinize bakmaz" mânâsının tam aksi bir
hadis bulunsa, o zaman aralarında tenakuz olur. Bu şartlar bulunmadığı halde iki hadis arasında
tenakuz arayan, cahilin da kendisidir. Hadis-i Şerifin birini kabul edip diğerini inkâr ise kişinin
cehenneme postu sermesidir.
HURMET:
Hz Peygamber (S.A.V.) Çocukları
186 - Soru: Peygamber (s.a.v) Efendimiz, iki kızını Ebû Cehil'in, oğullarına vermiş. Rukayye (ra)
ile Ümmü Gülsüm'ü(ra) bu kimselere neden vermiş? "Müşrike kız verme fakat al" deniliyor.
Açıklayınız.
Cevap: Peygamber Efendimizin (sav) Rukayye ve Ümmü Gülsüm adlı kızları, Ebû Cehil değil Ebû
Leheb'in oğluna nikahlanmış ise de gerdeğe girmeden kocaları tarafından -Ebû Leheb'in teşviki ileboşanmışlardır.
"Tebbet' sûre-i celîlesi nazil olunca Ebû Leheb, Oğlu Utbe'yi karşısına alarak "Eğer
onun kızını boşamazsan, başım senin başına haram olsun" demiş ve dayatmıştı. Bunun üzerine
Utbe, Hz. Rukayye'yi boşadı. Ebû Leheb bu ısrarı, diğer oğlu Uteybe'ye de tekrarladı. Ona da
Ümmü Gülsüm'ü boşattı. O zaman, mü'min kadınların gayri müslimle evlenmesini yasaklayan Ayeti
Kerîme henüz gelmemişti. Bu âyet geldikten sonra müşrikten ne kız alındı ne de kız verildi.
187 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in dört tane kız evlâdının olduğunu biliyoruz. Bunlardan
birisi, Hz. Fâtıma (ra), bunu Hz. Ali (ra) aldı. Bu hususu biliyoruz. Hz .Osman (ra) da iki tane kızı
ile evlendi. Bunların isimlerini ve dördüncüsünü kim aldı? İsimlerini bildirmenizi rica ederiz.
Cevap: Peygamber Efendimiz (sav)'in dört kızı olmuştur. Bunlardan Zeynep (ra), teyzesi Hâle binti
Hüveylid'in oğlu Ebü'l-Âs ile evlenmiştir. Bu evliliklerden Ümame adında bir kızları olmuştur.
Rukayye (ra) Hz. Osman (ra) ile evlenmiştir. Onun vefatı üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz(sav),
diğer kızı Ümmü Gülsüm'ü (ra) Hz. Osman(ra)'a nikahlamıştır. Hz. Fâtıma (ra), Ali b. Ebû Talip (ra)
ile evlenmiştir. Bu hususta fazla bilgi almak isterseniz. "Büyük İslâm Kadınları" isimli kitabımızı
okumanızı tavsiye ederiz.
188 - Soru: Eseriniz bulunan "İslâm'da Kadın ve Aile kitabının 155. sayfasında, Peygamber
Efendimizin (sav) üvey kızının adı, Berre iken onu Zeyneb olarak değiştirdi" diye yazılmış
bulunuyor. Kaynak olarak da et-Terğib ve't-Terhib isimli kitabın 71. sayfasındaki Ebû Hüreyre
(r.a.)ın rivayet ettiği 8 numaralı Hadîs-i Şerifini gösteriyorsunuz. Bu hadîste üvey kızı diye
yazmıyor. Bütün ilmihallerden öğrendiğimize göre ve Ali Himmet Berki'nin Hatemül-Enbiya Hz.
Muhammed (sav) ve Hayatı isimli kitabının 41. sayfasında kaydedildiğine göre "Hz.
Peygamber(sav)'in üçü oğlan, dördü kız olmak üzere yedi evlâdı olmuştur. İbrahim'den başka hepsi
Hz. Hatice'den doğmuştur" deniliyor. Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Siz, İslâm'da Kadın ve Aile'yi okurken gözünüzden kaçan bir husus olmuş. Bahsi geçen kız,
Peygamber Efendimiz(sav)'in öz kızı değil Ümmü Seleme validemizin ilk kocası Ebû Seleme'nin
kızıdır. et-Terğib ve't-Terhib'in c. 3, s. 71'deki 8. nolu hadîs-i şerifte "Binti Ebî Seleme" ibaresi de
bunu gösteriyor. Peygamber Efendimiz Ebû Seleme'nin vefatından sonra Ümmü Seleme
validemizle evlenmiştir. Bu sebeple üvey kızının Berre olan adını Zeyneb olarak değiştirmiştir,
kitapta yazılan doğrudur.
189 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in erkek ve kız çocuklarını, sayılarını ve isimlerini yazar
mısınız?
Cevap: Evet, önce erkek çocukları yazalım:
1- Kaasım, 2- Abdullah (Tayyib) 3- Tâhir. (Bu üçünün annesi Hz. Hatice r.a. dır). 4- İbrahim.
(Bunun validesi ise Mâriye-i Kıbtiyye ra. dır). Kızları: 1- Zeynep, 2- Rukayye, 3- Ümmü Gülsüm 4-
Fâtıma (r.a.e.).
190 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in mübarek kerimeleri Hazret-i Fâtıma (ra.) kaç yaşında
vefat etmiştir?
Cevap: Bu hususta değişik beyanlar varsa da içlerinden en sahih olanı aktaralım. Hazret-i Fâtıma
yirmi dört yaşında iken vefat etmiştir.
HURMET:
Hz.Pygamberin (S.A.V) Yakınları
191 - Soru: Resûlullah Efendimizin (sav) dedesi Abdülmuttalib'in ailesi (yani, Efendimizin (sav)
baba annesi) nin kim ve adının ne olduğunu açıklayınız?
Cevap: Abdülmuttalib'in zevcesinin adı Fâtıma'dır. (Mustafa Asım Koksal: Hazreti Muhammed ve
İslâmiyet, Mekke Devri s. 20). Boş zamanlarınızda kitap okumaya çalışırsanız çok şeyleri
öğrenmek kolaylaşır.
192 - Soru: peygamberimizin (sav) ninesinin adı nedir?
Cevap: Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) baba tarafından ninesinin ismi Fâtıma'dır. Anne annesinin
adı ise Berre'dir.
193 - Soru: Bazı kitaplarda, Resûlullah Efendimiz (sav) ilk önce anne ve babasının mezarlarını
ziyaret edip duâ ediyor. Fakat, Allah Teâlâ duasını kabul etmiyor. Ta ki anne ve babasının ruhunu
yeniden dünyaya getirip İslâmiyet'i telkin ettikten sonra izin verilmiştir deniliyor. Bu ifade,
peygamberlerin ismet sıfatına muğayir olmuyor mu?
Cevap: Peygamberlerin ismet sıfatı, kendi şahısları ile ilgili hususlardadır. Diğer yakınlarda
görülebilecek bazı hususlar, onların ismet sıfatını ihlâl etmez. Peygamber Efendimizin (sav) peder-i
vâlâgüheri ve vâlide-i ismet penâhileri iman ehlidirler. Çile yayınevi tarafından bastırılan
"Müslümanca Yaşama Sanatı" isimli kitabımızın 53-62. sayfalarını okumanızı tavsiye ederim.
194 - Soru: İbrahim aleyhisselâm ve Muhammed aleyhisselamın anne ve babaları âhirete müslüman
olarak mı yoksa gayr-i müslim olarak mı irtihâl ettiler?
Cevap: Peygamber Efendimiz(sav)'in annesi de, babası da bu âlemden iman ehli olarak göçmüş
bulunmaktadırlar. İmam Süyûtî'nin bu hususta müstakil bir risalesi vardır. İbrahim aleyhisselâmın
babası, Âzer ise, küfr üzere göçmüştür. Bazı kimseler, Hz. İbrahim'in babasının adı Tarah'dır. Âzer
ise amcasıdır demektedirler. Bu hususu etraflıca incelemek için, "Müslümanca Yaşama Sanatı"
isimli kitabımızın 53-62. sayfalarını okumanızı tavsiye ederiz.
195 - Soru: Peygamberimizin (sav) babasının, vefatından önce, müslüman olup olmadığının ve
hangi dine mensup olduğunun açıklanması...
Cevap: Peygamber Efendimiz(sav)'in babası da, annesi de esasında mü'mindiler. Hz. İbrahim'in
tevhid inancı üzerine yaşamışlardır. Çile yayınevince neşredilen "Müslümanca Yaşama Sanatı"
isimli kitabımızın 53-62. sayfalarını okumanızı tavsiye ederim.
196 - Soru: Hasan Arıkan Hoca'nın Muhtasar İlmihâli'nde Peygamber Efendimiz (sav)'in ebesinin
ismi, Şifâ Hatun olarak gösterilmektedir. Sizin Fetvalar isimli kitabınızda ise Resûlullah
Efendimiz'in babaannesinin adı Fâtıma, anneannesinin adı ise Berre olarak gösterilmektedir. Bu
farklılık neden ileri geliyor, doğrusu anlamadım. Açıklar mısınız?
Cevap: Açıklayalım: Bahsi geçen kitapta zikredilen Şifâ Hatun, Efendimiz(sav)'in anneden dünyaya
gelişi sırasında doğumu kolaylaştırmak için bulunan kadının ismidir. Nitekim zamanımızda, serbest
veya doğumevlerinde bu hizmetle vazifeli kadına da "Ebe" adı verilmektedir. Bizim kitapçıkta
isimleri geçen, Efendimiz'in büyük annelerinin isimleridir. İç Anadolu'da baba tarafından olan
neneye "Ebe" kelimesini nene mânâsı ile karıştırmış olacaksınız. İki beyan arasında uyuşmazlık
yoktur.
197 - Soru: Fahri Kâinat (s.a.v.) Efendimiz'in validesi "Âmine" hatun ve babası Hz. Abdullah hangi
dine mensup idiler? Yani hangi peygamberin ümmetidirler?
Cevap: Peygamber Efendimiz'in peder ve valideleri, "Hunefâ"dan olup, Hz. İbrahim'in tevhid inancı
ve iman üzere bulunuyorlardı. Bu hususta daha geniş izahat isterseniz, "Müslümanca Yaşama
Sanatı" isimli kitabımızı okumanızı tavsiye ederiz.
198 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in kaç süt annesi vardı ve bunlardan süt kardeşi olan
kimseleri açıklar mısınız?
Cevap: Efendimiz (sav)'in ilk süt annesi, Ebû Leheb'in câryiesi Süveybe'dir. Bu emmeden süt
(oğlan) kardeşi, Mesruh'dur. Daha sonraki süt annesi ise Halime-i Sa'diye olup bu süt anneden
kardeşleri Abdullah, Enise ve Cüdâme (Şeymâ)dir. (Müslümanca Yaşama Sanatı adlı kitabımızın
372-373. sayfalarını da okuyunuz).
199 - Soru: Resûlullah (sav)'ın amucası Ebû Talip iman etmeden vefat etmiştir, diyorlar. Bu söz
gerçek midir?
Cevap: Evet, doğrudur.
200 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in peder ve validelerinin kabirleri nerededir?
Cevap: Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v.) in babası Abdullah'ın kabri, Medine-i Münevvere'nin
içinde; annesinin kabri ise Ebvâ köyündedir.
201 - Soru: Peygamber Efendimiz(sav)'in kaç amcası vardı ve isimleri nelerdir?
Cevap: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz'in dokuz tane amcası vardır, isimlerini yazıyoruz: Haris,
Zübeyr, Ebû Talip, Hamza (r.a.), Ebû Leheb, Ğaydâk, Mukavvim, Dırâr ve Abbas (r.a.) (Tabakat-i
İbni Sa'd, c. 1, s. 88).
202 - Soru: Peygamberimizin (sav) kaç halası vardır? İsimlerini yazınız?
Cevap: Efendimiz (s.a.v.)'in altı tane halası vardır. İsimleri şöyledir: Safıyye, (Bunun annesi Hâle
binti Vüheyb'dir), Ervâ, Âtike, Ümmü Hakim Beyzâ, Berre ve Ümeyye. (Bu beş tanesinin anneleri
Fâtıma binti Amr'dır). (Tabakat-ı İbni Sa'd, es. 8, s. 51-45).
203 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in babası tarafından soy silsilesini yazar mısınız?
Cevap: Siyer âlimlerinin ittifak ettikleri silsileyi yazıyoruz:
1- Abdü'l Muttalib (adı Şeybe'dir. Annesinin adı, Selmâ binti Amr'dır).
2- Hâşim (adı Amr'dır. Annesinin adı, Âtike binti Mürre'dir).
3- Abd-i Menâf (adı Muğire'dir. Annesinin adı Hubbi binti Hulil'dir).
4- Kusay (adı Zeyd'tir. Annesinin adı, Fâtıma binti Sa'd'dır).
5- Kilâp, (annesinin adı, Hindi binti Süreyr'dir).
6- Mürre, (annesinin adı, Mahşiyye binti Seyhan'dır).
7- Ka'b, (annesinin adrı, Mâviyye binti Ka'b'dır).
8- Lüey, (annesinin adı, Âtike binti Yahlüd'dür).
9- Galip, (annesinin adı, Leylâ binti Yahlüd'dür).
10- Fihr, (annesinin adı, Cendele binti Âmir'dir).
11- Mâlik, (annesinin adı, İkrişe binti Advân'dır).
12- Nadr, (annesinin adı, Berre binti Mür'dür).
13- Kinâne, (annesinin adı, Avâne (hind) binti Sa'd'dır).
14- Huzeyme (annesinin adı, Selmâ binti Eslem'dir.)
15- Müdrike (adı Amir'dir. Annesinin adı, Leylâ (Hındif) binti Halvân'dır.)
16- İlyâs, (annesinin adı, Rebâb binti Hayde'dir).
17- Mudar, (annesinin adı, Sevde binti Ak'dir).
18- Nizâr, (annesinin adı, Muâne binti Cevşem'dir).
19- Maad, (annesinin adı, Mehded binti Allâhümme'dir).
20- Adnan.
204 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in anne tarafından anneannelerini (nenelerini) yazar
mısınız?
Cevap: Evet isimleri şöyledir: Hz. Âmine'nin annesi,
1- Berre (binti Abdi'l-Uzzâ); bunun annesi,
2- Ümmü Habib (binti Esed); bunun annesi,
3- Berre (binti Avf); bunun annesi,
4- Kılâbe (binti Haris); bunun annesi,
5- Ümeyye (binti Mâlik); bunun annesi,
6- Düb (binti Salebe); bunun annesi,
7- Âtike (binti Ğâdira); bunun annesi,
8- Selmâ (binti Lüeyy); bunun annesi,
9- Mâviyye (binti Ka'b), (Tabakat- İbni Sa'd, c. 1, s. 56-60).
205 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in babası Abdullah tarafından babaannelerini (nenelerini)
yazar mısınız?
Cevap: Abdullah'ın annesi.
1- Fâtıma (binti Amr); bunun annesi,
2- Sahre (binti Abd bin İmrân); bunun annesi,
3- Tahmür (binti Abdillâh), bunun annesi,
4- Âtike (binti Abdillâh), bunun annesi,
5- Ümeyye (binti Mâlik); bunun annesi,
6- Fâtıma (binti Muâviye); bunun annesi,
7- Fâtıma (binti Nasr); bunun annesi,
8- Âtike (binti Kâhil); bunun annesi,
9- Selmâ (binti Tâbiha); bunun annesi,
10- Âtike (binti Esed): (Tabakat-ı İbni Sa'd, c. 1, s. 62-63).
206 - Soru: Hz- Âişe validemizin annesinin adı nedir?
Cevap: Ümmü Rûmân'dır.
207 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in dedesi Abdü'lMuttalib vefat ettiğinde nereye
defnolunmuştur ve o sırada Resûl-i Ekrem (sav) kaç yaşında idi?
Cevap: Mekke'nin Hacun mevkiine defnolunmuştur. Fahr-i Kâinat Efendimiz o sırada sekiz yaşında
bulunuyordu. Peygamber Efendimiz (sav)'e, "Abdü'l-Muttalib'in vefatını hatırlıyor musunuz?" diye
sorulmuştu. "Evet, ben o sırada sekiz yaşında idim" buyurmuşlardır. (Tabakaat-ı İbni Sa'd, c. 1, s.
119).
208 - Soru: Peygamberimiz (s.a.v.) Hazretleri'ne mahsus, ona niyyetle kılınacak bir namaz var
mıdır?
Cevap: Namaz, ancak Allah (cc) için kılınır. Kılınmış bulunan bir namazın sevabı Peygamber
Efendimiz (sav)'e bağışlansa olabilir. Fakat onun niyyeti ile kılınacak bir namaz yoktur.
209 - Soru: Bazı kimseler, Peygamber Efendimiz (sav)'i rü'yada görüyorlar. Bu mevzuu bir genç ile
tartıştık. O, diyor ki: "Peygamber Efendimiz (sav)'in cemâlini (şeklini) gören yok. Rüyada görenleri
belki de cinnîler ve şeytanlar oyalar. Şeytanın rüyasına girmediğini nasıl bilebiliriz?" Bu hususta ne
dersiniz?
Cevap: İmam Süyûtî'nin Buhârî, Tirmizî ve Müsned-i Ahmed b. Hanbel'den naklen Câmiu's-
Sağir'ine aldığı "Kim Beni rüyada görürse muhakkak hakikat olarak görmüştür. Zira şeytan Benim
suretime giremez" hadîs-i şerîfı bu hususa açık ve seçik bir beyan getirmektedir. (Bakınız Feyzü'lKadir,
c. 6, s. 131. Hadis no. 8688). Ancak o görülen şeklin Resûlullah Efendimiz (sav)'e uyduğu
belli değildir. O gencin haklılık payı vardır.
210 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav) Tevrat'da hangi isimle anılmaktadır?
Cevap: "Münhammennâ" adı ile anılmış bulunmaktadır.
211 - Soru: Resûl-i Ekrem (s.a.v.) in İncil'de geçen ismi nedir?
Cevap: "Baraklit"dir.
Behce Fetvalarından: "Vaiz olan Zeyd, kürsîye çıkıp peygamberin şanına lâyık bulunmayan ve
İsrailoğulları'na âit hikâye anlatarak, cemaati (n zihnini) karıştırmak âdeti olsa dinî (hükümler
veren) hâkimin onu engellemesi vaciptir" (E. Ec. 2/165).
Açıklama: İsrailoğulları'na âit hikâyelerin Kur'ân-ı Kerim'e ve hadîs-i şeriflere uygun olanların
nakletmekte bir mâni yoksa da peygamberlerin şanına lâyık olmayan ve İslâm inançları ile
bağdaşmayan hikâyeleri nakil kesinlikle doğru değildir. Bu lâzimeye riâyet göstermeyen bir vaizi,
gerekli ikaz yola getirmezse, icra mevkiinde bulunanların cebren engel olmalarının gerekeceği
fetvanın sarih ifadesinden anlaşılmaktadır.
212 - Soru: Bazı insanlarla karşılaşıyoruz. Peygamberimizin (sav) nefsine düşkün olup birçok
hanım aldığını söylüyorlar. Bu hususu açıklayınız.
Cevap: Bu çirkin iddia ve iftirada bulunanlar, kâfir olduğu kadar cahildir de. Şayet Allah Resulü,
nefsine düşkün olsaydı, genç yaşında iken bu temayülü gösterir ve kendisinden onbeş yaş büyük ve
dul bir hanımla evlenmeyi tercih etmezdi. Onun evliliği, herşeyden önce, ilâhî bir vahyin ve emrin
neticesidir. İkinci bir husus da aileleriyle evliliği, ya merhamet ve koruma veya idarî ve siyasî bir
hikmete dayalıdır. "Hz. Muhammed (s.a.v.) Neden Çok Evlendi" adlı kitap okunacak olursa geniş
bilgi edinilmiş olur.
209 - Soru: Peygamber Efendimiz(sav)'in zevceleri ve mü'minlerin anneleri bulunan mübarek
validelerimizin isimlerini yazar mısınız?
Cevap: Evet, yazalım. Bu mübarek validelerimizin isimleri, sıra ile şöyledir:
1- Hatice binti Huveylid (r.a.),
2- Şevde binti Zem'a. (r.a.),
3- Âişe-i Sıddîkâ binti Ebi Bekir (r.a.),
4- Hafsa binti Ömer bin el-Hattâb (r.a.),
5- Zeyneb binti Huzeyme (r.a.),
6- Ümmü Seleme (r.a.),
7- Zeyneb binti Cahş (r.a.),
8- Cüveyriye binti'l-Hâris (r.a.),
9- Safıyye binti Huyey (r.a.),
10- Ümmü Habibe binti Ebi Süfyân (r.a.),
11- Mariye-i Kıbtiye (r.a.),
12- Meymune binti'l-Hâris (r.a.).
214 - Soru Resûlullah (sav)'ın "Gadbân" adında devesi var mıydı?
Cevap: Peygamber Efendimiz (sav)'in devesinin adı sualinizdeki gibi değil "Adbâ" olacaktır.
Bundan başka "Kasvâ" (Kusva olduğunu söyleyenler de vardır) adlı devesi ile "Cedâ" isminde
başka bir devesi vardır. (Tabakat-i İbni Sa'd, c. 1, s. 402)
215 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in bineklerinin adlarını açıklar mısınız?
Cevap: Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in atlarının sayısının yedi olduğu ifade edilmektedir. Atlarının
birkaçının ismini bildirelim: el-Lahif, ez-Zarib, el-Lezâz, el-Mürteciz, es-Sekb, katırın ismi Düldül;
merkebinin adı Ya'fûr'dur. Develerinin adlarına ait soru bir başka yerde cevaplandırıldığı için
yazmaya lüzum görmüyorum.
216 - Soru:Peygamber Efendimiz (sav)'in kılıcının adı nedir?
Cevap: Zülfıkâr'dır.
217 - Ya kavsinin ismi ne idi?
Cevap: Züssedâd idi.
218 - Soru: Zırhının ismini söyler misiniz?
Cevap: Evet. Efendimizin (sav) harbte giydiği zırhın adı "Zâlü'l füdûl"dir.
219 - Soru: Harbesinin adı ne idi?
Cevap: Neb'â idi.
220 - Soru: Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav)'in kullandıkları kalkanın adı nedir?
Cevap: "Ez-Zekan"dır.
221 - Soru: Son olarak birşey daha sormama müsaade ediniz. Efendimiz(sav)'in aynasının adını
yazar mısınız?
Cevap: Yüce Peygamberimiz (sav)'in mübarek yüzüne bakmakta kullandığı aynanın adı "el-
Müdille" idi.
222 - Soru: Hatırıma gelmişken bir sual daha sorabilir miyim: Efendimiz(sav)'in makasının adı ne
idi?
Cevap: "el-Câmi" idi. Mukabil selâmlar. Biraz da kendi kendinize araştırma yapmanızı, hep hazır
bilgi edinme yolunu tutmayıp bilgiyi kendi zihninizde arayarak oluşturmaya çalışmanızı tavsiye
ederim.
223 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav) mest giymiş midir?
Cevap: Habeş hükümdarı, Peygamber Efendimiz (sav)'e siyah deriden yapılmış bir çift mest hediye
göndermişti. Efendimiz (sav) de onları giydi ve üzerine meshetti. Mest giymek ve üzerine
meshetmek, Ehl-i sünnetin mümeyyiz vasıflarındandır. Zira, Şîa mest üzerine meshi kabul
etmemektedir.
224 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in sürmesi neden mâmûl idi?
Cevap: "İsmid" adı verilen maddeden yapılmıştır.
225 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav)'in ilk minberi ne zaman yapıldı, ondan önce nerede hutbe
irâd ediyordu?
Cevap: Mescid-i Nebevî yapıldığında henüz bir minber yoktu. Cuma günü olduğunda, Resûl-i
Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, mescidin içinde direk vazifesi gören hurma ağacından bir sütunun
yanında, ona dayanarak hutbe irâd ederdi. Cemaat kalabalıklaşmış, Müslümanların sayısı artmış
bulunuyordu. Halk, Efendimiz'in sesini duyabilmek için, Şam'da gördüklerine benzer bir minber
yapılmasını tavsiye ettiler. Yapılan müzâkerenin neticesinde minberin yapılmasına karar verildi.
Minberi kimin yaptığına dair değişik beyanlar varsa da üzerinde birleşilen nokta şöyle olmaktadır:
Ağacı Ğabe semtinin ılgın ağacından biçilmiş ve üç basamaklı bir minber yapılmıştı.
Minber yapılıp yerine konulduğunda, ilk Cuma günü, daha evvel kendisine dayanarak hutbe irâd
ettiği hurma direğinden bir inilti, ağlamayı andıran bir ses işitildi. Efendimiz (sav) indi ve onu
kucakladı, elleriyle sıvazladı da sesi dindi. "Şayet onu bağrıma basmasaydım elbette kıyamete kadar
ağlardı" buyurdu. Buna Üstüvâne-i Hanhâne adı verildi.
226 - Soru: Peygamber Efendimiz (sav) sarık sardığı zaman bir ucunu salarak taylasan bırakırdı.
Acaba bunun miktarı (uzunluğu) ne kadar olacaktır?
Cevap: Sarığın ucunun sarkıtılması sünnettir. Bunun uzunluk miktarı, sünnetin teferruatlarındandır.
Bir kısım ilim adamları bu miktarı "Bir karış" ile ifade ederken bazı âlimler de belin ortasına kadar
olacağını söylemektedirler. Bu uzunluğun oturak mahalline kadar olacağını rivayet edenler de
vardır.
227 - Soru:Peygamber Efendimiz (sav)'in arkaya bıraktığı mal ne idi?
Cevap: Beyaz bir katır, silah ve sadaka hâline getirdiği arazi idi.
228 - Soru: Peygamber (s.a.v.) sarığının altına fes giyer miydi ve fesinin rengi nasıldı?
Cevap: Beyhâkî'nin Abdullah bin Ömer'den rivayet ettiği hadisten öğreniyoruz ki, Peygamber
(s.a.v.) beyaz fes giyer ve sarığını onun üzerine sarardı.
HURMET:
Abdest
229 - Soru: Öğlenci ve sabahçı olduğumuz zaman, devamlı şekilde abdestlerimizi iş yerinde
alıyoruz. Yalnız ayak yıkama yeri, yüzümüzü yıkayacağımız yere 9-10 metre uzak. Tabii içimizde
Hıristiyanlar da olduğu için, "Burası ayak yıkama yeri değil" diyorlar. Elimizi, yüzümüzü ve
kollanmızı yıkayıp, ayaklarımızı da bundan 10-15 metre uzaklıktaki bir yerde yıkıyoruz. Bu
abdestle de namaz kılıyoruz. Caiz mi, değil mi?
Cevap: Abdest uzuvlarının birbiri peşine yıkanması, Hanefi mezhebine göre sünnettir. Bu sebeple
yüzünüzü yıkadığınız yerden 15 metre ilerdeki çeşmeden ayağınızı yıkayarak aldığınız abdestle
namaz kılmak caizdir.
230 - Soru: Abdest alırken başımızın dörtte birini mesh manasını nereden anlıyoruz?
Cevap: Abdestin farziyyeti ile ilgili sure-i Maide'nin 6. ayeti, başı meshetmeyi farz kılmıştır. Farz
kılınan miktar hususunda müctehidlerin içtihadı ve ihtilafı bulunmaktadır. İmam Ebu Hanife'nin
içtihadı dörtte bir miktarın meshedilmesidir. Muğire b. Şube'nin rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif buna
mesned olmaktadır. Bu sahabi diyor ki: "Peygamber (sav) bir kavmin süprüntülğüne geldi de küçük
abdest bozdu, sonra abdest aldı, başının nasiyesine ve mestleri üzerine mesh etti." Nasiye, alın
tarafına doğru uzayan saçların bulunduğu başın tepe kısmıdır. Bu ictihadda bulunan ilim erbabı ve
müctehidler, "Bi rüusiküm"deki banın teb'iz için olduğu görüşündedir.
231 - Soru: Namaz kılmasak bile gerektiği zaman namaz abdesti almak, beyhude bir hareket midir?
Dinen açıklamasını yapar mısınız?
Cevap: Abdest, namaz, tavaf ve Kur'an-ı Kerim'e el sürmek için farz (şart) tır. Sair hallerde abdestli
bulunmak bir fazilettir. Fakat namaz kılmayınca abdestten beklenen fayda tam olarak doğamaz. Her
zaman abdestli bulunmanın hikmet ve faydalarından biri de "şeytanın o kimseye namazı
bıraktırmaktan ümit kesmesidir." Bir kimse namaz kılmayınca şeytanın ümitlenmesine imkan
vermiş ve Cenab-ı Hakk'ın rızasını kazanamamış olur. Namaz kılmadığı halde abdestli bulunmak,
devamlı çorap giyip de pantolonsuz gezmeye benzer. Dünyada ahirete giden yolun üzerinde birçok
haramiler var. Olmaya ki onlara kapılasınız. Olmaya ki onlara kapılanıp, İslami vazifelerden uzak
kalasınız.
232 - Soru: Farz namazların dışındaki vakitlerde, hayrat suyundan alınan bir abdestle en az bir
nafile namaz kılmak gerektiğini duyuyoruz. Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Bu tavsiye, yapıldığı zaman sevap olan, yapılmadığı zaman günah bulunmayan bir husus
olmaktadır.
233 - Soru: Abdestsiz gezdiğim zaman huzur duyamıyorum ve işim rast gitmiyor. Bu sebeple,
abdestli durmaya devam etsek ve fakat aldığımız abdestle nafile namaz kılmasak sorumlu olur
muyuz?
Cevap: Bu abdestle nafile namaz kılamadığınız zaman sorumlu olmazsınız. Bir ayet de okusanız
hakkını ödemiş olursunuz.
234 - Soru: Ben, abdest ve gusülde şüphelere düşüyorum. Yani, guslü yaptığım zaman "Acaba
guslüm oldu mu?" diyor, abdest aldığımda da buna benzer şüpheler içimi kemiriyor. Ben, zaman
geliyor da tekrar tekrar abdest alıyorum. Bana abdest ve gusülden tafsilatlı olarak bahseden bir kitap
tavsiye eder misiniz?
Cevap: Vehim şeytandandır. Onun şerrinden korunmak için Euzü okuyunuz. Allah(cc)'a sığınınız ve
Ayetü'l-Kürsi'yi okuyunuz. Dikkatlice abdest aldıktan sonra gelen bu vesveseye asla kapılmayınız
ve içinizden gelen sese "abdestim abdest, guslüm gusüldür. Kör olası şeytan, sen kahrından çatla"
diye onunla alay etmek gerekir. Tavsiye edeceğimiz kitaplar, evhamı gidermek için değil, bu
husustaki fıkhi ve dini bilgilerinizi genişletmeye yarar. Büyük İslam İlmihali (Ö.N. Bilmen'in) ve
Nimetü'l-İslam'ı okuyunuz.
235 - Soru: Abdestin farz olan mahallerini yıkayıp geri kalan taraflarınınn terk edilmesi caiz midir?
Cevap: Asla böyle bir şey doğru ve caiz değildir. Onların faydası olmasaydı Peygamber Efendimiz
(sav) terk ederdi. Sünnetlerin ihmali, bid'atların ihyasına ve çoğalmasına yol açar. Bundan dolayı,
her zaman ve hele asrımızda sünnetleri ifada azami gayret göstermelidir.
236 - Soru: Abdest alırken ağıza su vermek sünnet olduğu halde gusulde farz olmaktadır. Bunun
sebebini açıklar mısınız?
Cevap: Abdestle ilgili Ayet-i Kerimede yüzün yıkanılması emredilmiştir. Yüz, saçın bittiği yerden
çene altına kadar ve iki kulak arasında yer alan kısmın dışıdır. Burayı yıkamakla farz yerine gelir.
Gusulde ağız ve burunun içi, vücudun dış kısmından kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu sebeple ağız
ve burun içinin yıkanılması gusulde farz, abdestte ise sünnettir.
237 - Soru: Suyu ile abedst alınan bir havuza para atmakta bir beis var mıdır? Bu havuzdan abdest
almak caiz midir?
Cevap: Bu davranış bir israftır. Malı sokağa atmak gibidir ve ayrıca bid'attır. Fakat içine para atılmış
olması, havuzun suyu ile abdest almaya engel olmaz.
238 - Soru: Tuvalette abdest almakta bir mahzur var mıdır?
Cevap: Başka bir yerde abdest almak imkanı bulunmadığı zaman helada da abdest alınabilir. Ancak,
buralar temiz olmadığı için dualar okunamaz.
239 - Soru: Bir kimse, abdest alırken, abdest uzuvlarından birini unutuyor. Namazı kıldıktan sonra
hatırlıyor. Yeniden abdest alıp namazı iade edecek mi?
Cevap: Evet, o uzvu da yıkayarak abdestini tekrar alması ve namazını tekrar kılması gerekir.
240 - Soru: Abdestin farzlarının dört olduğunu biliyoruz. Bazı kimseler bunun altı olduğunu iddia
etmektedirler. Bunların iddiası dini esaslara uygun mudur?
Cevap: Evvela şunu belirteyim ki, bu, dine aykırı olmayıp, tafsilata ihtiyaç gösteren bir husus
olmaktadır. Hanefi mezhebinde farz olarak kabul edilen şeyler, diğer mezheplerde de farzdır. Zira
hakkında ayet bulunmaktadır. Bundan sonra, diğer üç mezhebin müctehidleri tarafından farz
olduğuna hükmedilmiş şeyler de vardır. Şöyle ki: İmam Şafii, abdestin farzlarının altı olduğunu
belirtmiş ve bizim bildiklerimizin üzerine "Niyyet" ile "Tertibe riayet'in farz olduğu ictihadında
bulunmuştur. Niyyet, İmam Malik'e göre de farzdır. Ahmed bin Hanbel, tertibin farz olması
hususunda İmam Şafii ile ictihad etmiş bulunmaktadır.
241 - Soru: Üzerinde ayet bulunan veya Allah (cc) adı bulunan bir parayı abdestsiz olarak almak
nedir?
Cevap: Mekruhtur.
242 - Soru: Şia'nın abdestte ayaklarını mesh etmelerinin bir dayanağı var mıdır?
Cevap: Şia'nın hangi harekelinin sağlam bir dayanağı vardır ki, bunda mesned arayalım. Ehl-i
sünnete muhalif kalmayı şiar edindikleri için her hususta muhalefeti şuur haline getirmişlerdir.
Şia, Maide suresinin altıncı ayetini "ve ercüliküm" şeklinde mecrur olarak okuyan kıraat
imamlarının okuyuşundan hareketle kendisine ahkam çıkarmaktadır. Böyle okunması halinde,
"Vemsehü bi rüüsiküm" cümlesi üzerine atıf olmakta, başınızı mesh ediniz, cümlesinin üzerine
atfedilen kelimeye de onun hükmünü yükleyip ayaklara meshedileceği hükmünü vermektedirler.
Önce şunu belirtmek isteriz ki, kıraat imamlarının hepsi böyle okumakta değildir. Nafi, İbni Amir
ve Kisai, Nasb ile "Ve ercüleküm" okumaktadırlar. Mecrur olarak okuması halinde mana yönünden
değil, lafız yönünden mütabeate binaen olmaktadır. (Nimetü'l-İslam, Kitabü't-Taharet c. 66). Mecrur
olarak okuma, "Cerri civari ve tenasüb-ü kelam içindir" Tefsir-i İbni Kesir, c. 2, s. 26) Mecrur
okunduğu zaman meshin cevazı çıplak ayağa değil, ayakta mest varsa onun üzerine mesh etmekle
kayıtlıdır. (Tefsir-i Kurtubi, c. 6, s. 93)
243 - Soru: Acaba Hz. Ali (ra) çıplak ayağının üzerine mesh etti mi?
Cevap: Bilakis Hz. Ali (ra), "Ayaklarınızı topuklara kadar yıkayınız" diye emir buyurmuştur.
(Tefsir-i Kurtubi, c. 6, s. 93) Hz. Ali bir gün halkın arasında hüküm vermekte iken mübarek
çocukları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin'in abdest ayetinin ayaklarla ilgili cümlelerini mecrur olarak
"Ve ercüliküm" ibaresiyle "Ve ercüleküm" okumuş ve şöyle devam etmiş ve "Kelamdan" (varid
olanın) önü de sonu da budur" demiştir. Ashabın ulemasından bulunan Abdullah bin Mes'ud ve
Abdullah bin Abbas (ra) da, "Ve ercüleküm" okurlardı. (Tefsir-i Kurtubi, c. 6, s. 93)
Nezzal bin Sebre, Hz. Ali (ra)'den naklederek demiştir ki: Ali (ra) öğle namazını kıldırdıktan sonra,
Küfe meydanında halkın arasına oturmuştu. İkindi vaktine kadar orada kaldı. İkindi olunca bir su
küpünün yanınaa vardı. Bir avuç dolusu su alıp onu yüzüne, ellerine, başına ve iki ayağına sürdü,
sonra ayağa kalkıp onun artanını ayakta olduğu halde içti, sonra, "Halktan bazı kimseler, ayakta su
içmeyi kerih görüyorlar. Resulullah (sav), benim yaptığımı muhakkak yapmıştır" dedi ve şöyle
devam etti: "Bu, abdestini bozmayanın abdestidir" dedi.
Hazret-i Ali'ye (ra) nisbet edilen ve ayaklar üzerine meshetmekle ilgili bunun dışında bir beyan
yoktur. Abdesti olanın eline, yüzüne, başına ve ayaklarına su sürmesi, serinlemek için olmaktadır.
(Tefsir-i İbni Kesir, c. 2, s. 26)
İbni Arabi demiştir ki: "Ulema, ayağı yıkamanın vacip olduğu üzerinde ittifak etmiştir. Taberi'den
başka bunu reddedeni bilmiyorum." (Tefsir-i Kurtubi, c. 6, s. 91) Bu kelimeyi mecrud olarak "Ve
ercüliküm" okuyanlardan bir kısmı "Ayakları mesihten murat, yıkamaktır" demişlerdir. Sahih olan
da budur. Zira mesh kelimesi, sıvazlamak ile yıkamak arasında müşterek bulunmaktadır. Bazen
yıkamada bazen de meshetmekte kullanıldığı olmuştur. (Tefsir-i Kurtubi, c. 6, s. 92)
Peygamber Efendimiz abdestlerinde ayaklarını yıkamış ve "Bu bir abdesttir ki, Allah bundan
başkasını kabul etmez" buyurmuştur. (Tefsir-i İbni Ke-sir, c. 2, s. 26; Nimetü'l-İslam; Kitabü't-
Taharet, s. 66)
Abdullah bin Zübeyr'e (ra), Peygamber Efendimiz(sav)'in nasıl abdest aldığı sorulmuş idi. Bir kap
su istedi ve onlara göstermek için Peygamber Efendimiz'in aldığı şekilde abdest aldı: Önce üç defa
ellerini yıkadı, sonra üç defa mazmaza ve istinşak yaptı, sonra da üç defa yüzünü yıkadı, sonra
dirsekleriyle birlikte üç defa kollarını yıkadı, sonra başını meshetti de ellerini bir defa öne, bir defa
da geriye götürdü, sonra topuklarına kadar iki ayağını yıkadı. (Tefsir-i Kurtubi, c. 6, s. 96)
Şayet ayakta farz olan, mesih olsaydı veya mesih caiz bulunsaydı, yıkamayı terk etmek üzerine vaid
(korkutucu beyan) vaki olmazdı. Zira meshetmek ayağın her tarafını kaplamak değil, ancak mestin
üzerine olduğu gibi, bazı yerlere elin temas etmesidir. (Tefsir-i İbni Kesir, c. 2, s. 27)
Bir de Peygamber'in (sav) Buhari ve Müslim'de Abdullah bin Amr ile Ebu Hüreyre'den (ra) rivayet
edilen hadis-i şeriflerinde "Abdestinizi ikmal ediniz. (Kuru kalan) ökçelerin vay ateşten haline"
buyurmaktadır. Aynı metinle bir hadis-i şerifi Müslim, Hz. Aişe'den (ra) rivayet etmiştir. (Tefsir-i
İbni Kesir, c. 2, s. 26) Peygamber (sav), abdest alan bir adamın ayağının üzerinde tırnak kadar bir
yerin kuru kaldığını görmüş ve "Kuru kalmış ökçelerin vay haline" buyurmuştu. Hz. Enes (ra)
nakletmektedir: Peygamber'e (sav) bir adam gelmiş, orada iken abdest almış ve ayağının üzerinde
tırnak kadar bir yeri kuru kalmıştı. Bunu gören Peygamber (sav), "Dön de abdestini güzel al"
buyurdu. (Tefsir-i îbni Kesir, c. 2, s. 27) Bu hususta daha fazla bilgi için gerek tefsir gerekse fıkıh
kitaplarının geniş bilgi ihtiva edenlerim gözden geçirmeleri tavsiye olunur.
244 - Soru: Mesh ne demektir? Ve başın mesihteki mahalli neresidir?
Cevap: Mesh, başka tarafta kullanılmamış bir yaşlığı bir yere değdirmekten ibarettir. Başın, kulağın
üst tarafında kalan yerin dörtte birini mesh farz olmaktadır.
245 - Soru: Kişi, abdest aldıktan sonra bazı yerlerin kuru kaldığına dair şek etse ne yapar?
Cevap: Kuru kaldığına dair kesin bilgisi yoksa şekke itibar yoktur.
246 - Soru: Gözler, yüz üzerindeki birer uzuv olduğu halde neden gözlerin içini yıkamıyoruz?
Cevap: Gözlerin içini yıkamak zarar vereceği için abdestte ve gusülde yıkanması caiz değildir.
247 - Soru: Abdest aldıktan sonra başını tıraş ettiren kimsenin yeniden başını mesh etmesi gerekir
mi?
Cevap: Mesh etmesi lazım gelmez. Zira, saçlar kesilmekle hades (abdest bozulması) vaki olmuş
değildir. İkincisi, başı mesh etme farzı sakıt olmuştur. Düşmüş olan bir mükellefiyet geri gelmez.
248 - Soru: Abdest veya gusülden sonra tırnak kesen kimsenin orayı tekrar yıkaması gerekir mi?
Cevap: Gerekmez. Sadece orayı yıkamak müstehab olur.
249 - Soru: Bir insan abdest almış, daha sonra kolunda bir kuru yer kaldığını görmüş olsa ve eliyle
o kuruluğu gidermiş olsa, acaba bu abdest tamam olur mu?
Cevap: Abdestte her uzuv müstakil bir uzuv olarak kabul edilmektedir. Koldaki kuru yer, aynı
koldaki yaşlılıkla giderilebilir. Böyle yaparak abdestini tamamlamış olur.
250 - Soru: Taharet-i suğra ne demektir?
Cevap: Abdestsizlik halini gidermek, yani abdest almak demektir.
251 - Soru: İştiyak ne demektir?
Cevap: Misvak kullanmak demektir.
252 - Soru: Teşvis ne demektir?
Cevap: Misvake bedel olarak dişleri parmakla temizlemek demektir.
253 - Soru: Teslis ne manasına gelmektedir?
Cevap: Bir fi'li üçlemek, üç defa yıkamak manasına gelmektedir.
254 - Soru: Tahlil ne demektir?
Cevap: (Parmaklarını) aralamak, parmak aralarını temizlemek demektir.
255- Behce Fetvalarından: "Abdest alıp başını mesh eden kimse tıraş olsa, meshi iade vacip olmaz."
(H.Ec. 1/7)
Açıklama: Meshedilen saçların tıraş edilmesi ve hatta ustura ile kazıtılması, başa yapılan meshi
bozan bir sebep değildir. Bu sebeple başa tekrar mesh vermek vacip olmaz.
256- İbni Nüceym Fetvalarından: "Ramazan gününde (abdest alınırken) ağıza ve buruna su
vermekte mübalağa gerekmez." (H.Ec. c. 1/7)
Açıklama: Abdestte ağzın ve burnun yıkanması sünnettir. Bunu azami hadde vardırmaya
"mübalağa" adı verilmektedir ki, sünnetin kemâline hizmet etmektedir. Abdestin sünnetinde gerekli
dikkati gösterirken, orucun bozulmasına sebep olacak bir yola gidilmemelidir. Bu sebeple, Ramazan
günlerinde alınacak abdestte ağız ve buruna su verirken mübalağa yapılmaz.
HURMET:
Hangi sularla Abdest alınabilir?
257 - Soru: Bir kuyunun başında domuz derisinden yapılmış kova bulunsa başka da vasıta olmasa,
bununla alınan sudan abdest alınır mı?
Cevap: Domuz derisi tabaklamakla temiz olamayacağı için, onunla çıkarılan su hiçbir işte
kullanılamaz.
258 - Soru: Sıcak su ile abdest almakta bir beis var mıdır?
Cevap: Güneşte ısınmış su ile abdest almakta tenzihi bir kerahet varsa da ocakta ısınmış su ile
abdest almakta bir mahzur yoktur.
259 - Soru: Kar ile abdest alınabilir mi?
Cevap: Kar eritilmek suretiyle abdest alınabilir. Fıkıh kitaplarını okuyunuz.
260 - Soru: Herhangi bir su kuyusuna tuvalet pisliği suyu karışıyor. Çok veya az. Bu su ile abdest
alınır mı?
Cevap: Pisliğin kokuşu, rengi veya tadından iri suda belirir ve hissedilirse artık onunla abdest
alınmaz, gusül yapılamaz, elbise ve beden temizliği yapılamaz.
261 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Katran ile kokuşu değişmiş bulunan su ile abdest almak caiz
olur" (H.Ec. 1/5) Açıklama: Katran, sıvı halinde bir madde olup, üç vasfı bulunmaktadır: Renk, tad
ve koku. Bu üç vasıftan ikisi suda belirtilmedikçe abdest ve gusle mani değildir. Bu fetva, sadece
kokunun suda belirmesi ihtimaline göre verilmiş olup, dini bir müsaadeyi aksettirmemektedir. Şayet
katranın iki vasfı suda görülecek olursa artık onunla abdest ve gusül yapılamaz.
262 - Behce Fetvalarından: "Su kuyusuna düşerek kurtlanan ciğer müteneccis olmaz" (H.Ec. 1/7)
Açıklama: Ciğerin içinde akıcı bir kan bulunmadığından onun kuyuya düşmesi suyun temizliğini
gidermez. Ciğerin kokması ve kurtlanması, yenilmesini engellerse de suyu kirletmiş olmaz. Zaruret
halinde, o suyu temizlik işlerinde ve abdest almakta kullanmak caiz olur.
263 - İbni Nüceym Fetvalanndan: "Su içinde, suda yaşayan bir hayvanın ölüsü bulunsa, o su
temizdir" (H.Ec. 1/7)
Açıklama: Suda doğup, suda yaşayan bir hayvanın su içinde ölmesi suyu murdar kılmaz.
264 - Behce Fetvalarından: "Ateşte veya havanın sıcaklığı ile eriyen kar suyu ile abdest veya gusül
caiz olur" (H.Ec. 1/6)
Açıklama: Yaratıldığı vasıf üzere duran ve Ma-i mutlak" diye ifade edilen su ile abdest alıp gusül
yapılır. Su denildiği zaman, ma-i mutlak adı verilen sular akla gelir. Bu isim altında toplanan sular;
yağmur ve kar suları, deniz, göl, çay, pınar, kaynak ve kuyu sularıdır. Eriyen karın suyu, abdest ve
gusülde kullanılır.
265 - Abdürrahim Fetvalarından: "At pisliği ile karışıp kokusu değişmiş bulunan bir su ile abdest ve
gusül caiz olmaz" (H.Ec. c. 1/16)
Açıklama: Katı haldeki pisliğin suyun temizliğine zarar vermesi, üç vasfından birinin; renk, tad ve
kokusunun suda görülmesiyle olur. Bu itibarla, fetvada görüldüğü üzere, at fışkısının kokuşu suda
belirse onunla ne elbise yıkanabilir, ne de abdest ve gusül yapılır.
266 - Netice Fetvalanndan: "l0x10 (arşın ölçüsünde) olmayan bir kuyuya köpek düşse (kuyu),
içindeki kadar su çıkarmakla temiz olur" (H.Ec. 1/5)
Açıklama: Eni on arşın, boyu da on arşın olan bir kuyu veya havuz, "büyük havuz" olarak kabul
olunmaktadır. Bu ölçülerden düşük olanlar ise "küçük havuz" adını almaktadır. Küçük havuz
durumunda olan bir yere köpek düşünce, suyu kirlenmiş olacağından, kuyudaki suyun tamamını
boşaltmak gerekir. Zira, köpeğin salyası necistir.
267 - Abdürrahim Fetvalarından: "Üst tarafı elbise yıkanmakta olan akar suyun bir mil aşağısında
su kullanmakta kerahet yoktur" (H.Ec. 1/5)
268 - İbni Hüceym Fetvalarından: "İçmek için yapılmış musluklardan abdest almak caiz olup,
havuz içinden (caiz) olmaz" (H.Ec. 1/5)
Açıklama: Yukarıda da belirttiğimiz gibi, 10x10 ölçüsünden düşük olan durgun sular, küçük havuz
vasfında olduğu için, oraya el sokmayıp, suyu bir kap ile alıp kullanmak gerekir. Havuz küçük
olduğu için, el sokarak abdest alınacak olursa, içerideki su "Ma-i müstamel" haline gelir. Bu sebeple
abdest almak caiz olmaz.
269 - Behce Fetvalarından: "Bir kuyuya kullanılmış su gitse (kuyudaki) asıl su ile ma-i
müstamelden hangisi fazla ise onunla hüküm olunur" (H.Ec. 1/7)
Açıklama: Kullanılmış bulunan bir suda renk, tad ve koku gibi vasıflar bulunmadığından dolayı,
hüküm miktara bağlanmış bulunmaktadır. Temiz su fazla ise, taharetine hüküm verilir ve onunla her
türlü temizlik yapılır. Şayet kullanılmış su daha fazla ise, o zaman karışmış bulunan su ile gusül
yapılamaz ve abdest alınamaz.
HURMET:
Abdestin Bozulması
270 - Soru: Minberde hutbe okurken veya hutbeyi okuduktan sonra ve cuma namazının farzını
kılmadan önce hatibin abdesti bozulsa, cemaat arasında namaz kıldıracak kimse de bulunmasa, ne
yapması gerekir?
Cevap: Hatibin hutbe okurken taharet üzere bulunması farz değil sünnettir. (Feteva-i Hindiyye c. l,
s. 155) Bu itibarla hutbe irad ederken hatibin abdestinin bozulması hutbeyi ifsat etmez. Böyle bir
halin vukuunda kısaca hutbeyi tamamlayıp, hutbe okunurken hazır bulunan cemaat arasından ehil
bir kimseyi namaza geçirir. (Feteva-i Hindiye c. l, s. 156) Namaz kıldıracak kimse bulunmazsa
abdest alıp gelir ve namazı kıldırır. Hutbe namaz değildir. Namazın bir parçası da değildir. Bu
sebeple hutbe arasında abdestin bozulması hutbeyi bozmaz. Kerahetle eda edilmiş olur. (Nimetü'lİslam:
Kitabüssalat s. 539)
271 - Soru: Abdestli bir kimse, uyumamak şartı ile, uzansa veya yan gelip yatsa abdesti bozulur
mu?
Cevap: Uyumazsa, sadece uzanması abdesti bozmaz.
272 - Soru: Televizyon seyretmek abdesti bozar mı? Abdestli iken kendi nikahlısını öpen bir kişinin
abdesti bozulur mu?
Cevap: Abdestin bozulması, ancak vücuttan kan, sarı su, meni ve benzeri bir şey çıkmasıyla olur.
Böyle bir yaşlık çıkmamış ise abdest bozulmaz. Fakat televizyondaki çirkin sahnelerin ve belden
aşağıya hitap eden filmlerin göz zinasına sebep olması yüzünden abdest değil, ahlak bozulur.
273 - Soru: Abdestli iken iğne yaptıran bir adamın abdesti bozulur mu?
Cevap: İğne damardan yapılacak olursa enjektöre kan çıkınca bozulur. Zira kan, iğnenin girdiği
deliğin ağzından dışarı çıkmış olmaktadır. Tekrar içeriye iadesi ise hükmü değiştirmez. Adale veya
deri altına vurulduğu zaman hiç kan çıkmaz ise abdest bozulmaz.
274 - Soru: Abdestini almış bulunan bir kimse, daha sonra ağızdaki takma dişini çıkarıp tekrar
yerine taksa abdesti bozulur mu?
Cevap: Bozulmaz. Çünkü böyle bir davranış, abdesti bozan sebepler arasında yoktur. Takma dişleri
ayağa giyilen mestle kıyaslamak yanlıştır.
275 - Soru: Tac tercümesinin c. l, s. 157'de, 211 ve 212. hadislerde anlayamadığımız bir hususu
sormak istiyoruz. 211. hadiste "Deve eti abdesti bozar" diyor. Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Bu, İmam Ahmed b.Hanbel'in mezhebine göre olmaktadır. Hanefi mezhebinde deve eti
yemek, abdesti bozan sebepler arasında sayılmış değildir. Ancak, mezhep ihtilafından kurtulmak
için, deve eti yedikten sonra abdest almak müstehabtır. (Nuru'l-İzah, Aksam-ı Vudü bahsi)
276 - Soru: 212. hadiste, "Ateşte pişirilmiş bir şeyin yenilmesi abdesti bozar" deniliyor. Bir
açıklama da yapılmamış. Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Ulemadan bazıları bu hadis-i şerife dayanarak, ateşte pişmiş bir şeyi yedikten sonra abdest
alınmasına hükmetmişlerse de dört mezhebin imamları böyle bir ictihadda bulunmamışlardır. Bahsi
geçen eserin 213 ve 214. hadisleri bunun aksini, yani Resul-i Ekrem(sav)'in pişmiş et yedikten
sonra abdest almadığını ifade etmektedirler.
Ebu Davud'da (ra) Hz. Cabir'den (ra) naklen deniliyor ki: "Resulullah'tan (sav) sadır olan iki şeyden
sonuncusu, ateşin (pişirerek) tağyir ettiği bir şeyi yedikten sonra abdesti terketmiş olmasıdır"
buyurulmaktadır.
277 - Soru: Bir anne, abdestli iken evladını emzirse abdesti bozulur mu?
Cevap: Bozulmaz. Zira süt, necis bir mayi olmadığı için onun çıkması abdesti bozan sebep değildir.
278 - Soru: Kumar kağıtlarını ele almak abdesti bozar mı?
Cevap: Abdesti bozmasa da ahlakı bozar.
279 - Soru: Vücudun bir tarafının çizilmesiyle veya bir yaranın başının kopması neticesinde çıkan
beyaz su, mahallinden çıkıp başka bir mahalle tecavüz etse abdest bozulur mu? O beyaz suyun
değdiği yeri yıkamak lazım gelir mi?
Cevap: Sahih görülen kavle göre, vücuttan çıkan beyaz su da kan hükmündedir. Bu sebeple, abdest
bozulur. Kan hükmünde bulunduğuna göre, bulaştığı yeri de yıkamak gerekir. (Büyük İslam
İlmihali'nin ikinci kitabinin 167. maddesinin 3. bölümünü dikkatle okumanızı tavsiye ederiz.)
280 - Soru: Abdestli olan kimsenin çekildiği zaman düşecek olduğu bir şeye dayanarak uyumasına
Kuduri kitabında "abdesti bozulur" deniliyor. Nuru'l-İzah kitabında ise bozmayacağı belirtiliyor.
Hangisiyle amel etmek gerekir?
Cevap: Bu farkı yakaladığınız için önce sizi tebrik etmeliyim. Daha sonra cevaba geçmek isterim:
Kuduri'nin ibaresi: "Bir şeye dayanarak uyumak, eğer dayandığı şey çekiliverdiği takdirde uyuyan
kimse düşecek durumda ise abdest bozulur."
Nuru'l-İzah'ın ibaresi: "Avret mahalli yerde mekan tutmuş halde iken uyumak, uyuyan kimse, bir
şeye dayanmış olsa ve dayandığı şeyin çekilip alınması takdirinde düşecek vaziyette bulunsa bile
abdest yine bozulmaz."
Bahsi geçen iki kitabın beyanında izaha muhtaç taraf varsa da uyuşmazlık ve çelişme yoktur.
Kuduri abdesti bozan sebepler arasına, bir şeye dayanarak uyumayı almış ve bu uyumanın abdesti
bozacak dereceye gelmesini şart ve kayda bağlamıştır. Bu kaydı, "Dayandığı şey alınacak olsa düşer
durumda olmak" ifadesi ile açıklamıştır.
Nuru'l-İzah ise: "Avret mahalli, yere yerleşmiş durumda iken uyumayı" abdesti bozmayan şeyler
arasında mütalaa etmiştir. Avret mahalli yere dayalı olunca, hava kaçma ihtimali olmadığından,
abdest bozulmaz. Dayandığı şeyin alındığı farzedildiğinde düşecek durumda olsa dahi yine abdest
bozulmaz, demiştir. Meseleye iki ayrı noktadan bakan kitapların ibare ve ifadesi arasında, dikkatle
bakıldığı zaman, tenakuz bulunmamaktadır.
281 - Soru: Uykunun abdesti bozan sebepler arasında yer almasının hikmetini açıklar mısınız?
Cevap: Uyku, haddizatında abdesti bozan bir şey değildir. Ancak uyuyan bir kimse, uyku halinde
iken, asabına hakim olamaz. Bu sebeple, kontrol dışına çıkan asap gevşer ve dışarıya hava kaçması
ihtimali olur. Bu ihtimal dikkate alınarak, makadı açıkta olarak uyuklayan kimsenin abdestinin
bozulacağına; makadının üzerine oturarak uyuyan kimsenin abdestine zarar gelmeyeceğine
hükmedilmiştir.
282 - Soru: Fıkıh kitaplarında, abdesti bozan sebeplerin arasında "ağlamak" geçmiyor. Acaba
ağlamakla abdest bozulur mu?
Cevap: Ağlamak abdesti bozmaz. Ancak gözdeki bir hastalıktan dolayı yaranın akıntısı çıkıyor ise,
o abdesti bozar.
283 - Soru: Vücudun herhangi bir yerinden biraz kan çıktı ve fakat çıktığı mahallin dışına taşmadı.
Yerinde duran kanın üzerine bir sinek kondu ve uçtu. Bunun ile abdest bozulur mu?
Cevap: Kan, çıktığı yerin etrafına taşmadıkça abdest bozulmaz.
284 - Soru: Yaradan çıkıp da kuruyan kan veya sarı su, daha sonra düşse abdest bozulur mu?
Cevap: Bozulmaz. Bu, aynı bir deri parçasının kan çıkmaksızın kopup düşmesi gibidir.
285 - Soru: Abdest mahalli olmayan bir uzvumuzdaki yaranın üzerinde sargı olsa, biz abdest
aldıktan sonra sargıyı çıkarıp tedavide bulunsak ve fakat yara kapanmasa abdest bozulur mu?
Cevap: Bozulmaz.
286 - Soru: Abdest alırken boğaza su kaçsa oruç bozulur mu? Bozulursa keffareti icap eder mi?
Cevap: Hata yolu ile olan bu oruç bozulmasında sadece kaza lazım gelir. (Büyük İslam İlmihali,
Oruçla ilgili bölüm, madde: 104)
287 - Soru: Ekseriyetle ayak parmaklarının arasında görülen ve mayasıl diye isimlendirilen yaşlık
ile abdest bozulur mu?
Cevap: Bozulmaz.
288 - Soru: Namaz kıldırmakta bulunan bir imamın, elinde olmayan bir sebeple abdesti bozulmuş
olsa ve fakat telaşından cemaat içinden birini yerine geçirmiş olmasa ona uymuş bulunan cemaat ne
yapar?
Cevap: Cemaatin, içinden birini mihraba geçirmesi veya içlerinden birinin kendiliğinden mihraba
geçivermesi ve namazın geri kalanını tamamlaması caizdir. Yalnız bu iş, abdesti bozulan imam
camiden çıkmadan önce olacaktır. Şayet bu kimse imamın yerine geçmeden önce, imam camiden
çıkmış olursa, abdesti bozulan birinci imamdan başkasının namazları fasid olur.
289 - Soru: Bir imamın, yerine başkasını geçirmesi, sadece abdestin bozulması sebebiyle mi
olmaktadır, başkaca bir mazeretten dolayı da başkasını yerine istihlaf etmesi caiz olur mu?
Cevap: Abdest bozulmasından başka bir mazeret ile de olabilir. Şöyle ki, İmam müthiş bir korku
veya bir arızadan dolayı farz olan miktar kadar okumadan önce tutulup kalsa, yerine başkasına
geçirebilir. (Nimetü'l-İslam, Namazla ilgili bölüm, s. 261)
290 - Soru: Bir kimse namaz kılarken abdesti bozulsa ne yapması gerekir?
Cevap: Abdestin bozulmasında iki hal tasavvur olunur. Kasten abdest bozma, elinde olmayan bir
sebeple abdestin bozulması. Kasti olan abdest bozmada abdest alıp namazı yeni baştan kılmaktan
başka bir çare yoktur. Hata yolu ile abdestin bozulmasında, hiç konuşmadan girip en yakın sudan
abdest alır ve abdestin bozulduğu yerden namazı tamamlamaya başlar. Abdest, rükü veya secdede
bozulmuş ise onu yeniden yaparak namazını tamamlar. Namazın bu şekilde tamamlanmasını caiz
gören sahabeler Hz. Aişe, İbni Abbas, Ebu Bekir, Ömer, Ali, İbni Ömer, İbni Mes'ud ve Selman-ı
Farisi (r.a.e) hazeratıdır. Bu husustaki müsaadenin dayanağı, "Kim kusar veya burnu kanar, yahut
mezi gelirse, konuşmadığı müddetçe gitsin de abdest alsın ve (bıraktığı yerden) bina etsin" Hadis-i
Şerifidir.
291 - Soru: Namaz içinde abdesti bozulan bir kimsenin, gidip abdest aldıktan sonra namazını
tamamlamasının caiz olmasında bazı şartlar var mıdır? Varsa onları açıklayınız?
Cevap: Bu hususta elbette bazı şartlar vardır. Onları şöyle sıralayabiliriz:
1 - Abdesti bozan sebep, hades-i semavi cinsinden olmalıdır. Yani namaz kılan kimsenin irade ve
ihtiyarı olmadan abdesti bozulmuş olmalıdır, elinde olmaksızın burnunun kanaması gibi. Birinin
vurması veya bir canlının ısırması sebebiyle kan çıkması, kasten abdest bozma gibidir. Çünkü fi'lin
oluşmasında kulun ihtiyarı bulunması sebebiyle "semavi hades" vasfından çıkmış olur. Hatta birisi
damda yürürken aşağıda namaz kılan kimsenin başına taş düşüp kanamış olsa yine hades-i semavi
sayılmaz. Çünkü taşın düşmesi ihtiyari değil ise, onun düşmesine sebep olan yürümekte irade ve
ihtiyar mevcuttur.
2- Namaz kılanın vücudunda meydana gelmiş olmalıdır. Böyle olmayıp da hariçten namaza engel
olabilecek bir pislik, namaz kılan kimsenin üzerine isabet etse onu temizleyip de namaza devam
edemez. Bu durumda o kimsenin namazı fasid olur.
3- Abdesti bozan sebep, guslü gerektiren bir şey olmamalıdır. Bundan şu kast olunmaktadır: Namaz
kılan uyuklayıp da uykusunda ihtilam olsa veya bir şeye bakmanın yahut nahoş şeyler düşünmenin
neticesinde kendisinden meni boşanmış olsa; gusül yapıp da namazın geri kalanını tamamlayamaz.
Yeni baştan kılması gerekir.
4- Abdesti bozan sebep, çok nadir vukubulan cinsten olmamalıdır. Bayılma gibi nadiren vukubulan
bir şey ile abdest bozulacak olsa, abdesti alıp üzerine tamamlamak caiz değildir.
5- Namaz kılan o kimse, abdest bozulduktan sonra, bir rükün eda etmiş olmamalıdır. Mesela,
kıyamda Kur'an-ı Kerim okumakta iken abdesti bozulan kimse, okumayı kesmeyip, abdest
yenilemeye giderken Kur'an okumaktan; abdestin bozulması rüküda veya secdede iken vaki olsa,
rüknü eda kastı ile başını kaldırmaktan çekinmektir. Bu kimsenin rükü ve secdeden başını
kaldırması abdestini tamamlamaya gitme kastı ile olacaktır. Bunları yapan kimse, namazın rüknünü
abdestsiz olarak ifa edince, namazını ifsad etmiş oduğundan, abdestinin bozulduğu yerden devam
ederek namazını tamamlayamaz. Abdestini aldıktan sonra, namazı baştan kılması gerekir. Böyle bir
hal kıyamda iken vaki olunca okumayı hemen kesip rükü veya secdede vaki olunca hemen
namazdan çıkıp abdestini yeniler, o rüküu veya secdeyi sonra iade eder.
6- Yürüme halinde iken bir rükün eda etmiş olmamalıdır. Şöyle ki: Abdestini tazeleyip gelirken,
namazının rüknü olan kıraeti eda etmek, namazı tamamlamaya mani bulunmaktadır.
7- Abdesti bozulmuş olan bu kimse, namaza aykırı bir iş yapmamalıdır. Elinde olmayan bir sebeple
abdesti bozulduğu zaman, kasten abdestini bozmak, yemek, içmek ve konuşmak gibi namaza zıt bir
şeyi yapmaktan çekinmelidir. Bunlardan birini yapan kimse, abdestini alarak namazının üzerini
tamamlayamaz. Avret mahallinin açılması da namazı tamamlamaya mani olan hallerdendir. Bu
sebeple abdesti bozulan bir kadın, bu hükümden faydalanamayacak ve abdest aldıktan sonra
namazını baştan kılacaktır. Çünkü kadının kolunu açması ile namazı bozulmuş olur.
8- Zaruri olmayan bir işi yapmış olmamalıdır. Mesela, abdesti bozulan bir kimse, abdestini
yenilemek için kendine yakın yerdeki suyu bırakıp da iki saflık bir mesafeden daha uzak bir yere
gitmek gibi lüzumsuz iş yapmaktan çekinmelidir. Yakında su olduğunu bildiği halde, bildirilen
mesafedeki uzak bir yere gidip abdest almak, namazını tamamlamaya mani hallerdendir. Eğer
yakındaki suyu unutur veya su kuyu içinde olmakla onu çıkarmak ve kullanmak zahmetli bir iş
olduğu için uzağa gitmiş olursa, bu, namazını tamamlamaya mani sayılmamıştır. Çünkü başka su
varken kuyudan su çekmek, namazın tamamlanmasına engel olan işlerden sayılmıştır.
9- Abdestin bozulmasından sonra, özürsüz bir gecikme yapmamak. Bir kimsenin elinde olmayan bir
sebeple abdestinin bozulmasından sonra, herhangi bir özrü yok iken eğlenip de abdest almaktan
gecikmemelidir. Böyle bir eğlenme, namazın bir cüz'ünü abdestsiz iken eda etmek demek
olacağından, abdestini tamamladıktan sonra üzerine bina etmeye engel olur. "Özürsüz olarak" kaydi
ihtirazisi, abdesti bozan sebebin -mesela burun kanamasının- kesilmemesi veya fazla izdiham gibi
bir özürden dolayı vaki olan gecikmeyi dışarda bırakmış olduğundan, bahsi geçen özürler veya
benzeri bir sebeple gecikmek, abdestini aldıktan sonra namazın geri kalanını tamamlamaya engel
olmaz.
10- Abdest bozulmasından sonra, namaz kılanın daha önce abdestinin bozulmuş olduğu ortaya
çıkmamalıdır. Mesela, abdesti bozulan bu kimsenin ayağındaki mestin müddetinin dolmuş olduğu
anlaşılmış olsa, abdestini alıp da namazının geri kalanını tamamlayamaz. Sahibi özür bulunan bir
kimse için namaz vaktinin çıkması veya teyemmüm ile namaz kılmakta iken abdesti bozulmuş
bulunan bu kimsenin su bulmuş olması da namazı tamamlamaya engel olan hallerdendir.
11 - Namaz kılan kimse, sahibi tertip ise üzerinde geçmiş bir namazın bulunduğunu
hatırlamamalıdır. Böyle bir kimse, geçmiş kaza namazlarının olduğunu hatırlayacak olsa abdestini
alıp namazının üzerine devam ederek tamamlama yoluna gidemez.
12- İmama uymuş bulunan bir kimse, elinde olmayan bir sebeple abdesti bozulunca, abdestini
yenilediğinde, arada bir engel varsa, namaz kıldığı yere dönüp orada imama uyması gerekir. Eğer
namaz kıldığı yere dönmeyerek, bulunduğu yerden iktidasına engel olan kadın saffı gibi bir mani
bulunduğu halde imama uyarsa namazı fasid olur. Çünkü iktida kendisine vacip iken bunu sahih
olmayan bir yerden yapmış olmaktadır. Kendisi muktedi olduğu için, münferiden eda etmesi de caiz
olmaz. Şayet bu kimse, abdest alırken imam namazı bitirmiş ve selam verip namazdan çıkmış
bulunursa, namaz kıldığı ilk yerine dönüş yapmaz. (Kendi başına namaz kılmakta bulunan bir
kimse, abdestini aldıktan sonra bulunduğu yerde hemen namazını tamamlayıvermekle, namaz
kıldığı yere dönmek arasında serbest bulunmaktadır)
13- İmam bulunan ve abdesti bozulan kimse, imamlığa ehliyeti bulunmayan bir şahsı imamlığa
geçirmemelidir. Mesela, böyle bir kimse, çocuğu, kadını veya ümmi bir kimseyi kendi yerinde
imamlık yapmak üzere mihraba geçirirse, hem imamın namazı hem de cemaatin namazı bozulmuş
olur. Namazı yeni baştan kılmaları gerekir.
292 - Abdürrahim Fetvalarından: "Hanefi olan şahsa, abdestin bozulmamasında, diğer mezheplerin
hükümleriyle amel etmek caiz olmaz" (H.Ec. 1/5)
Açıklama: Hanefi mezhebi mensubu bir mü'minin abdesti bozulduğu zaman, kendi mezhebinin
hükümleriyle hareket etmesi gerekir. Mesela, vücudundan kan çıkan bir Hanefi, Şafii mezhebini
taklit ederek, abdestinin devam ettiğine hükmedemez. Böyle bir davranış kendi mezhebine
riayetsizlikten ve dini hükümleri ciddiye almamaktan ileri gelir.
293 - Abdürrahim Fetvalarından: "Müdmin-i hamrin terlemesi abdestini bozar" (H.Ec. 1/5)
Açıklama: Vücudumuz, muhtaç bulunduğu suyu, su veya sulu maddelerden alır. "Ayyaş" veya
"akşamcı" diye ifade edilen içki müptelaları, vücutlarının bu ihtiyaçlarını şaraptan temin etmiş
olmaktadırlar. Şarap pis ve murdar bir mayidir. Bu sebeple, ayyaşın vücudundan çıkan ter, kan ve
idrar gibi abdesti bozan sebepler arasında yer almaktadır.
294 - Behce Fetvalarından: "İnce bir haldeki cerahat, elbise veya vücutta avuç içi kadar (bir yere
yayılmış) olmazsa namaz (ın sıhhatin)e mani değildir" (H.Ec. 1/6)
Açıklama: Vücuttan çıkan cerahat, kalın bir durumda olmasa da necisdir. Bunun ince halde olanı,
kendi sirayet ve yayılma istidadı ile, elbisenin veya vücudun üzerinden avuç içi kadar bir yeri
kaplayacak olursa, namazın sıhhatine engel olur. Bundan az durumda bulunursa bu halde kılınacak
namaz sahih olur.
Feyziye Fetvalarından: "Hatip, hutbeyi okuduktan sonra abdesti bozulsa, hutbe okunurken hazır
bulunmayan (daha sonra gelmiş) bir kimseyi (cumanın farzını kıldırmak) üzere yerine geçirmesi
caiz olmaz" (H.Ec. 1/13)
HURMET:
Gusül
295 - Soru: Gusul abdesti ile namaz kılınabilir mi?
Cevap: Gusül abdesti ile namaz kılınabilir. Bunda hiçbir mahzur yoktur. (Mecmua-i Cedide, s. 11)
296 - Soru: Gusül yaptıktan sonra, içeride kalan meni, şehvetsiz olarak tenasül uzvundan dışarı
çıksa gusül icap eder mi?
Cevap: Gusletmeden önce idrar yapmış, en az 40 adım yürümüş veya biraz uyumuşsa, tekrar gusle
lüzum yoktur. Ama bunların hiçbirini yapmadan gusletmiş ve ondan sonra meni gelmişse
yıkanmalıdır.
297 - Soru: Cünüp kimsenin yemek yemesi veya su içmesi caiz midir?
Cevap: Mekruhtur. Üzerinde bu hal devam ederken yiyip içmek mecburiyetinde kalan kimse, önce
elini ve ağzını yıkamalı, sonra yiyip içmelidir. Zira ağzını yıkamadan yiyip içmek tenzihen
mekruhtur. Bunun sebebi ise, cünüp ağzı ile içilen şeyin "kullanılmış su" hükmünde olmasıdır.
Kullanılmış bir suyun içilmesi ise mekruh görülmektedir.
298 - Soru: Durduğum evin müstakil banyosu yok, ev sahibine sorduğumda mutfağı gösterdi. Acaba
bu durum karşısında mutfakta banyo yapabilir miyim?
Cevap: Zaruret karşısında mutfakta gusletmenizde bir mahzur yoktur.
299 - Soru: Kadınların tırnaklarına sürdükleri oje, gusle mani midir?
Cevap: Oje, kına gibi sadece renk yapan bir madde değil, tırnak üzerinde donan ve tabaka teşkil
eden bir solisyondur. Bu madde, altına suyun işlemesine engel olduğu için, gusle manidir. Bu
kimsenin, tırnağındaki oje temizlenmeden yapacağı gusül ile cünüplükten kurtulması mümkün
değildir.
300 - Soru: Halk arasındaki "gusül yapılacak yerde Euzü ve Besmele çekilmeyecek. Zira orada
Allah'ın adı anılmaz" sözü doğru mu?
Cevap: Gusle Besmele ile başlamakta hiçbir mahzur yoktur. Bilakis, Besmele çekmek sünnettir.
(Büyük İslam İlmihali, taharetlerle ilgili bölüm, madde: 195/1)
301 - Soru: Gusül abdestiyle namaz kılmak caiz olur mu?
Cevap: Abdestte yıkanması gereken uzuvlar, gusülde de yıkandığına göre, gusül (boy) abdestiyle
namaz kılanabilir. (Mecmua-i Cedide, s.11)
302 - Soru: Avret mahallinin tıraş edilmesi en az kaç günde yapılmalı, en fazla kaç günde
yapılabilir?
Cevap: Bu tıraş en az yedi gün sonra tekrarlanmalı, en fazla müddet olarak da 40 günü
geçmemelidir. (Feteva-i Hindiye, c. 5, s. 357) Bu tıraşa göbeğin alt kısmından başlayıp, kasık
kısımlarını temizlemek gerekir. (Aynı eser c.5,s. 358)
303 - Soru: Cünüp olmadığı halde yalnız etek tıraşı olmaktan dolayı gusül icap eder mi?
Cevap: Etek tıraşı, guslü gerektirmez.
304 - Soru: Güneşte ısıtılan su ile gusül abdesti almak caiz olur mu?
Cevap: Evet, kerahatle caizdir.
305 - Soru: Bir kimse gece rüyasında ihtilam olsa ve yine rüyasında yıkansa bu şahıs gusletmiş olur
mu, yani pislikten temizlenmiş olur mu?
Cevap: Rüyada ihtilam olan şahıstan meni çıktığı için uyandığında gusletmesi farz olur. Rüyada
yıkanmak, hakiki değil hayalden ibarettir. Rüyadaki yıkanma ile bir insan cünüplükten kurtulamaz.
306 - Soru: Gusül abdesti alırken abdest dualarını okumakta mahzur var mıdır?
Cevap: Gusül ederken dua okumak mekruhtur. Ancak, gusle başlarken besmele çekilebilir. (Büyük
İslam İlmihali, Taharetle ilgili bölüm, madde: 195/12)
307 - Soru: Gusül abdestini alırken ağza, burna su verdikten sonra, namaz abdesti gibi tekrar abdest
mi alacağım, yoksa yüzümü yıkayarak abdesti tamamlama yoluna mı gideceğim?
Cevap: Gusülde ağız ve burnuna su verdikten sonra, yüz, kollar ve ayaklar yıkanıp baş
meshedilerek abdest tamamlanır.
308 - Soru: Her şeriat evine varmada gusül abdesti almamız lazım mı, yoksa 2-3 defa cinsi
yakınlıktan sonra boy abdesti almak caiz mi?
Cevap: Dilerse, her defasında yıkanır; dilerse en sonunda yıkanabilir. Yeter ki bu arada namazı
kazaya kalmış olmasın. (Büyük İslam İlmihali, Temizlik bahsi, madde: 196/13)
309 - Soru: Dişlerin dibinde oluşan kireç tabakaları gusle mani olur mu?
Cevap: Bünyenin meydana getirdiği taşlaşmalar gusle mani değildir.
310 - Soru: Burada bir imam arkadaş var. Dişleri kaplama yaptırılmış. Halebi Sağir, Halebi Kebir ve
kayıtlı Kuduri gibi kitaplarda cünüplüğün çıkmayacağı yazılı. Bu hususta bizi aydınlatırsanız
memnun olurum.
Cevap: Bahsettiğiniz kitaplarda, kaplama diş yaptıranın cünüplükten kur-tulamayacağı yazılı
olamaz. Zira o kitapların yazıldığı sıralarda bu tarzda kaplama henüz yoktu. Balık pulu, balmumu
ve benzeri şeylerle izahat var-dır. Kaplama dişi, mutlak olarak bunlara benzetip cünüplükten
kurtulama-yacağına hüküm vermek kolay değildir. İlmi ve İslami olarak mesele ele alı-nacak olursa,
dişi kaplatmak veya doldurtmak zarureti bulunduğu zaman ve zaruret miktarım da aşmamak şartıyla
diş doldurmak ve kaplatmak caiz görülmektedir.
311 - Soru: Bir şahıs, gusül abdesti yerine teyemmüm etmiş olsa ve bununla namazını kılsa ve daha
sonra suyu bulsa yeniden gusül etmesi gerekir mi? Bu kimsenin teyemmüm ile kıldığı namazlarını
iade etmesi gerekir mi?
Cevap: Gusül abdesti alır ve fakat namazları kaza etmesi gerekmez. (Büyük İslam İlmihali, Taharet
bahsi, madde: 229)
312 - Soru: Bir kimse, gusül abdesti alıp banyodan çıktıktan sonra kolunda kuru bir yer kaldığını
görse bu kuru yeri elindeki yaşlıkla giderse gusül tamam olur mu?
Cevap: Gusülde, vücudun tamamı bir uzuv sayılmıştır. Bu itibarla, bedenin herhangi bir yerindeki
kuru yeri diğer bir yerdeki yaşlıkla ıslatıp giderilmesi caiz görülmüştür. Böyle yapılınca gusül
tamamlanmış olur.
313 - Soru: Açık-saçık sinemaya giden birisi halk deyimi ile hamamcı olsa hemen yıkanması mı
gerek?
Cevap: Sorunuzun cevabını, sorulması gereken tarzda vermek istiyorum. Bir Müslümanın açıksaçık
filmlerin oynatıldığı bir sinemaya gitmesi asla caiz değildir. Böyle bir filme gidip de sonunun
nereye varacağını bilmeden kendisini nefsani arzularının seyrine bırakmak yerine sinemaya hiç
gitmemek evladır.
314 - Soru: Ben, abdest ve gusülde şüphelere düşüyorum. Yani, guslü yaptığım zaman "Acaba
guslüm oldu mu?" diyor, abdest aldığımda da buna benzer şüpheler içimi kemiriyor. Ben, zaman
geliyor da tekrar tekrar abdest alıyorum. Bana abdest ve gusülden tafsilatlı olarak bahseden bir kitap
tavsiye eder misiniz?
Cevap: Vehim şeytandadır. Onun şerrinden korunmak için Euzü okuyunuz. Allah'a sığınınız ve
Ayetü'l-Kürsi'yi okuyunuz. Dikkatlice abdest aldıktan sonra gelen bu vesveseye asla kapılmayınız
ve içinizden gelen sese "Abdestim abdest, guslüm gusüldür. Kör olası şeytan, sen kahrından çatla"
diye onunla alay etmek gerekir. Tavsiye edeceğimiz kitaplar, evhamı gidermek için değil, bu
husustaki fıkhi ve dini bilgilerinizi genişletmeye yarar. Büyük İslam İlmihali (Ö.N. Bilmen'in ve
Nimetü'l-İslam'ı okuyunuz.)
315 - Soru: Bir kimsenin cünüplük halinde birkaç yerinde yara olsa, yani birkaç yerinde deri
kesikliği bulunsa, bu kimse herhangi bir sebeple gusül yapamasa ve böylece birkaç gün geçse ve bu
kesilen yerler dolsa (bitişse) bu kimse daha sonra gusledince, kapanan ve dolan yerin altındaki
kısımlar tabii derinin altında kalmış olacaktır. O zaman insan cünüplükten çıkar mı?
Cevap: Sorunuz, birinci soru gibi, vehim ve kuruntunun neticesi olarak faraziyelere dayandırılmış
bir sualdir. Deri, o yırtığı ve kesiği alt kısımdan tamamlayarak dokur. Yoksa üstüne kılıf çeker gibi
kapatmaz. Binaenaleyh, onun üst kısmının yıkanması ile temizlenmiş olursunuz.
316 - Soru: Sigara içenlerin dişlerine su tam sirayet etmediğinden, guslü geçerli olmaz, diyenler var.
Siz ne dersiniz?
Cevap: Bu söz, ifrattır. Sigaranın zararlarını ifade için başkaca yollar aranmalı ve fıkhi bahisler
zorlanmamalıdır.
317 - Soru: Komşu köylerden birinde imam efendi sigaranın haram olduğunu söylemiş. Bir kimse
de "Hayır, haram değil mekruhtur" diye itiraz edince, imam efendi: "Sigaranın zifiri, burunun
deliğine toplanıyor ve birikiyor. Cünüp olup yıkanırken suyu burnuna çektiğinde, bu birikinti suyun
burun kemiğine ulaşmasına mani oluyor. Bu takdirde sen de cünüplükten kurtulamıyorsun. Bundan
dolayı sigara haramdır" cevabını vermiş. Siz ne dersiniz?
Cevap: Sigaranın haram ve mekruh olduğunu isbatlamakta o imamın tuttuğu yol doğru değildir. Bu
hususta fazla bilgi almanız için "Tenkidlerim, Tedkiklerim ve Makalelerim" adlı naçiz kitabımızın
340-346. sayfalarını okumanızı tavsiye ederim.
318 - Soru: Bir kimse, ihtilam oldum diye uykudan uyanıyor. Fakat kalkınca meninin geldiğine dair
bir yaşlık göremiyor. Ben cünüp olmadım diye gusül abdesti almıyor. İnsanlarda böyle bir durumun
olması muhtemel midir? Böyle bir durumla karşılaşan kimse banyo yapmasa bir mahzuru var
mıdır?
Cevap: Gusül yapmanın farz olması için, mahallinden şehvetle ayrılan meninin dışarı çıkmış olması
şarttır. Sadece rüyasını görmek, guslü gerektirmez.
319 - Soru: Müslümanlar arasında şöyle bir şey var: "Bir insan, iki elinin ve iki ayağının
tırnaklarının hepsini birden keserse gusül abdesti alması lazım gelir" diyorlar. Siz bu hususta ne
dersiniz?
Cevap: Bu söz yanlıştır. Belki yıkama manasına gelen "Gasil" ile karıştırılmış olacak.
320 - Soru: Abdest alırken ağıza su vermek sünnet olduğu halde gusül de farz olmaktadır. Bunun
sebebini açıklar mısınız?
Cevap: Abdestle ilgili ayet-i kerimede yüzün yıkanılması emredilmiştir. Yüz, saçın bittiği yerden
çene altına kadar ve iki kulak arasında yer alan kısımdır. Burayı yıkamakla farz yerine gelir.
Gusülde ağız ve burunun içi, vücudun dış kısmından kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu sebeple ağız
ve burun içinin yıkanılması gusülde farz, abdestte ise sünnettir.
321 - Soru: Meni mahallinden şehvetle ayrılsa ve fakat dışarıya şehvetsiz olarak çıksa guslü
gerektirir mi?
Cevap: İmam-ı Azam Hazretleri'ne göre guslü icap eder. İhtiyatla hareket etmeye uygun olan da
budur.
322 - Soru: Ameliyatlı bir kimse ihtilam olduğu zaman, yıkanacak olursa hastalığın artacağına dair
doktorun ifadesini dikkate alıp ne yapmalıdır?
Cevap: Bu takdirde teyemmüm eder.
323 - Soru: Cünüp olan kimse selam verebilir mi? Aynı kimse selam alabilir mi?
Cevap: Cünüp bir kimse hem selam verebilir hem de alabilir, sadece Kur'an okuyamaz.
324 - Soru: Bir kimse, Ramazan'da geceleyin ailesi ile cinsi münasebette bulunduktan sonra uyusa,
kalktığında imsak vaktine az bir zaman kaldığını anlasa, önce sahur yemeğini mi yer, yoksa banyo
mu yapar?
Cevap: Bu hususta takvaya uygun olan hareket, önce gusletmektir. Önce yemek yiyip de daha sonra
gusletmeye de fetva verilmiştir. Kişi evlayı veya fetvayı tercihte muhayyer (serbest) tir. Önce
yemek yemeye karar verdiği takdirde, ağzını bol su ile üç defa çalkalayıp burnuna üç defa bol su
çekerek abdest alması, daha sonra yemeği yemesi gerekir.
325 - Soru: Büyük İslam İlmihali'nin 125. sayfasında, guslün sünnetleri bahsinde, madde 6'da
"Kimsenin göremeyeceği mahalde yıkanmak" deniliyor. Bu ifade hakkında bazı kimseler, birbirinin
helali olan karı ve koca müstesna, demektedirler. Siz ne dersiniz?
Cevap: Birbirinin yabancısı olan kimselerin bir örtü arkasında yıkanmaları gerekir. Karı ve koca,
birbirlerinin mahremi bulunduğundan, bu hüküm dışında bulunmaktadırlar.
326 - Soru: Kadınların saç boyamasının gusle mani olduğu (1099) fetva kitabında yazılıdır. Bu
hususun en enteresan yönü, saç boyasını erkeklerin de kullanmasıdır. Durum böyle olunca mesele
çok düşündürücü olmaktadır. Bu hususu açıklamanızı bekleriz?
Cevap: Bahsi geçen fetva kitabındaki ifade doğrudur. Zira fikrini sorduğumuz eczacılar, saç
boyasının saç tellerinin üzerinde tabaka teşkil ettiği kanaatinde bulunmaktadırlar. Bu itibarla, saç
boyalarının gusle mani olduğu ortaya çıkmaktadır. Esasen kınadan başka bir madde ile saç boyamak
haramdır.
327 - Soru: Gusül sırasında, abdesti bozan şeylerden biri vuku bulsa gusle zararı olur mu?
Cevap: Gusle zararı olmaz, ancak abdesti bozulmuş olur.
328 - Soru: Bir kimsenin bedeninden, parmağından veya herhangi bir yerinden küçük bir et parçası
kopsa, sonra o yer kapansa, o kimse bu yara açık iken cünüp bulunsa ve o yara kapanasıya kadar
çeşitli sebeplerden dolayı temizlenemese yara kapandıktan sonra gusletse o yerin içi kuru
kaldığından dolayı cünüplükten çıkar mı?
Cevap: Vücut kendi kendini onarıp iyileşir. Deri kopan yer, büzülüp kapanmak suretiyle değil,
alttan üste doğru iyileşir. Gusülde yıkamanın farziyyeti, bedenin dış kısmında kalan yerlerdir.
Dolayısıyla o kimse cünüplükten çıkar.
329 - Soru: Bir erkek, başlangıcında namaz abdesti gibi abdest almadan gusledecek olsa, yaptığı
gusül ile namaz kılabilir mi?
Cevap: Evet, gusül ile namaz kılınabilir. Çünkü abdestte yıkanması gereken uzuvlar, gusül sırasında
yıkanmış bulunduğundan onunla namaz kılmakta bir mahzur yoktur.
330 - Soru: Benim 13 yaşında bir oğlan çocuğum var. Kendisi cüce bulunduğu için kolları kısa
bulunmaktadır. Bu sebeple elleri taharet mahalline ermemektedir. Gusül yapacağında da eli sırtına
ulaşmıyor. Bunun durumu nasıl olacak?
Cevap: Taharetini kendisinin yapması gerekir. Elinin yetişmemesi sebebiyle, taharetini münasip bir
vasıta (alet) ile yapması düşünülmelidir. Gusül yaparken, belden aşağıya peştemal kuşandığı için,
bir erkeğin yardımda bulunup sırtını ovması da caizdir.
331 - Soru: Gusülden önce ağza ve buruna su mu verilir, yoksa sünnet üzere abdest mi alınır?
Sünnet olan abdestle farz olan ağız ve burun yıkanması yapılmış olur mu?
Cevap: Sünnete uygun olan şekil, avret mahallini yıkadıktan sonra, namaz abdesti gibi abdest
almaktır. Bu abdestte ağza su bolca verilir ve çokça çalkalanır. Buruna çekilecek su fazla verilir ve
geniz yumuşaklığına kadar çekilir. Bu şekilde hem guslün farzı yerine gelmiş hem de abdestin
sünneti ifa edilmiş olur.
332 - Soru: Meninin dışarı çıkmasında, guslün gerekmesi için Hanefi mezhebi imamları arasında
görüş farkı var mıdır?
Cevap: İmam Ebu Yusuf, meninin mahallinden şehvetle kopmasını ve dışarıya da şehvetle
sıçramasını şart koşmuş bulunmaktadır. İmam-ı Azam Hazretleri ise, guslün farz olmasında,
meninin mahallinden şehvetle ayrılmasını guslün farz olması için yeterli bir sebep saymıştır.
333 - Soru: Gusül kaç kısımdır:
Cevap: Üç kısımdır: 1- Farz: Cünüplük, hayız ve lohusalık gibi hallerden dolayı yıkanmak gibi. 2-
Sünnet: Cuma ve bayram namazları ile ihrama gireceğinde ve bir de Arafat'ta vakfe yapacağında
boy abdesti almak sünnet bulunmaktadır. 3- Mendup: Hacamat olduğunda, ölü yıkayacağında, Berat
ve Kadir gecesi gibi kandil gecelerinde alınan boy abdesti mendub veya müstehab diye
adlandırılmaktadır.
334 - Soru: Bekar bir kimse nefsine uyarak cenabet olsa günah mıdır?
Cevap: Evet, bu gibi davranışlar kerahetten hali değildir.
335 - Soru: Kırk yaşında bir adam var, kendisinden devamlı olarak meni geliyor. Doktora gitti, tabip
'İğne ile keserim' demiş. Kendisi evli olduğu için ne yapacağını şaşırdı. İğne ile meninin
kesilmesine muvafakat göstersin mi?
Cevap: Tedavi çaresini arasın ve fakat o tabibin teklifine rıza göstermesin.
336 - Soru: Cünüp bir kimse, alacağı abdest veya yapacağı teyemmüm ile namaz kılabilir mi?
Cevap: Abdest, guslün yerini tutamayacağı için, cünüp kimse alacağı abdest ile namaz kılamaz. Bu
durumda olan bir kimsenin abdest alması, yemek yemek veya uyumak için müstehabtır.
Teyemmüme gelince, suyun olmaması sebebiyle veya bir hastalık dolayısıyla teyemmüm edilmiş
ise onunla namaz kılınabilir.
337 - Soru: "Mezi" ve "Vedi" ne demektir? Bunlardan birinin tenasül uzvundan çıkması halinde
cünüp olur muyum?
Cevap: Mezi, kadına el dokundurmak veya başkaca şehevani bir halle karşılaşmanın neticesinde
gelen yaşlıktır. "Vedi" ise, böyle şehevani bir sebep bulunmadığı halde küçük abdest bozduktan
sonra -ekseriyetle yaz günlerinde- gelen yapışkan sıvıya denilmektedir. Bahsi geçen Mezi ve Vedi
için gusül icap etmez. Bunlar sadece abdesti bozar. Bulaştığı yeri yıkamak ve abdest almak gerekir.
338 - Soru: Taharet-i kübra ne demektir?
Cevap: Cünüplük, kadınlara mahsus adet ve lohusalık gibi hallerden kurtulmak için boy abdesti
almaya "Taharet-i kübra" adı verilmektedir.
339 - Soru: Mazmaza ne demektir?
Cevap: Suyu ağızda çalkalamak manasına gelmektedir.
340 - Soru: İstinşak ne manasına gelmektedir?
Cevap: Lügat itibariyle, koklamak manasına gelen "Neşak" kelimesinden alınmış olup, fıkıh
ıstılahında, suyu burnumuzun yumuşak yerine çekmek manasına gelmektedir.
341 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Gusül eden kimsenin, vücudundaki kılların ve sakalların
diplerine suyu ulaştırması vacip olur" (H.Ec. 1/5)
Açıklama: Her kılın dibinde cenabetlik hükmü vardır. Bunu temizlemek için saç, sakal, bıyık, kaş
gibi yerlerdeki kılların diplerine su ulaştırmak vacip olur. Bu vacibi yerine getirebilmek için de
vücudu ovuşturarak temizlemek gerekir.
342 - Netice Fetvalarından: "Şehvetle bakmak veya hayal etmek suretiyle, tenasül aleti uyandıktan
ve sakinleştikten sonra mezi veya vedi görülse gusül lazım gelmez" (H.Ec. 1/5)
Açıklama: Gusül, ancak meninin şehvetle dışarı çıkması neticesinde gerekir. Mezi veya vedide
sadece abdest almak icap eder.
343 - Soru: Cünüp olan bir kimse küçük abdest almadan önce gusül yapmış olsa ve bu abdestle
namazını kılsa, daha sonra içerde kalan meni kalıntısı dışan çıksa, namazı ve guslünün hükmü
nedir?
Cevap: Kıldığı namaz sahih olur. Meninin çıkması, namazın kılınmasından sonra vaki olduğu için
iade etmeyi gerektirmez. İmam-ı Azam ve İmam Muhammed'e göre guslün iadesi icap eder.
HURMET:
Cunüplü Yapılamayan Şeyler
344 - Soru: Cünüp bir kimse herhangi bir şey yese günah olur mu?
Cevap: Cünüp bir kimse, ağzını yıkamadıkça bir şey yiyip içmemelidir. Zira bunda kerahet vardır.
345 - Netice Fetvalarından: "Cünüp iken Kur'an okumak caiz olmaz" (H.Ec. 1/5)
Açıklama: Cünüp olan bir kimse Kur'an-ı Kerim'e el süremez. Bir bütün ayeti ezbere olsa bile
okuyamaz. Besmele ve kelime-i tevhidi, yarım ayet olduğu için okuyabilir.
346 - Ali Efendi Fetvalarından: "Cünüp iken zikir, tesbih ve Peygamber'e (sav) salevat-ı şerife
okumak caiz olur" (H.Ec. 1/5)
347 - Soru: Emzikli bir kadın, gusül yapmak mecburiyetinde kaldığı zaman, çocuğu ağlasa göğsünü
yıkayarak çocuğa süt verebilir mi?
Cevap: Evet, verebilir.
HURMET:
Özür sahipleri ve ibadetleri
348 - Soru: Kendisinde devamlı yellenme mazereti bulunan bir kimse, özür sahibi sayılır mı? Sahibi
özür olan bir kimse, aldığı bir abdestle sadece bir vakit mi namaz kılabilir?
Cevap: Evet, özür sahibi olur. Özürlü olan bir kimse, vakit girdikten sonra aldığı abdest ile hem o
vaktin namazını kılar ve hem de o vakit çıkasıya kadar kaza ve nafile olarak dilediği kadar namaz
kılabilir ve Kur'an okuyabilir. (Büyük İslam İlmihali, madde 97-99)
349 - Soru: Özür sahibi olan bir kimse, her vakit ayrı bir abdest alacak. Bu abdesti ile namaz
kıldırabilir mi?
Cevap: Kıldıramaz. Çünkü imamlığın altı şartından biri de özürlerden salim olmaktır. Ancak kendisi
gibi özürlü olanlara namaz kıldırabilir.
350 - Soru: Sahib-i özrün, özründen başka, abdestini bozan başka bir hali vukubulsa, iki vakit
arasında yapmak istediği herhangi bir ibadet veya Kur'an okumak için ayrı bir abdest alması gerekir
mi?
Cevap: Özründen dolayı abdest alan kimsede, abdesti bozan başka bir hal vaki olsa, tekrar abdest
alması gerekir.
351 - Soru: Bir kişinin ayaklarındaki rahatsızlıktan dolayı doktor "varis çorabı giyecek" demiş. Bu
çorabı hiç ayağından çıkarmayacak, tavsiyesinde bulunmuş. Sonra aksi halde ayağının kesilmesi
tehlikesinden bahsetmiş. Su isabet ettiği zaman sancının artmadığı ve fakat çorap ayaktan
çıkarıldığı zaman tehlikenin bulunduğu ifade edilmektedir. Bu durum karşısında bahsi geçen hasta
devamlı olarak çorap üzerine mesh edebilir mi?
Cevap: Bu kimse, önce hastalığın mütehassısı olan Müslüman ve fısk-u fücurdan uzak bir doktora
görünmeli ve daha sonra o şahsın durumu fetva mevzuu olarak ortaya konulmalı ve cevap
istenilmelidir. Hastalıklar her şahısta aynı derecede seyretmeyebilir. Bu itibarla, faraziye üzerine
hüküm bina edilemez.
352 - Ali Efendi Fetvalarından: "Özür sahibinin abdesti, vaktin çıkması ile bozulur" (H.Ec. 1/5)
Açıklama: Bu fetva İmam-ı Azam Hazretleri'nin içtihadı esas alınarak verilmiş bulunmaktadır.
Fukaha arasında tercih edilen ve müftabih olan da budur. İmam Ebu Yusuf'a göre, özür sahbinin
abdesti, vaktin çıkması ile bozulduğu gibi, vaktin girmesi ile de bozulur. Mesela, özür sahibinin
güneş doğduktan sonra aldığı abdest, öğle vaktinin girmesi ile bozulur. İmam Züfer, yalnız vaktin
girmesi ile abdestin bozulacağı görüşündedir. Bu zatın ictihadına göre, özür sahibi, sabah namazı
için almış olduğu abdest ile bayram namazını kılabilir.
353 - Behce Fetvalarından: "Oturarak namaz kılan kimsenin, kıyamda olduğu gibi, sağ elini sol
elinin üzerine koyması sünnettir" (H.Ec. 1/9)
354 - Abdürrahim Fetvalarından: "Namaz kılan kimse, özrü olmadığı halde, ancak burnunu yere
koyup alnını koymasa (namaz) caiz olmaz" (H.Ec. 1/9)
355 - Behce Fetvalarından: "Yaşlı veya (çok) zayıf olan kimse, oturarak namaz kılsa caiz olur"
(H.Ec. 1/12)
356 - Ali Efendi Fetvalarından: "Oturduğu halde ima ile namazı kılmaya muktedir olmayan
kimsenin fidye ödemesi lazım gelmez" (H.Ec. 1/12)
Açıklama: Mükellefiyetler, mevcut takata göre yüklenilmiştir. Bu takatin asgari haddi, namazı ima
ile kılabilmektir. Bu kadara da gücü yetmeyen kimsenin fidye tasadduk etmesi icap etmez.
357 - Feyziye Fetvalarından: "Yürümeye gücü olmayan kötürüm kimse üzerine cuma namazı farz
olmaz" (H.Ec. c. 1/12)
Açıklama: Cuma namazının vücubunun altı şartı vardır. Bunlar bulunmadığı zaman, bir kimse cuma
namazım kılmazsa ahiret sorumluluğunu yüklenmez. Ancak kendisinde bu şartlar mevcut olmayan
kimse, cuma günü camide hazır olur ve imamla birlikte cuma namazını kılarsa, o günün öğlesi
yerine geçer. O şartlar şunlardır:
1 - Erkek olmak
2- Hür olmak
3- Mukim olmak
4- Sıhhati y erinde olmak
5- Gözleri sağlam olmak
6- Ayakları sağlam olmak
Bu şartlar dikkate alındığında kadınlara, köle ve esir düşmüş kimselere, en az üç günlük bir yere
sefere çıkmış olanlara, hasta bulunanlara, gözleri ama ve ayakları kötürüm olanlara cuma namazının
farz olmadığı ortaya çıkar. Fetvada bunlardan bir tanesi ifade edilmiş ve aynı durumda olan diğer
kimselerin haline işaret edilmiştir.
358 - Abdürrahim Fetvalarından: "(Secdeye varamayacak durumda) hasta bulunan kimse, yerden iki
karış yüksek bir tahta üzerinde secde etmeyip, ima (ile eda) etmesi gerekir" (H. Ec. c. 1/14)
Açıklama: Bir hastalığı ve mazereti bulunan kimse, secde emek için önüne masa, sandalye ve
benzeri bir şey koyup onun üzerine secde etmemeli; ima ile kılmalıdır.
359 - Ali Efendi Fetvalarından: "Özürsüz kimseler, özür sahibi bulunan kimseye (cemaat olarak)
uysalar caiz olmaz" (H.Ec. 1/10)
Açıklama: Sağlam insanın gerek tahareti, gerekse namaza ait erkanı yerine getirmesi daha
kuvvetlidir. Özürlü insanın namazı ise zayıf bulunmaktadır. Kuvvetlinin zayıf üzerine bina edilmesi
caiz değildir.
360 - Feyziye Fetvalarından: "Kıyama ve oturmaya gücü yetmeyen kimseye oturmaya gücü yetenin
uyması sahih olmaz" (H.Ec. 1/3)
361 - Behce Fetvalarından: "Dilsizin dilsize imam olması caiz olur" (H.Ec. 1/14)
362 - Behce Fetvalarından: "Dilsiz olan kimse, okuyan imama uyması mümkün iken tek başına
namaz kılsa caiz olur."
Açıklama: Dilsiz olan kimsenin kulağı da işitmediğinden, iktidasında ancak hareketleri gözü ile
takip etmek imkanı kalmaktadır. Bir de mazur olan kimseye karşı şer'i müsaade genişlemektedir. Bu
itibarla kendi başına namaz kılsa caiz olur.
363 - Soru: Küçük abdestini tutamayan bir kimsenin her namaz vaktinde kilotunu değiştirmesi icap
eder mi?
Cevap: Özürlü kimsenin çamaşırına bulaşan ve özürden neş'et eden pis mayiler, özür devam ettiği
müddetçe, namazın sıhhatine engel olmaz. Bu sebeple her namazda kilotu çıkarmak gerekmez.
(Büyük İslam İlmihali, Ta-haretle ilgili kısım, madde 102)
364 - Soru: 20 yaşındayım, imamlık vazifesi yapıyorum. Yüzümde bulunan sivilcelerden arkamda
da çıktığı oluyor. Bir zaman böyle devam ediyor ve kendi kendine iyileşiyor. Bu arada patlayan
sivilcelerin kanı, elbiselerime bulaşıyor. Ben kanı gördüğüm zaman elbisemi değiştiriyorum. Fakat
bazen de patladığından haberim olmuyor. Bu kanın ne zaman bulaştığını da bilemiyorum. O sırada
geçen namazlarımı yeniden kılacak mıyım? Benim bu durumda imamlık yapmam caiz midir?
Cevap: İmam olacak kimsenin özürlerden salim olması gerekir. İlk önce bir cilt doktorunun
tavsiyesine uyarak tedavi olunuz. Bu durumda imamlık yapmanız doğru olmaz. Fıkıh bahsinde
"özür sahibi" olma şartları sizde mevcut bulunuyor ise, ezan okunduktan sonra abdest alıp
namazınızı kılarsınız. Özür sahibi olmadığınız müddetçe sivilcenin patlaması ile abdest bozulur.
Buna göre dikkat göstermeniz gerekir.
365 - Soru: Ayaklarımın üzerine, beş dakika diz çöküp oturduğum zaman topuklardan aşağı
ayaklarım uyuşup kalıyor. Ne yapmam gerekir?
Cevap: Namazların dışında nasıl isterseniz oturun. Namaz içinde bilindiği gibi diz üzerine oturmaya
bakın. Şikayetinizin iki sebebi olabilir: l- Hastalık, 2- Alışkın olmamak. Şayet bir hastalık yok ise
otura otura zamanla alışacaksınız. Eğer bu uyuşma bir hastalıktan doğuyorsa kendinizi ehil bir
doktora göstermenizi tavsiye ederim.
366 - Soru: Bir ayağı diz kapağından sakatlanmış bir kimse var. Ayağı bükülmüyor. Bu kimse, secde
edeceği sırada ayağını ileriye doğru uzatarak namaz kılıyor. Bu şahıs imamlık yapabilir mi?
Cevap: Ehliyeti varsa yapabilir.
367 - Soru: Sahib-i özür olan bir kimse, burnundan ve idrar yolundan gelenleri pamukla tıkayarak
durdurursa imam olması caiz olur mu?
Cevap: Özür sahibi bir kimse, burnuna veya mesaneye pamuk tıkayacak olsa özür sahibi olmaktan
çıkar. (Büyük İslam İlmihali, 2. kitap, madde 101) Abdest aldıktan sonra özrü zuhur ederse, o
abdestle başka bir namaz kılamaz. İmamlık yapması mümkün ve caiz ise de, namaz esnasında özrün
zuhuru ihtimali bulunduğundan, ihtiyaten imamlıktan sarfı nazar etmelidir.
368 - Soru: Bir şahsın sol kolunda mazereti var. Bu kişi namaz kılarken tekbirde sol kolunu
kulağına kadar götüremiyor. Bu kimsenin imam veya müezzin olması caiz olur mu?
Cevap: Kolundaki arıza namaz için gerekli olan temizlik yapmasına engel olmuyor ise ve namaz
kıldırmaya ehliyeti mevcutsa imamlık veya müezzinlik yapmasında bir mahzur yoktur.
369 - Netice Fetvalarından: "İmam olarak vazife gören bir şahsın -özrü sebebiyle- sağ eliyle istinca
etmesi caiz olur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: Bu müsaade, sadece imamla sınırlı olmayıp umumidir. Özrü sebebi ile sağ eliyle taharet
alan bir kimsenin imamlık yapmasına bir engel olmadığını ifade etmektedir.
HURMET:
Uzvu eksik olanlaın ibadeti
370 - Soru: Kolu dirsekten aşağı kesik bulunan kimse abdest ve teyemmümde nasıl yapar?
Cevap: O kısmı abdest alırken yıkar, teyemmüm ederken mesheder.
371 - Behce Fetvalarından: "İki elleri olmayan ve abdest aldıracak kimsesi bulunmayan şahıs,
dirseğine kadar kollarını yere, yüzünü de duvara (sürüp) mesh ederek teyemmüm yapar" (H.Ec. 1/5)
Açıklama: İslam dini, namaz kılacak kimsenin mazereti nisbetinde kolaylık getirmiş ve bu suretle
dini vazifelerin ihmaline set çekmiş; abdest almaya kudreti olmayan kimseye teyemmüm yapma
kolaylığı göstermiştir.
372 - Behce Fetvalarından: "Yalnız bir ayağı bulunan kimsenin, diğer ayağı üzerine meshetmesi
caiz olur" (H.Ec. 1/6)
Açıklama: Fetvada ifade edilen müsaade, diğer ayağın topuktan yukarı kısımdan kesilmiş olmasına
bağlıdır. Ayağın topuğu mevcut olur ve ön kısmından en az üç parmak miktarı bulunmazsa, kesik
ayağa da sağlam ayağa giyilen meste de meshetmek caiz olmaz.
373 - Netice Fetvalarından: "Tek kolu olanın imamlık yapması mekruhtur" (H.Ec. 1/9)
Açıklama: Bu meselede görülen kerahet, tek kollu bir kimsenin taharetini tam yapmasındaki
zorluktan doğmaktadır.
HURMET:
Teyemmüm
374 - Soru: Kireç ile teyemmüm yapmak caiz olur mu?
Cevap: Evet, kireç ve alçı ile teyemmüm yapılabilir. Zira bunlar yer cinsindendir. (Nimetü'l-İslam,
136)
375 - Soru: Bir şahıs, gusül abdesti yerine teyemmüm etmiş olsa ve bununla namazını kılsa ve daha
sonra suyu bulsa yeniden gusül etmesi gerekir mi? Bu kimsenin teyemmüm ile kıldığı namazlarını
iade etmesi gerekir mi?
Cevap: Gusül abdesti alır ve fakat namazları kaza etmesi gerekmez. (Büyük İslam İlmihali, Taharet
bahsi, madde 229)
376 - Soru: Su ile abdest almış olan bir kimsenin teyemmüm eden kimseye iktidası sahih mi?
Cevap: Evet, abdest alanın teyemmüm eden kimseye iktidası sahihdir. Meğer ki o, bir özrü
sebebiyle değil de, suyu bulamaması veya suyu kullanmakta bir mahzurun bulunması sebebiyle
teyemmüm etmiş bulunsun.
377 - Soru: Su bulamayan kimsenin yanında zemzem olsa teyemmüm yapabilir mi?
Cevap: Teyemmüm edemez. Zira zemzem bu cevazı engeller.
378 - Soru: Yanık toprak ile teyemmüm yapılabilir mi?
Cevap: Evet, yapılabilir.
379 - Soru: Kaya tuzu, yerden çıktığına göre onunla teyemmüm yapılabilir mi?
Cevap: Evet, yapılmasında hiçbir engel yoktur.
380 - Soru: Yaş çamur ile teyemmüm yapılır mı?
Cevap: Yaş çamur, teyemmüme elverişli değildir.
381 - Behce Fetvalarından: "Teyemmüm olunmuş bir yer üzerinde (tekrar) teyemmüm yapılır"
(H.Ec. 1/6)
Açıklama: Toprak, teyemmüm yapmakla müstamel hükmünü almaz. Aynı yer üzerinde mükerrer
olarak teyemmüm yapılabilir.
HURMET:
Mest üzerine mesh
382 - Soru: Ayağımıza giydiğimiz mestlerin üzerine meshettikten sonra mestlerden bir tekini
çıkarsak, yalnız mest çıkan ayağı mı, yoksa her iki ayağı mı yıkayacağız?
Cevap: Her iki ayağın yeniden yıkanması gerekir.
383 - Soru: Çizmeye mest vermek caiz olur mu?
Cevap: Mestte aranılan şartlar çizmede de mevcut olduğu için üzerine mesh edilebilir.
384 - Soru: Bir mestde iki parmak, diğer mestte de bir veya iki parmak miktarı sökük bulunsa, bu
mestlere mesh etmek caiz midir?
Cevap: Evet, caizdir. Bir mestte üç parmak miktarı sökük veya yırtık bulunması halinde mestler
üzerine mesh caiz olmaz. Fakat iki mestin söktüğü toplama tabi tutulmaz.
385 - Soru: Bir kimse ayağına mest giyse ve üzerine de çorap geçirse, daha sonra çorabın üzerine
mesh verse caiz olur mu?
Cevap: Bu caiz değildir. Çorabını çıkarıp mestin üzerine mesh etmesi gerekir.
386 - Soru: Mest üzerine giyilen çorap, çok ince olduğundan, çorap üzerine meshedilse, ıslaklık
meste çıksa caiz midir?
Cevap: Mesele, cevaz yönünden ele alınacak olursa, çorap üzerine verilecek meshin yaşlığı aynen
meste kadar ulaşır ise mesh caizdir. Bu haddi zatında çoraba değil, meste yapılmış bulunmaktadır.
Fakat görenler üzerinde yanlış telakki ve tatbikata yol açmaması bakımından çorabı çıkarıp mest
üzerine mesh etmelidir. Suyun alta geçmemesi ihtimal dahilindedir.
387 - Soru: Abdestli olarak giydiğimiz mesti, abdest bozulmadan önce çıkarsak abdest bozulur mu?
Cevap: Bozulmaz. Çünkü ilk alınan abdest bozulmamıştır.
388 - Soru: Mestler üzerine mesh ederken, ayağımızı yere dayamadan, yani kaldırmış halde iken
mesh etsek bir mahzuru var mı?
Cevap: Ayağı yere basmak faydalı ise de şart değildir. Dikkat edilecek husus, farz olan mesihde el
parmaklarının iç kısmının mestin üzerine oturmasıdır. Bu temin edilince ayak havada iken de
meshedilebilir. Ancak, bu dini vecibeyi daha güzel eda edebilmek için ayağın yere basılmış olması
uygun olur.
389 - Soru: Mest üzerine meshedebilmek için kaç şart vardır? Onları açıklar mısınız?
Cevap: Yedi şart vardır. Şöyle ki:
1- Mestler, ayağa abdest alındıktan sonra giyilmelidir.
2- Mestler; ayakları, yandaki topuklar da dahil olmak üzere, her taraftan örtülmüş olmalıdır.
3- Mestler ile en az bir fersah yürüyebilmek mümkün olmalıdır.
4- Mestlerin topuktan aşağıda kalan kısmında ayak parmaklarının küçüklerinden üç parmak miktarı
delik, sökük ve yırtık bulunmamalıdır.
5- Mestler, ayakta bağlamaksızın duracak halde olmalıdır.
6- Mestler, dışarıdaki suyun hemen içine alacak, ayağa ulaştıracak durumda olmamalıdır.
7- Ayağın ön tarafından el parmağının en küçüğü ile en az üç parmak miktarı bir yer mevcut
olmalıdır.
390 - Soru: Bir mestte ufak delikçikler bulunsa bunların meshe mani olması için ne kadar genişlikte
olması lazımdır?
Cevap: Eğer bu delikler, çuvaldız girecek genişlikte ise toplanıp hesaba katılır. Ondan daha küçük
olursa, dikiş deliği gibidir, hesaba katılmaz.
391 - Soru: Bir kimse mestin alt veya yan taraflarına mesh etse caiz ve sahih olur mu?
Cevap: Sahih olmaz. Zira meshin farzı her ayağın üst tarafına mesh edilmek suretiyle yerine gelir.
392 - Soru: Bir kimse bir ayağındaki mestinin üzerine dört parmak miktarı, diğer ayağındaki
mestinin üzerine ise iki parmak miktarı mesh etse meshi caiz olur mu?
Cevap: Caiz olmaz. İki parmak miktarı meshettiği mestin üzerine üç parmağa tamamlayacak şekilde
meshi yenilemek icap eder.
393 - Soru: Bir insan, mestinin üzerine yaş bir bez sürmüş olsa mesh yerine gelir mi?
Cevap: Evet, gelir. (Nimetü'l-İslam, Kitabü't-Taharet s. 163)
394 - Soru: Bir kimse mestinin üzerine, farz olan miktardaki yeri ıslatacak kadar su dökse ve fakat
elini sürmüş olmasa mesh yerine gelmiş olur mu?
Cevap: Evet, olur.
395 - Soru: Bir kimse mesh etmeye ayak parmaklarının ucundan değil de, mestin koncundan
başlayıp aşağıya doğru çekse meshi sahih olur mu?
Cevap: Meshi sahih ise de sünnete aykırı bir usul uygulamış olur.
396 - Soru: Bir kimse, mestin üzerine mesh ederken, el parmaklarını ayak parmaklarının ucuna
gelecek şekilde koymayıp yan olarak koyup da mesh etse, meshi sahih olur mu?
Cevap: Meshi sahih olursa da sünnete aykırı hareket etmiş olur.
397 - Behce Fetvalarından: "(Giyilen) çarık, ayakların üzerini -topuklarına kadar- örterse (üzerine)
mesh etmek caiz olur" (H.Ec. 1/6)
Açıklama: Ayağa giyilen bir şeyin üzerine mesh edebilmenin yedi şartı vardır. Bu şartların
bulunmaması halinde, ayakkabı üzerine mesh caiz olmaz. Bu şartlardan biri, mestlerin, ayakları
topuklarla birlikte her taraftan örtmüş bulunmasıdır. Bu şart bulununca, giyilen şeyin potin veya
çizme, yahut çarık olsun üzerine mesh etmekte hiçbir engel yoktur.
HURMET:
Vücut ve avret yerlerin temizliği
398 - Soru: Gece tırnak kesmek doğru değildir, deniliyor, Siz ne dersiniz?
Cevap: Bu soru Harünü'r-Reşid tarafından İmam Ebu Yusuf'a sorulmuş. O, "caizdir" diye cevap
vermiş. Kendisine delil sorulmuş, "el-Hayrü la yüahharu= Hayır, te'hir olunmaz" Hadis-i Şerifini
haber vermiştir. (Feteva-i Hindiye c.5,s. 358)
399 - Soru: Cünüp iken tırnak kesmenin dinimizce doğru olup olmadığını açıklar mısınız?
Cevap: Cünüp iken tırnak kesmek mekruhtur. Bu kirden vücudunu arıtmadan tırnak kesmemelidir.
(Feteva-i Hindiye, c. 5, s. 358)
400 - Soru: Koltuk altındaki kıllar, ne kadar uzarsa namaz caiz olmaz?
Cevap: Koltuk altında ve avret mahallinde biten kılların temizlenmesi bir ay içinde tekrarlanmalıdır.
Kırk günü geçirmekte kerahet olduğu unutulmamalıdır. Bunların uzaması namazın sıhhatine tesir
etmez.
401 - Soru: Benim 88 yaşında bir teyzem var. Gözleri hiç görmüyor, aklı da az eriyor. Bu haliyle
namazını da kılmaya çalışır. Fakat tahareti tam olmuyor. Bunun durumu nedir. Sonra, 70 yaşındaki
kimsenin defteri kapanır, deniliyor bu ne derece doğrudur?
Cevap: Evet, namazını kılması gerekir. Onun durumuna göre dinimizin hükümlerinde bir genişleme
ve ruhsat verilmiş olur. O yasa gelmiş kimse, günah irtikap etmeyeceğinden dolayı böyle
söylenmiştir. Fakat günah işleyecek olursa 90 yaşında olsa bile defteri açılır ve irtikap ettiği suçları
yazılır.
402 - Soru: Avret mahallinin tıraşı geçmiş olan bir kimse cünüp sayılır mı?
Cevap: Sayılmaz. Fakat kırk günü geçmesi halinde kerahet vardır. (Feteva-i Hindiye, c. 5, s.358)
403 - Soru: Tıraştan sonra kolonya kullanabilir miyiz?
Cevap: Kullanmasanız iyi olur. Şayet kullanacak olursanız kolonya sürdüğünüz yeri yıkayınız. Zira
ana maddesi ispirto olup temizliği üzerinde ihtilaf olunmuştur. (Büyük İslam İlmihali, Temizlik
bahsi, madde: 92/5).
404 - Soru: Kadınlar, avret mahallini yolarak veya jiletle tıraş ederek temizleseler bir mahzuru var
mı?
Cevap: Mühim olan temizliğin yapılmış olmasıdır. Şekil ve kullanılan vasıtada herhangi bir mahzur
görülmemektedir.
405 - Soru: Tıraş edilecek mahallerde olan kıllar, arpa uzunluğu kadar olursa namaz caiz olmaz,
diye duyduk. Ayrıca küçük parmağı bir defa dolarsa kafir olur, diye işittik. Bu hususta siz ne
dersiniz?
Cevap: Bu mahallerin tıraşlarının kırk günü geçmesinde kerahet vardır. Fakat duyduğunuz iddialar
yanlıştır. Bu gibi lafların bir dayanağı yoktur. Bir kötülüğün önünü almak için dinimizde
bulunmayan lafları uydurmak, ihmal edilen işin vebalinden daha ağırdır.
406 - Soru: Avret mahallinin temizlenmesi hangi yaşa kadar devam etmektedir?
Cevap: Bunun yaşla bir ilgisi yoktur. Bahsi geçen yerdeki kıllar uzamaya devam ettikçe tıraş olma
mükellefiyeti de tekrarlanır.
407 - Soru: Herhangi bir kimsenin avret mahallini uzun süre temizlememesi sıhhatine zararlı mıdır?
Cevap: Temizlenmediği zaman, mesamatın tıkanması ile vücudun her ifrazatı zorlaşır. Bu da onun
sağlığına zarar verir. Kirlerle karışan terlerin meydana getireceği kerih koku da buna caba... Bu
temizliğin kırk günü geçmesi mekruhtur.
408 - Soru: Cuma günü tıraş olmakta bir mahzur var mıdır? Perşembe günü olmak efdaldir diyorlar.
Siz ne dersiniz?
Cevap: Cuma günü tıraş olmak müstehabtır. Perşembe günü tıraş olmakta da bir mahzur yoktur.
Ancak, cuma gününde efdaliyet vardır. (Fetava-i Hindiye, c. 5, s. 357).
409 - Soru: Af buyurun, cünüp iken kasık kıllarının temizlenmesi doğru mudur?
Cevap: Mekruhtur. Önce yıkanmalı, daha sonra tıraş olmalıdır.
HURMET:
Necaset (Pislik) ve temizlği
410 - Soru: Bir kimsenin üzerine necaset bulaşmış olsa, o pisliği temizlemeden namaz kılması caiz
olur mu?
Cevap: Bu husustaki hüküm, o pisliğin necaset-i hafife veya necaset-i galiza olmasına göre
değişiklik arzeder. Necasetin kısa veya sıvı hainde bulunması ile, miktarı veya kapladığı saha
itibariyle ayrı ayrı hükümlerle ifadesi gerekmektedir. Şu kadarını ifade ile yetinmek isterim:
Necaset-i galizadan sayılmış bir pislik, katı bir halde ise bir miskal (4,8 gram) dan fazla; sıvı halde
ise, el ayası tabir edilen avuç içi sahasından daha geniş bir yer kirlenmiş olursa ve bu necasetin
temizlenmesine imkan da bulunursa, o pislik temizlenmeden kılınacak namaz sahih olmaz.
411 - Soru: Mezî veya vedînin bulaştığı bir elbise ile namaz kılınır mı?
Cevap: Mezî veya vedî, idrar gibi, pis olup bulaştığı yeri yıkamak gerekir. Şayet avuç içi kadar bir
yer, bahsi geçen mayi ile ıslanmış ise, o halde namaz kılmak caiz olmaz.
412 - Soru: Şişenin içinde kan dolu ve ağzı kapalı olduğu halde, namaz kılanın üzerinde bulunsa
veya yumurtanın içi kan halinde iken bununla namaz kılınsa namaza mani olur mu?
Cevap: İçinde kan bulunan şişe, üzerinde iken kılınacak namaz sahih değildir. Fakat kanlanmaya
yüz tutmuş yumurta üzerinde iken namaz kılmakta bir mahzur yoktur.
413 - Soru: Yağmurlu günlerde yoldan geçerken, nakil vasıtlarının tekerleklerinden üzerimize su
sıçrıyor. Bu halde namaz kılabilir miyiz? Yoksa o elbiseyi değiştirmek mi lazımdır?
Cevap: Bunda "Umum fetva" vardır. Kendimizi bundan korumak zordur. O durumda namaz
kılabilirsiniz. Elbise değiştirmek mecburiyeti yoktur.
414 - Soru: Büyükçe bir halı veya hasırın bir tarafı pis olsa, temiz yeri üzerinde namaz kılmak caiz
olur mu?
Cevap: Evet olur. Çünkü mekanın temiz olma şartı, kişinin namazını eda ettiği kısım için geçerli
olmaktadır. Namaz kıldığı kısım temiz olunca diğer tarafın pis olması namaza zarar vermez.
415 - Soru: Bir şahsın üzerinde, ciğer, dalak ve yürek içinde kalmış bulunan kan bulaşmış olsa
namaza engel olur mu?
Cevap: Ne namaza engel olur, ne de suya düşmüş olsa onu ifsad eder. Bunlar, pis olan kandan
müstesna tutulmuştur.
416 - Soru: Şehid olmuş bir kimsenin kanı, başka bir kimsenin üzerine bulaşır ise onu yıkamadan
namaz kılabilir mi?
Cevap: Şehidin kanının temizliği, kendisi hakkında olup, şehidin üzerinde bulundukça temizdir.
Başka bir kimsenin üzerine bulaşacak olursa, diğer kanlar gibi necistir.
417 - Soru: Suyun ma-i mutlak ve ma-i mukayyed diye ikiye ayrılması neye göre olmaktadır?
Cevap: Mutlak su, yaratıldığı vasıf üzere kalmış ve içine birşey karışmamış bulunan su demektir.
Yağmur, pınar, deniz ve kar suları gibi. Mukayyed ise, herhangi bir maddenin karışması ile
yaratılmış olduğu halden çıkmış ve su isminin yanında o şeyin adı ile birlikte anılan sudur. Gülsuyu,
etsuyu, üzümsuyu, bulgur suyu gibi.
418 - Soru: İstinca ne manasına gelmektedir?
Cevap: Büyük abdest bozulduktan sonra pisliği gidermek işine denilmektedir.
419 - Soru: İstibra ne manasına gelmektedir?
Cevap: Küçük abdest bozduktan sonra idrarın çıktığı yerden sidiğin eserini gidermektir.
420 - Soru: İstinkaa ne manasına gelmektedir?
Cevap İstinca işinde mübalağa edip, pisliğin eseri kalmayacak şekilde temizlenmeye isim
olmaktadır.
421 - Soru: Bir kimse kazai hacetini defedip taşla istibra yaptıktan sonra yeniden su ile temizlik
yapmadan namaz kılsa caiz olur mu?
Cevap: İstibrayı yapan kimse, Şafiî mezhebi mensubu ise orayı ayrıca su ile yıkaması lazımdır.
Hanefi mezhebinde bulunuyorsa ve çıkan idrar da çıktığı yerin etrafına bulaşmamış ise,
temizlenmek için kurulanması kafidir ve kılacağı namaz da sahihtir.
422 - Soru: Çiğnenmemiş sakız bir kuyuya düşecek olsa, kuyu murdar olur mu?
Cevap: Sakız esasen temiz bir madde olup, çiğnenmiş olsa bile kuyuya düşmesiyle hiçbir şey lazım
gelmez.
423 - Soru: Kağıt ile taharetlenmek veya taharetten sonra kağıt ile kurulanmak caiz midir? Velev ki
bu kağıtlar şimdiki hususî yapılan kağıtlar olsun.
Cevap: Üzerinde yazı olmayan ve yazı yazmaya elverişli bulunmayan kağıtla istinca yapmak veya
yaşlığı kurulamak mekruh değil, caizdir.
424 - Soru: Elbisesine domuz sürünen bir kimse o kısmı su ile yıkadıktan sonra temiz olur mu? Ve
onunla namaz kılabilir mi?
Cevap: Güzelce yıkadıktan sonra temiz olur ve onunla namaz kılınabilir. Dinimizce gösterilen
temizleme usulleriyle temizlenmeyecek hiçbir pislik yoktur.
425 - Soru: Elbiseye "Mezî" bulaşacak olsa, elbisenin o kısmım yıkamak lazım gelir mi?
Cevap: Evet.
426 - Soru: Bazı kimseler, rakı şişesini yıkayıp içine pekmez, sirke vesaire koyuyor ve
kullanıyorlar. Benim bundan çok şüphem oluyor. Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: İçki şişesi, üç defa yıkanıp her defasında damlası kesilesiye kadar beklemekle temiz olur.
Hz. Ali'ye (ra) nisbetle naklettiğiniz söz, fıkhî hüküm değil, o büyük zatın içkiden ne derece nefret
ettiğini ifade etmektedir.
427 - Soru: Halı ve keçe gibi birşey pislenmiş olsa, sıkılması kabil olmadığına göre, nasıl yıkanır?
Cevap: Bir kap veya akar su içinde üç defa yıkamak ve her defasında, damlalar kesilesiye kadar,
süzülmesini beklemekle temiz olur. (Büyük İslam İmmihali, 2. kitap, md: 96/1 pr. 7).
428 - Soru: Bizim buralarda nişanlarda, genç kızlar ellerine kına yakarlar. Bu kınanın içine küçük
çocuğun biri, işemiş. Bazı kadınlar, karılmış bulunan kına atılıp yazık olmasın diye ses çıkartmamış.
Bu kınadan ellerine yakan kızlar, durumu daha sonra öğrenseler ellerini nasıl temizlerler?
Cevap: Ellerini üç defa ve güzelce yıkamakla temizlik tahakkuk eder. (Büyük İslam İlmihali, 2.
kitap, mad: 96/1 parağ. .
429 - Soru: Ağaçtan yapılmış hamur teknesi içine kedi işemiş ve ağaç bu idrarı içine emmiş olsa, bu
teknenin temizliği nasıl olur?
Cevap: Üç defa yıkanacak ve her defasında damlalar kesilesiye kadar beklenecek, ayrıca
güneşletilerek kurutulacak. Bu ameliye üç defa tekrarlanınca ağaç tekne temiz olur. (Mecmua-i
Cedide, s. 6).
430 - Soru: Yüzünde kan bulunan bir kılıç nasıl temizlenir. Arabistan çölü gibi su bulunmayan bir
yerde, harp halinde bulunan askerin kılıcı kana bulanmış olsa temizliği nasıl olacak?
Cevap: O kılıcı toprağa sürtmek suretiyle kanı silinince kılıç temizlenmiş olur. Su ile yıkamaya
hacet kalmadan ve bu kılıç üzerinde iken namaz kılınabilir. (Büyük İslam İlmihali, 2. kitap, md:
96/4).
431 - Soru: Ayakkabı ile hayvan damına gidiyoruz. Pabuçların altına bulaşan bu pisliğin
temizlenmesinin yolu nedir? Zira bu ayakkabı ile zaman gelip cenaze namazı kılıyoruz. Bu hususu
açıklar mısınız?
Cevap: Ayakkabının altında pislik bulunduğu sırada cenaze namazı kılınacak ise ayakkabı ayaktan
çıkanlıp üstüne basmalı ve namazı öyle kılmalıdır. Durum böyle değilse pabuçlar yere sürtüle
sürtüle, yani yürümekle temiz olur. (Büyük İslam İlmihali, 2. kitap; md: 96/5).
432 - Soru: Balık veya su içinde yaşayan hayvanlardan biri, suyun içinde ölmüş olsa su pislenmiş
olur mu?
Cevap: Bunlar, eti yenmeyen cinsten olsa bile, ölüsü meyte (leş) kabul edilmediğinden suyu
pisletmiş olmaz. Zira akıcı kanı bulunmayan hayvanın ölüsü meyte değildir.
433 - Soru: Yılan suyun içinde ölecek olsa suyu pisletir mi?
Cevap: Hayır, pisletmez.
434 - Soru: Ahırdan ve hamamdan çıkan buhardan meydana gelmiş damlacıklar, pis değil midir?
Cevap: Bunlardan kaçınmanın zorluğu sebebiyle istihsanen pis sayılmamıştır.
435 - Soru: Et veya ciğer, kurtlanmış olsa pislenmiş olur mu?
Cevap: Kurtlanıp yenilmeyecek hale gelmesi ayrı bir husus, pislenmesi ayrı bir iştir. Kurtlanması,
sağlık yönünden istifade etmeyi engeller, fakat temiz olmaktan çıkarmaz. Kurtlanmış bir ciğer insan
üzerinde iken namaz kılsa namaza engel olmaz.
436 - Soru: İşkembe, üzerindeki pislik temizlenmeden sıcak suya sokulacak olsa zararı olur mu?
Cevap: Su kaynama derecesine varmış ve işkembe onun içerisinde suyu içine alacak derecede bir
müddet bırakılmış ise asla temiz olmaz. Şayet bu iki şart bulunmazsa, yani su kaynayacak dereceye
gelmemiş veya işkembe onun içinde uzun bir müddet bırakılmamış ise yıkamakla temiz olur.
437 - Soru: Şarap ile pişirilmiş bir et, yıkamakla temiz olur mu?
Cevap: Asla temiz olmaz. Çünkü, pislik o etin her yerinde ve en küçük zerrelerine işlemiş
olmaktadır.
438 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Pis olan bir zeytinyağı, sabun yapılmakla temizliğine
hükmolunur" (H.Ec. 1/6)
Açıklama: Herhangi bir murdar madde ile kirlenen zeytinyağı, sabun imalinde kullanmakla temiz
olur. Çünkü sabun yapılan yağ, kimyevi bir istihale geçirmektedir.
439 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Besmele çekilip kesilmeden ölmüş bulunan bir koyun veya
ineğin memelerinde bulunan süt temizdir" (H.Ec. 1/6)
Açıklama: Kendi kendine ölmüş bir hayvanın eti murdardır. Fakat sütü temizdir.
440 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Maymunun su içtiği kapta kalan artık su temiz olmaz" (H.Ec.
1/6)
Behce Fetvalarından: "Unu, şarapla yoğrulmuş bir ekmek temiz değildir" (H.Ec. 1/7)
Açıklama: Şarap, dört mezhebe göre pistir. Onunla karılmış olan hamur da pislenmiş olur. Hamurun
pişmesi, pisliğini gidermez.
441 - Behce Fetvalarından: "Pislik bulaşan bakır tas, üç defa yıkanmakla temiz olur" (H.Ec. 1/7)
Açıklama: Pis bir kap, pisliğin eseri bulunan koku, cirim ve tad gibi şeyler kalmayacak şekilde
yıkanır, damlalar kesilinceye kadar bekletilir ve bu usul üç defa tekrarlanınca temiz olur.
442 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Namaz kılan kimsenin üzerinde dirhemden az bir pisliğin
bulunması, namazın sıhhatine mani değildir" (H.Ec. c. 1/6)
Açıklama: Bir pisliğin yıkanmasının lüzumu ile namazın makbul olmasına engel olacak miktarının
belirtilmesi hususları birbirine karıştırılmamalıdır. Bir pislik, ne kadar az olursa olsun yıkanacaktır.
Bu hüküm, insan sağlığı ve içtimai ahlak bakımından zaruri bulunmaktadır. Ancak, dirhem
miktarından az olan bir pislik, temizlenmeden önce namaz kılınacak olsa, miktarın azlığı ve
insanların karşılaştığı zaruri durumlar dikkate alınarak, namazın sahih olmasına hükmedilmiş
bulunmaktadır.
443 - Soru: Umre için yolculuk yapmıştım. Şam'a vardığımızda ucuz fiyatla elbise satın alanların
durumu dikkatimi çekti. Dikiş fiyatından daha ucuz bir para ile takım elbise satın alıyorlardı. Kimi
şahıs 5-6 takım, kimi de buna yakın elbise satın aldılar. Hani "bulan vermez" derler ya, bu söze
haklılık kazandıran bir pazarlıktı. Ben de elbise satın almak istedim. Avrupalıların Filistin
mültecileri için bağış olarak gönderdiği elbiseler olduğunu öğrenince içim çekmedi. Daha doğrusu,
"Kimbilir, kimler giydi ve nasıl giydi?" diye tereddüde düştüm ve almaktan sarf-ı nazar ettim.
Acaba bu elbiseler hakikaten benim düşündüğüm gibi pis midir? Eğer pis kabul edilecek ise nasıl
temizleyebiliriz?
Cevap: Üzerinde herhangi bir pisliğin eseri görülmezse "acaba" şüphesi ile bir şeyin pisliğine
hüküm verilemez. Zira eşyada asıl olan temizliktir. Yakin, şek ile zail olmaz. Bu elbiseyi alıp
kullanmakta bir mahzur yoktur. Avrupalıların îslami ölçülere uygun bir şekilde temizliğe riayet
etmediği bilinmektedir. Bu noktadan hareket ile o elbisenin temiz olmadığına hüküm vermeye
medar olamaz. Alıp almamak hususunda serbest bulunuyorsunuz. Pisliğine hüküm vermekte gelişi
güzel kanaat yürütemezsiniz. Çünkü bir hükmün şer'i mesnede dayanması gerekir.
444 - Soru: Bir yere pislik dökülmüş olsa, sonradan yağan yağmurlar ile o yer yıkandığında temiz
olur mu?
Cevap: Yağan yağmurların tesiri ile pisliğin eseri kalmazsa temiz olur.
445 - Soru: Bir küpün içinde şarap bulunurken boşalmış olsa, bunu temizlemek icabettiğinde nasıl
bir yol takip etmek gerekir?
Cevap: İçine su doldurulur ve bu vaziyette bir müddet bekletilir. Sonra o su boşaltılıp temiz bir su
doldurulur. O da bir vakit bekletildikten sonra dökülüp yenisi konulur. O da bir müddet küpün
içinde bırakılıp sonra dökülür. Bu yolla küp temiz olur.
446 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zeyd, abdest alıp silindiği mendil üzerinde iken namaz kılsa caiz
olur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: Abdest alırken vücuttan ayrılan su, ma-i müsta'mel sayılırsa da vücuttaki yaşlık,
kullanılmış su hükmünde değildir. Bu itibarla abdest uzuvlarının kurulandığı mendil, cepte iken
kılınacak namazda kerahet yoktur.
447 - Abdürrahim Fetvalarından: "Şarap ile karıştırılıp yapılan ilacı vücuda sürüp onunla namaz
kılmak caiz olmaz" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: Şarap, hem haram hem de necistir. İçinde şarap bulunan bir merhem, vücuda sürülecek
olsa onunla namaz kılmak asla caiz olmaz.
HURMET:
Tuvalet ve Banyo adabı
448 - Soru: Hamama gitmek caiz midir? Şayet buna müsaade varsa dayandığı şartlar nelerdir? Bu
hususta erkek ile kadın arasında bir fark var mıdır?
Cevap: Bir kimse, başka bir şahsın bulunduğu hamama girebilmesi için, altını göstermeyecek
kalınlıkta bir peştemal ile, göbekten diz kapağının altına kadar olan kısmı örtmesi gerekir.
Peygamber (sav) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah'a (cc) ve ahiret gününe
iman ederse peştemalsız olarak hamama girmesin." Dikkat edilirse, verilen bir müsaade, peştemale
sarınılmış olarak girme şartına bağlanmıştır. Hadisin başlangıcında, Allah'a (cc) ve ahirete iman
eden kimsenin bu yolda hareket etmesi gerektiğine işaret olunmaktadır. Bu mevzua açıklık getiren
Hadis-i Şeriflerde, "ancak peştemal ile" kayd-ı ihtirazisi, gelişi güzel hamama girme serbestliğim
ortadan kaldırmaktadır.
Hamama girecek kimse, bu hususa riayet etmekle beraber, hamamda bulunan diğer kimselerin de
buna riayet edip etmediklerini dikkate alacaktır. Şayet onlar, açık-saçık bir halde bulunuyorlarsa ve
söylendiği zaman söz kabul etmeyecek takımdan kimseler ise, onların bulundukları umumi yerde
değil, hususi banyo kiralayıp orada yıkanması gerekecektir.
Kadınların hamama gitmesine gelince; Peygamber Efendimiz'in (sav) bir Hadis-i Şerifleri bu hususa
açıklık getirmektedir. Şöyle ki: "Sizin için Acem diyarı feth olunacaktır. Orada, hamam denilen
binalar göreceksiniz. Erkekler oraya peştemal ile (örtünerek) girsinler. Hasta ve lohusa kadınlardan
başkasını oraya girmekten men ediniz." Hadis-i Şerifte gösterilen bir mazeret olmadıkça kadının
hamama gitmesine müsaade edilmemiştir.
Resul-i Ekrem (sav) Efendimiz başka bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar: "Kim Allah'a
(cc) ve ahiret gününe iman ederse, peştemalsız olarak hamama girmesin. Kim Allah'a ve ahiret
gününe inanırsa karısını hamama sokmasın." Muterem Peygamber Efendimiz'in (sav) Allah'a (cc)
ve ahiret gününe inanma şartına bağlayarak getirdiği bu engellemeyi, diğer bir Hadis-i Şerif teşrih
etmektedir: "Yapıların şerlisi hamamdır. Orada sesler yükseltilir, avret (olan mahal)ler açılır. Kim
oraya girerse, ancak örtünmüş olarak girsin."
Dinimizin kabul ettiği bir mazereti bulunan kadın, hamamın herkese açık bulunan yerinde değil de
hususi olarak tuttuğu bir banyoda yıkanmalıdır. Böylelikle, kimse onun avret mahallini görmemiş,
kendisi de başkasının avret mahalline bakmamış olur. Bu imkana sahip olmayan kadının, evinde
yıkanması en doğru yoldur.
Müslüman bir kadının, avret sayılan uzuvlarını, gayrimüslim kadınların önünde açması helal
değildir. Zira Cenab-ı Hak (cc), bir Ayet-i Kerimede, "kendi kadınları" buyurmaktadır. Bundan
maksadın Müslüman kadınlar olduğu tefsirlerde açıklanmaktadır. Hazret-i Ömer (ra) Efendimiz,
"Allah'a (cc) ve ahiret gününe inanan bir kadının, Allah'a (cc) eş tutan bir kadının yanında
başörtüsünü açması helal değildir" buyurmuştur. Hak ile batılı, keskin çizgilerle ve kesin ifade ile
ayıran Hazret-i Faruk, başörtüsünü açmaya müsaade etmemiştir. Zamanımızın kadını, çıplaklık
yarışında üzerinden atmadık çok az şey bırakmış ve açık bıraktığı yerler, kapalı kısımlardan fazla
bir duruma gelmiştir.
Hazret-i Ömer (ra), Ebu Ubeyde bin Cerrah'a (ra) yazmış olduğu bir emirnamede şöyle talimat
vermiştir: "Bana (şöyle bir haber) ulaştı: Gayrimüslim kadınlar, Müslüman kadınlarla birlikte
hamama giriyorlarmış. Bu davranışa engel ol ve aralarına perde çek. Çünkü, soyunmuş bulunan
Müslüman bir kadını, gayrimüslim bir kadının görmesi caiz değildir." İbni Abbas (ra) da şöyle
buyurmaktadır: "Müslüman bir kadını, Yahudi ve Hıristiyan kadınların görmesi helal değildir.
(Müslüman kadınların mahrem yerlerini) kocalarına anlatmamaları için (bu yasaklanmış)tır.
Fazilet sahibi Müslüman bir kadının, fahişe bir kadının bulunduğu yerde de aynı dikkati göstermesi
gerekir. Zira düşük ahlaklı bir kadın, kendisiyle zina eden erkeklere, bu kadının güzelliklerini
vazfederek bir yuvanın yıkılmasına sebep olabilir.
Ebu Ubeyde bin Cerrah (ra) şöyle demiştir: "Yüzünü beyazlaştırmaktan başka bir dileği olmaksızın,
özürsüz olarak hamama giren herhangi bir kadının, yüzlerin ağardığı günde yüzünü Allah
karartacaktır." Bir şairimiz ne güzel ifade etmiş:
Tinetin napak iken, girme çık germabe'den
Evvela tathir-i kalp et, sonra tathir-i beden
449 - Soru: Erkekler veya kadınlar hamama girdikleri vakit avret mahallerini açabilirler mi?
Cevap: Açamazlar. Banyo yapılan yer, 5 arşın kare veya daha fazla olursa avret mahallerini kapalı
bulundurmak şarttır.
450 - Soru: Kıbleye karşı küçük veya büyük abdest bozmanın hatalı olup olmadığını açıklayınız?
Cevap: Elbette hatalıdır ve bunu sormak bile zaittir. Harama yakın bir mekruhtur.
451 - Soru: Dikilmiş halde iken bevil yapmak, acele bir iş bulunması halinde caiz olur mu?
Cevap: İşin ve çişin acele olması, şer'i hükümleri ihmale delil ve müsaade olarak alınamaz.
Ayağında sakatlığı bulunmayan bir kimsenin dikildiği yerden abdest bozması caiz görülemez.
452 - Soru: 500 liralıkların üzerindeki resimde Ayet-i Kerime göze çarpmaktadır. Buna göre ayete
yapılması gereken hürmet yapılmamakta ve tuvalet dahil meşru olmayan yerlerde kullanılmaktadır.
Bu sebeple bazen mecbur kaldığım ve belden aşağıya koyduğum veya bu para üzerimde iken
tuvalete girdiğim oluyor. Bunun bir mahzuru var mı, ne yapmamız gerekir?
Cevap: 500 TL'nin üzerinde bulunan ayet sebebiyle, onunla helaya girmemeli ve abdestsiz el
sürülmemelidir.
453 - Soru: Tuvalete tükürmek nasıl bir harekettir?
Cevap: Bu davranış, doğru görülmeyen bir harekettir. Tükrüğün içinde ekmek kınntısı ve yemek
artığı bulunabileceğinden bundan sakınmalıdır.
454 - Behce Fetvalarından: "Helada abdest alana tesbihatı (ve duaları) terk etmek gerekir" (H.Ec.
1/5)
Açıklama: Zaruret halinde helada abdest alınabilir. Tren yolculuğunda olduğu gibi. Ancak, helanın
kirli bir yer olması sebebiyle abdestle ilgili duaları okumamak icap eder.
455 - Soru: Erkek ve kadın, kimsenin bulunmadığı bir yerde yıkanırken tamamen çıplak olarak
bulunabilir mi?
Cevap: Meleklerden haya edip böyle yakışıksız bir duruma düşmemelidir.
456 - Soru: Tuvaletin içinde veya çok yakınında Allah'ın (cc) ismi söylenir mi? Bu hususu
açıklarsanız memnun kalırım?
Cevap: Tuvaletin ancak dış kısmında Cenab-ı Hakk'ın adını anmakta bir mahzur yoktur. Fakat
helanın içinde Allah'ın(cc) adını anmak doğru değildir. Mahallin pisliği itibariyle Rabbimizin
mübarek isminin orada anılması doğru görülmemektedir.
HURMET:
Beş vakit Namaz
457 - Soru: Sabah namazını kılamayan bir kimse, cuma ve cenaze namazı kılamaz diye iddialar
oluyor. Bu hususta cevabınızı rica ederim.
Cevap: Her namazın mükellifiyet ve sorumluluğu ayrı ayrıdır. Kıldığı namazın borcunu ödemiş ve
sevabına erişmiş olur. Bir kimsenin kılamadığı namazdan sorumlu olması, diğer namazları kılma
emrini ortadan kaldırmaz.
458 - Soru: Bütün namazların sünnetleri evvel kılınıyor da niçin akşam namazının farzı evvel
kılınıyor?
Cevap: Bu durum Hanefi mezhebine göredir. Şafii mezhebinde ise akşamın hem farzından önce
hem de farzını takiben sünnet namaz kılınmaktadır.
459 - Soru: Sabah namazından sonra Kur'an okunduğu zaman "Haşr" suresinin son sayfasını
okurken, sondan üç ayeti okuyorum. Bazı imamlar, yukarı ayetlerden okunmasını tavsiye ediyorlar.
Bu hususta izahat verirseniz memnun oluruz.
Cevap: Ma'kıl b.Yesar'dan Tirmizi'nin rivayet ettiği Hadis-i Şerifte sure-i Haşr'ın son üç ayetini
okumak tavsiye edilmiştir. Buna hiçbir ilave yapmak doğru olmaz. Yapılan işin çokluğundan ziyade,
Allah Resulü'nün (sav) tavsiyesine uygun olarak yapılmasına dikkat etmelidir.
460 - Soru: Peygamber Efendimiz'den (sav) önce gelip geçen peygamberlere kaç vakit namaz tebliğ
ile emrolundu? Onlar da bizim kıldığımız gibi kılıyor idiyse, ka'dede okunan "Ettehiyyatü" yerine
ne okuyorlardı? Zira bu dua Peygamberimiz'e Mirac'da hediye edildi.
Cevap: Bilinen bir şey varsa, o da bizden evvelki ümmetlere elli vakit namazın farz kılındığıdır.
Namaz içinde neler okudukları hususuna gelince, bu nokta, meselenin teferruat noktasıdır. Bunu
bizim bilmemize imkan ve sizin öğrenmenize de bir zaruret görmüyorum.
461- Soru: Beş vakit namazlara göre bu surelerin okunmasındaki tertip nasıl olacaktır?
Cevap: İster imam olsun isterse kendi başına namaz kılsın, mukim olan kimse için sünnet olan
kıraette, sabah namazında ve öğle namazmda Fatiha'yı okuduktan sonra "Tıval-i mufassal" adı
verilen surelerden; ikindi ile yatsı namazlarında, "Evsat-ı mufassal" diye adlandırılan surelerden;
akşam namazında ise "Kısar-ı mufassal" adı verilen surelerden bir sure okumaktır.
462 - Soru: Namazın farz olması Mekke'de mi, yoksa Medine'de mi olmuştur?
Cevap: Bunda ulemanın ittifakı vardır. Namaz Mekke'de iken farz olmuştur. Peygamberlik ile
birlikte namaz da farz kılınmıştır. Bu farziyyet iki vakit olarak başlamış olup, Miraç gecesinde beş
vakte çıkarılmıştır.
463 - Soru: Bir insan, beş vakit namazın farz olanını, nafile olandan ayın edemese namazını nasıl
kılması gerekir?
Cevap: Kişi, namazlarını farzları ile sünnet olanını birbirinden ayırt edemeyecek durumda ise,
bunları öğrenip bilesiye kadar, namazlarının hepsini farz niyeti ile eda eder. Mesela, sabah namazını
ikişer ikişer eda etmekle beraber, onların dört rekatını da farz olarak eda etmesi gerekir. Ta ki farz
olan namazları nafile olarak kılmış olmasın. Nafile namazları farz olarak kılmak mümkün ise de
farzları nafile niyeti ile eda etmek caiz değildir.
464 - Soru: Mihrabın önünde bir vakitte iki farz kılınır mı?
Cevap: Cemaatle farz kılındıktan sonra, ikinci defa cemaat olunması halinde mihraptan başka bir
yerde cemaat teşkil etmelidir.
465 - Soru: Akşam ve yatsı namazlarının farzlarının birinci ve ikinci rekatlarında açıktan okuyup,
daha sonraki rekatlarda ise gizli okumanın hikmeti nedir?
Cevap: Gündüz namazlarında ilahi tecelliyat ağır, gece namazlarında ise daha hafif bulunmaktadır.
Bu sebeple, gündüz namazlarında gizli okumak emrolunmuş bulunmaktadır. Zira açıktan okumakta
da ağırlık vardır. İki ağırlığın bir arada bulunmaması için böyle emredilmiştir. Gece namazlarındaki
tecelliyat hafif bulunduğundan, açıktan okumak vacib olmuştur.
466 - Behce Fetvalarından: "Kıyam'ın farz olması, farz olan namazlara mahsustur" (H.Ec. 1/9)
Açıklama: Kıyam'ın rükün oluşu, farz ve vacib namazlara mahsustur. Sünnet ve nafile namazlarda
kıyam sünnettir. Bu itibarla, bir özür bulunmadığı halde, oturarak nafile namaz kılınabilirse de
ayakta kılmak evladır.
467 - Behce Fetvalarından: "Farzları dörder rekat olan namazların ikişer rekatı, hicretten önce;
ikişer rekatı da hicretten sonra farz olunmuştur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: İslam'ın başlangıcında namazlar, mukim ve misafir bulunan her Müslümana ikişer rekat
farz kılınmıştır. Daha sonra, mukimin namazı dörde çıkarılmış, misafirinki iki rekat olarak
bırakılmıştır. Bahsi geçen yükselme, fetvada ifade edildiği gibi, hicretten sonraki tarihe tesadüf
etmektedir.
468 - Soru: Finlandiya'da gece ve gündüzler 48 saattir. Burada yaşayan insanların veya buraya gelen
Müslümanların namaz kılmaları veya Ramazan'da oruç tutma hükümleri nasıl olmalıdır?
Cevap: Bu mevzu ile ilgili cevabımızı "Tenkidlerim, Tedkiklerim" adlı kitabımızdan naklen aşağıya
alıyoruz: "Şimal kutbunda namaz ve orucun edasına gelince; önce şu hususu belirtmek isteriz: Bu
ibadetler vakitle şartlıdır. Fıkıh kitaplarında açıklanan zamanları girdiğinde sabah, öğle, ikindi,
akşam ve yatsı namazları eda olunur. Bazı memleketlerde, güneş battıktan biraz sonra tan yeri
ağarıp şafak sökmektedir. Bu gibi memleketlerde yatsı namazı vakti bulunmadığı için, o bölgede
yaşayan halk, yatsı namazı kılmakla mükellef tutulmamıştır. Gece ile gündüzü normal zaman
şartlarına göre bir yıl devam eden kutuplarda bulunacak bir Müslüman için, senede beş vakit namaz
kılma mükellefiyeti vardır. Vakitleri girince bu namazlar eda olunur. Bu hüküm, oradaki yaşama
zorluklarına karşı ilahi bir kolaylık ve istisnai bir hüküm teşkil etmektedir.
Oruç, Ramazan hilalinin görülmesi ile başlayan ve tan yerinin ağarmasından akşama kadar
yemekten, içmekten ve nefsani arzulara uymaktan -Allah Teala'ya kulluk niyyeti ile- kendini
tutmaktır.
Tan yerinin ağarması ile güneşin batması altı aydan aşağı olmayan bu yerde oruç tutmaya imkan
yoktur. Ramazan hilalini görmek de müyesser olmayınca, bulunmayan bir vaktin orucunu tutmak
mükellefiyeti olmaz. Bu bölge ile ilgili olarak takip edilecek ve ihtiyata uygun düşen bir yol vardır.
Kuzey kutbuna en yakın ve 24 saatlik normal günü bulunan bir beldenin namaz vakitlerini tespit
edip o saatler geldiğinde beş vakit namazı kılar. O beldenin imsak ve iftar vakitlerini esas alarak
ihtiyaten o kadar müddet bir zaman oruçlu gibi hareket eder.
Kitap, sünnet, icma ve Kıyas-ı Fukaha diye ifade edilen dört delil ve ana kaynak içinde, aranılacak
mesele erbabına açıktır.
469 - Soru: Zeval vakitlerinin kerahet vaktinden olduğu malumdur. Yalnız cuma gününe mahsus
olmak üzere bir istisna var mıdır?
Cevap: Zeval vakti, namaz kılmanın mekruh sayıldığı vakitlerden biridir. Ancak, İmam Şafii cuma
gününü bu kerahetten müstesna tutmuştur. Mezkur günün vaktinde camii şerife gelen kimsenin
"Tahiyyetü'l-mescid" namazını kılabileceği Şafii fıkhında açıklanmaktadır. (el-Fıkh ala mezahibi'l
Erbea c. l, s. 272) Hanefi müctehidlerinden İmam Ebu Yusuf'un görüşü de bu istikamettedir. (Büyük
İslam İlmihali 3. kitap, madde 406)
470 - Soru: Ben, yatsı namazına bir saat kala işten geliyorum. Akşam namazını kılayım mı, yoksa
kazaya mı bırakayım?
Cevap: Namazınızı hemen kılınız. Kazaya bırakmanız doğru olmaz. Akşam namazınızı yıldızlar
iyice belli oluncaya kadar bırakmadan kılmak sünnettir.
471 - Soru: Bahsi geçen kitabın gene 190. sayfasında, "Seyahat edenler ve zamanları çok dar
olanlar, öğle ile ikindi namazlarını, öğle vaktinden güneş batıncaya kadar, ne zaman olursa olsun;
akşam ile yatsıyı, gecenin hangi saatinde olursa olsun, bir arada kılmaya mezundurlar" demektedir.
Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Böyle bir müsaade, Hanefi mezhebinde, sadece hacılar için ve arefe günü ile sınırlı olarak
vardır. Yazarın ifade ettiği gibi değil, ikindi ve öğle namazını öğle vaktinde, "Cem'u takdim"
suretiyle kılacak; akşam ve yatsıyı, yatsı vaktinde Müzdelife'ye vardıktan sonra "Cem'u te'hir"
suretiyle eda edecektir. İmam Şafii, bunu bir isyan ve günah işlemek için yapılmayan seyahat ve
seferilik için de geçerli kabul etmiş bulunmaktadır. Yazarın fıkhi yanlışları düzeltilecek olursa İmam
Şafii'nin görüşüne yaklaşmış olur.
472 - Soru: Bir kimse sabah namazını vaktinde kılamayıp güneş doğduktan sonra kılsa, eda diye mi,
yoksa kaza olarak mı niyet eder?
Cevap: Bir şahsın güneş doğduktan sonra ve kerahat vaktinin çıkmasını takiben kılacağı namaz, eda
değil, kazadır. Ancak; bu namaz öğleden önce kılınacak olursa sünneti ile birlikte kaza edilir. Daha
sonra kılınır ise yalnız farzını kaza etmek gerekir. Bir namazı vaktinde kılmaya gayret göstermeli,
şayet kazaya kalmışsa daha fazla geciktirmeden onu kazaya çalışmalıdır.
473 - Soru: Yatsı namazı, yaz günlerinde, akşam namazından iki saat sonra; kışın bir buçuk saat
sonra oluyor. Böyle bir kayıt mevcut mu?
Cevap: Namaz vakitleri saatle dondurulamaz. Şer'i ölçülere göre tesbit edilir ve bu tesbitin hangi
saat ve dakikaya rastladığı açıklanır. Bu itibarla yatsı namazının vakti güneş battığı zaman ufukta
beliren "Şafak"ın kaybolması ile başlar. Şafak, İmam Azam'a göre, ufuktaki beyazlık; İmam Ebu
Yusuf ile İmam Muhammed'e göre ufukta görülen kırmızılıktır. (Maliki, Şafii ve Hanbeli
mezheplerinin görüşü de böyledir) Bahsi geçen şafak'ın kaybolması, kışın kısa sürmekte, yazın ise
daha uzun devam etmektedir.
474 - Soru: Beş vakit namazların kılınması ile ilgili vaktin giriş ve çıkış zamanlarından başka,
edaları için müstahab görülen vakitler var mıdır?
Cevap: Evet, vardır. Şöyle ki:
a) Sabah namazında "İsfar", yani ortalığın aydınlanmasına kadar bırakmak müstehabtır. Bu
hükümden hacıların Müzdelife'de kılacakları sabah namazı müstesna bulunmaktadır. Zira onlar,
tanyeri ağarınca sabah namazını kılıp peşinden vakfe yapacaklar, daha sonra Mina'ya hareket
edeceklerdir.
Sabah namazında "îsfar" sünneti, cemaatle namaz kılan imam ve ona uyan kimselere mahsus
değildir. Tek başına namaz kılacak kimse için de "İsfar" sünnet bulunmaktadır. Bu, senenin her
mevsiminde, yazda ve kışta sünnettir.
b) Öğle namazını -yaz mevsimine mahsus olmak üzere- ortalığın biraz serinlemesine tehir etmek
müstehabtır. Bu tehir, sadece sıcak iklim halkı için değildir. Her yerde uygulanması müstehab
bulunmaktadır.
c) İkindi namazını, güneşin parlaklığının değişikliğe uğrayacağı bir zamana kadar bırakmamak
kaydiyle, yazda ve kışta biraz tehir müstehabtır. Gözün kamaşmayacağı bir vakte kadar
geciktirilmesi kerahat-i tahrimiyye ile mekruhtur. Hava bulutlu olursa, böyle bir kerahet vaktine
kadar geciktirme korkusu bulunduğundan, vaktin girdiği yakinen ve kesin olarak belli olduktan
sonra ikindiyi kılmakta acele etmek müstehabtır.
HURMET:
Namaza Niyet
478 - Abdürrahim Fetvalarından: "Kendi başına namaz kılan kimsenin, uydum Kur'an'a demesiyle
bir şey lazım gelmese de böyle söylemesi de gerekmez" (H.Ec. l /12)
479 - Soru: Cenaze namazında selam verirken cenaze de niyete alınacak mı?
Cevap: Cenaze, selam vermekte niyete alınmayacaktır. İlk selamda, sağda bulunanı, ikinci selamda
ise sol tarafında bulunanı niyete alıp selam vermek gerekmektedir.
480 - Abdürrahim Fetvalarından: "İmam, yaptığı niyetinde, (cemaat içindeki) Amr'ı istisna etse,
Amr'ın o imama uyması sahih olur."
Açıklama: Namaz kıldırmakla vazifeli olan bir kimse, umumun hizmetinde bulunmaktadır. Nefsani
bir öfkeye kapılıp cemaat içinden bir şahsı niyetten hariç tutsa bile o şahsın imama uymasına mani
değildir.
481 - Feyziye Fetvalarından: "Namaza niyyetin, iftitah tekbirine yakın olması gerekir" (H.Ec. l/11)
Açıklama: Niyet, yapılacak bir işe kalbin karar vermesidir. Kalp sultanının kararından sonra ibadete
başlamak münasip olur. Arada başka şeylerle meşgul olmak, verdiği karar ve yaptığı niyetten kalbin
ayrılmasına sebep olur.
482 - Soru: Bir kimse öğle namazını kılarken ikindi namazına niyet etse caiz olur mu?
Cevap: Caiz olmaz.
483 - Soru: Namaza niyet edileceği zaman "Euzü besmele" çekilmez diyenler var. Bu söz ne derece
doğrudur?
Cevap: Niyete "Euzü besmele" çekilerek başlanacak diye bir kayıt yok, ama euzü ve besmele
çekmekte de dinen bir mahzur yoktur.
484 - Soru: Güneş doğduktan sonra kılınacak sabah namazının niyeti nasıldır?
Cevap: Güneş doğduktan sonra kılınan sabah namazına "Kaza" diye niyet edilecektir.
HURMET:
İftitah Tekbiri
485 - Behce Fetvalarından; "İftitah tekbiri, namazın şartlarındandır" (H.Ec. 1/9)
Açıklama: Bazı fakihler, iftitah tekbirini namazın rukunlerinden saymıştır. Bir kısmı da namazın
şartlarından kabul etmiştir. Fetva, bu tercihten birini dile getirmektedir.
486 - Ali Efendi Fetvalarından: "İmam olan şahsın iftitah tekbirini Kad Kaametissalah denildiği
sırada alması efdal olur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: İmamın bu şekilde hareket etmesi, namazın adabındandır. İkamet bittikten sonra
başlamasında da bir mahzur yoktur. İmam Ebu Yusuf'un tercihi de budur. İftitah tekbirini bundan
daha fazla tehir doğru değildir.
487 - Soru: Namaza başlarken imam olan kimsenin iftitah tekbirinde sesini yükseltmesinin ve elleri
kulak hizasına kaldırmasının hikmeti nedir?
Cevap: Namazda imama uyacak kimseler arasında herkes aynı durumda olmayabilir. İçlerinde sağır
olan veya âmâ bulunan da vardır. Gözleri görmeyenlere, tekbirde sesi yükselmekle; sağır olanlara
da elleri kaldırmakla namaza başlandığı bildirilmiş olur. Bundan başka, dünya işlerini arkaya
atmaya ve külli olarak namaza yönelmeye bir işaret de mevcuttur.
488 - Soru: Namaz kılmak için camiye girdiğinde, imamın rükua gitmek üzere bulunduğunu gören
kimse, bir taraftan yürürken diğer taraftan kılacağı namaza ve imama uymaya niyet etmiş olsa, bu
yürümesi iftitah tekbirinin niyetine yakın olmasına mani olur mu?
Cevap: Olmaz. Bu husustaki engel, yeme ve içme gibi işlere mahsustur. Yürümek, iftitah tekbirinin
niyete yakın olmasına engel sayılamaz.
489 - Soru: Namaz kılan kimse iftitah tekbirinin kelimelerinde uzatma yaparsa namaza zarar gelir
mi?
Cevap: Sorunuzda kapalılık bulunduğu için "Kelimeler"in üzerinde durmak yerinde olur. Lafza-i
celalin hemzesini uzatırsa namazın bozulmasma sebep olur. Lamdaki meddi tabiinin ölçüyü
aşmayan uzatılması tabii bir uzatma ve tecvide uygun bulunan bir med olmaktadır. Lafza-i celalin
son harfi bulunan "He"yi uzatmak ise, hata edilmiş olmakla beraber, namazı ifsad etmez. "Ekber"
lafzının evvelindeki hemze uzatılacak olursa namazı bozar. "Be" harfini uzatır. "Ekbaaar" derse
namaz bozulur. Zira bu uzatma şekliyle "Dümbelek" manasına gelmektedir. Ayrıca şeytanın
evladından bulunan "Keber" kelimesinin cemilenmiş şekli de olmaktadır.
490 - Soru: İftitah tekbirinde ellerin kulak yumuşağı hizasına kaldırılması tekbirle birlikte mi
olacaktır?
Cevap: Bazıları tekbirle birlikte kaldırılacağını söylemişler ise de meşayihin ekserisi önce ellerin
kaldırılacağını, sonra tekbirin alınacağını söylemişlerdir. En sahih olan hüküm de budur. (Nimetü'lİslam,
Namazla ilgili bölüm, s. 177 (2) rakamlı not)
491 - Soru: Kadınlar iftitah tekbirini alırken ellerini çenesinin yan taraflarına değdirecekler mi,
yoksa sadece omuz hizasına mı kaldıracaklar?
Cevap: Kadınlar, iftitah tekbirini alırken, ellerini sadece omuzları hizasına kaldırırlar.Çeneye
değdirilmesi şartı yoktur.
492 - Soru: Bazı imamlar, iftitah tekbirini, ellerini göbeğinin altına bağladıktan sonra bitiriyorlar.
Bunun mahzuru var mıdır?
Cevap: İftitah tekbiri, aşağıda başlayıp baş parmaklar kulak hizasına kalktığı zaman bitecektir.
Sünnet olan şekli budur. Şemsü'l-eimmetü's-Serahsi, "Meşayihin umumu bu hüküm üzerine
birleşmektedir" demektedir. (Feteva-i Hindiye, c. l, s. 76)
HURMET:
Kıbleye Yönelmek
493 - Soru: Kıbleyi araştırarak namaza durmuş olan kimse, hata ettiğini namaz içinde iken anlasa ne
yapar?
Cevap: Doğru bulduğu tarata dönerek namazın geri kalanını bu istikamete doğru kılar.
494 - Soru: Kıbleyi araştırmayı neticesinde kanaati bir yöne doğru vaki olduğu halde kendisi başka
bir cihete dönerek namaz kılacak olsa namazı sahih olur mu?
Cevap: Olmaz. Böyle hareket etmesi ile "kıbleden başka bir yöne namaz kılan kimse" durumuna
düştüğünden dolayı, küfre gitmiş olacağından korkulur. Namazdan sonra kıbleye isabet etmiş
olduğunu anlamış olsa bile yeterli olmaz. Zira bu kimse hakkında Kabe'nin bulunduğu cihet, onun
araştırmasının neticesinde kanaatinin vaki olduğu yöndür.
495 - Abdürrahim Fetvalarından: "Bir beldede camilerin mihrapları bir miktar batı istikametine
meyilli olsa sadece seccadesini kıbleye çevirmek gerekir" (H.Ec.1/14)
HURMET:
Setri Avret
496 - Soru: Vücut hatlarını belli eden dar pantolonla namaz kılınır mı? Bu hususu açıklar mısınız?
Cevap: Kılınabilir. Fakat pantolonların geniş yapılmış olanını giymek takvaya ve ahlaka daha uygun
olur.
497 - Soru: Giyilen elbisenin dar olması halinde altındaki uzuv belli olsa setr-i avret bozulmuş
sayılır mı?
Cevap: Kumaşın kalın olması sebebiyle altı görülmüyorsa, darlığı sebebiyle altındaki uzvun belli
olması setr-i avrete mani değildir.
498 - Soru: Bir erkek, başka elbise bulunmaması halinde ipek elbise giyerek namaz kılsa o namaz
sahih olur mu?
Cevap: Olur. Onun giyilmesinin haramlığı, başka bir elbise bulunması halindedir. İpekten başka bir
elbise olmayınca, onunla tesettür ederek namaz kılmak sahihtir.
499 - Soru: Çıplak insan, giyecek hiçbir şey bulamasa, bulanık akan bir suyun içine girip namaz
kılsa olur mu, o kimse bu namazı nasıl kılacaktır?
Cevap: Evet, bulanık suyun içine girip namazını ima ile kılması caizdir.
500 - Soru: Çıplak bir kimsenin ağaç yapraktan ile avret mahallini kapatıp namaz kılması caiz olur
mu?
Cevap: Evet, olur.
501 - Soru: Bir imam, cübbe mevcut olduğu halde ve bir özür de bulunmaksızın, sırf üşendiğinden
dolayı, dar ve kısa bir pardesü ile namaz kıldırsa ne derece mahzuru vardır?
Cevap: Bunda bir mahzur olmaz. Ancak evlayı terketmiş olur.
502 - Soru: Kısa kollu gömlekle namaz kılmakta veya imamlık yapmakta bir sakınca var mı?
Cevap: Kerahatten hali değildir.
503 - Soru: Erkeğin avret sayılan uzuvları hangileridir?
Cevap: Tenasül uzvu ve etrafı, husyeler, defi hacet mahalli ve etrafı, arka taraftaki kaba etler, iki
uyluklar (dizler uylukların içinde kabul edilmektedir), göbek ile kasığın arası.
504 - Soru: Kadın, namazdaki tesettürünü nasıl yerine getirecektir?
Cevap: Kadının namazda farz olan tesettürü yüz, eller ve ayakları hariç vücudunun tamamı, hatta
baştan sarkan saçlarını da içine almaktadır. Avret olan uzuvlardan birinin dörtte biri, namaz içinde,
üç tesbih miktarı (diğer bir ifade ile bir rükün eda edecek kadar) açılsa namazın sıhhatine mani olur.
Bir kadın, elbise bulunduğu halde giymeyip, kimsenin bulunmadığı bir yerde ve karanlık bir odada
çıplak olarak namaz kılsa, fıkıh bilginlerinin ittifakı ile namaz sahih olmaz. Altını gösteren elbise
veya başörtüsü ile kılınacak namaz caiz değildir. Baş ve vücudun örtülmesi demek, üzerine bir şey
koymak değil, altını göstermeyecek kalınlıkta dokunmuş bir kumaşla kapatılması demektir.
Avret olarak kabul edilmiş uzuvlardan biri açık olduğu halde bir rükün eda edilecek olsa, namazın
bozulacağı hususunda icma vardır.
505 - Soru: Başı açık namaz kılmakta kerahet tezellül kasdı ile olduğu zaman kalkar mı?
Cevap: Böyle bir hüküm ve istisna vardır. Fakat tezellülün manasını herkesin kavraması ve bilhassa
cahillerin idraki zor bir iştir. Sonra tezellül kalbi bir bulgudur. Dışta bunu tesbit edebilmek oldukça
güç bir iştir. Bu sebeple, namazda başın örtülü bulundurulmasını ihtiyar, ihtiyat yönünden tezellülü
tesisden daha kolaydır.
506 - Soru: Bir erkek, giyeceği gömleği olduğu ve giymeye de gücü bulunduğu halde üst tarafına
bir şey giymeden namaz kılacak olsa namazı bozulur mu?
Cevap: Böyle bir hareketin namazı bozması kadınlara mahsustur. Erkek yaptığı zaman namaz
bozulmaz ise de bunda kerahet vardır. Çünkü, giyecek elbise ve giymeye güç bulununca böyle
namaz kılmak ilahi huzurda laubalilik olur.
507 - Soru: Bu sayılan uzuvların hepsi bir uzuv mu kabul edilmekte, yoksa ayrı ayrı birer uzuv mu
sayılmaktadır?
Cevap: Bu uzuvların hepsi ayrı bir uzuv olarak avret mahalli sayılmaktadır. Bu uzuvlardan herhangi
birinin dörtte biri, üç tesbih miktarı açık kalsa kadının namazı bozulmuş olur.
508 - Soru: Bir kimsenin bir tek elbisesi olup başkaca giyecek şeyi olmasa, bahsi geçen elbise de
pislenmiş bulunsa ve o pisliği temizlemeye elverişli su ve benzeri bir şey de bulunmasa, bu kimse
namazını çıplak olarak mı, yoksa bu elbiseyle mi kılacaktır?
Cevap: Çıplak olarak namaz kılmak yerine, pislik bulaşmış elbise ile namaz kılmayı tercih gerekir.
Elbisesindeki pisliği temizleme mükellefiyeti zaruret halinde kalkar. Bu kimse, elbisenin pisliğini
yıkayamadan kıldığı namazı iade etmez. Çünkü mükellefiyet, bulunan güç ve takat nisbetinde
olmaktadır.
509 - Soru: Üstündeki pisliği yıkamak için elbisesini çıkardığında, avret mahallini örtecek bir şeyi
olmayan ve insanlardan hali bir mekan da bulamayan kimse nasıl hareket eder?
Cevap: O elbise ile namazını kılar. Bir kimsenin yanında avret mahallini açmak, kesinlikle caiz
değildir. Müslümanlar avret mahallini başkasının yanında açmaktan nehy olunmuşlardır. Pisliği
temizlemek ise, emrolunduğumuz bir iştir. Rabbimizin emri ile yasağı bir arada aynı zamanda
toplandığı zaman yasağı yapmamak evladır.
510 - Soru: Dörtte üçü pis bulunan bir elbiseden başka avret mahallini örtecek elbise bulamayan
kimse, avret mahalli açık olarak namaz kılabilir mi?
Cevap: Bazı mahallerde dörtte bir, tamamının hükmünü taşır. Avret mahallinin örtülme zarureti
karşısında, elbisenin dörtte birinin temiz olması, tamamının temiz olması gibi kabul edilerek bu
elbise giyilir ve onunla namazını eda eder. Hatta elbisenin dörtte birinden daha az bir yeri temiz olsa
bile, onunla namaz kılmak çıplak namaz kılmaktan daha sevimlidir. Pis olan bir elbise ile tesettür
ederek namaz kılmakta, her ne kadar temizliği zaruretle ihlal etmiş olmak varsa da, setr-i avret şartı
yerine gelmiş ve aynı zamanda namazın kıyam, rüku ve secdeleri gereği gibi ifa olunmuş
bulunduğundan, çıplak kılmaktan bu cihet daha faziletlidir.
511 - Soru: Avret mahallinin ancak bir kısmım örtebilecek kadar bir bez parçası bulan kimse
bununla kabil olduğu kadar tesettür etmek durumunda mıdır?
Cevap: Bir şeyin tamamı idrak edilemezse tamamı da terk edilmez, diye bir söz vardır. Avret
mahallinin bir kısmım örtecek kadar bir şey bulan kimse onu kullanmalı, onunla edep yerlerinin ön
ve arka kısımlarım örtmelidir. Her iki tarafını örtmeye yetişmemesi halinde, bazı ilim erbabı, rüku
ve secde halinde arka tarafın görünmemesi için onunla arka tarafındaki edep yerlerini kapamalıdır,
demişler; bir kısım ilim adamları da açık bulunan avret mahallinin kıbleye gelmemesi için ön tarafın
örtülmesini tavsiye etmişlerdir.
512 - Soru: Kadının giyeceği elbise ile İslami tesettürün kamil bir manada yerine gelmesi için,
elbisede aranacak vasıflar nelerdir?
Cevap: Elbisenin kumaşı, altını gösterecek kadar ince olmamalı; kalın kumaştan yapılsa bile,
vücuda tıpa tıp uyacak kadar dar olmamalı ve erkeğe mahsus bir giysi olmamalıdır. Bu hususa
açıklık getirmek için, saadet asrından ve Peygamber Efendimiz'in (sav) hanesinden örnekler
sunmak istiyorum. Hazret-i Aişe (ra) validemizin kızkardeşi Esma (ra), bir gün Hazret-i Aişe
(ra)'nın evine gelmişti. Üzerinde ince bir elbise vardı. Peygamber (sav) onu bu halde görünce
hemen başını aksi istikamete çevirdi ve "Ya Esma, bir kadın, hayız (görecek yaş)a ulaştığı zaman
şunlardan başka bir yerinin görülmesi iyi olmaz" buyurarak yüz ve ellerini işaret etti.
Hazret-i Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman'ın kızı Hafsa, halası Hazret-i Aişe'nin yanına gelmişti.
Başındaki örtü, ince olduğu için altını göstermekte idi. Hazret-i Aişe, dini bir hiddet ile, kalktı ve
yeğeninin başındaki örtüyü alıp yırttı ve onun yerine altını göstermeyen bir örtü verdi.
Akılların muallimi, vicdanların mürebbisi ve iki cihan serveri bulunan Peygamber Efendimiz(sav),
ince elbise giyen kadınları, "giyinmiş çıplaklar" diye vasıflamış olup, onların akıbetlerini bildiren
Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: "Ateş ehlinden iki sınıf vardır. Onları (dünyada)
göremiyorum: Biri, yanlarında sığır kuyrukları gibi kamçılar bulunan bir kavimdir. Onlarla halkı
döverler. (Diğeri): Giyinmiş çıplaklardır. Başkalarını eğri yola sokan, kendileri de (haktan)
meyletmiş bulunan, başları deve hörgücü gibi birtakım kadınlardır. Bunlar cennete giremezler ve
oranın kokusunu alamazlar. Hakikat cennetin kokusu şu kadar (uzak) yoldan hissedilir.
513 - Soru: Kadının erkeğe karşı tesettürü nasıl olmalı ve bu hususta nelere dikkat göstermelidir?
Cevap: Bir kadının, kendisine yabancı olan bir erkek ile oturup kalkması haram bulunmaktadır.
Ancak şahidlikle veya hakimin karşısına çıkma zamanında zaruret miktarınca erkeğe görünmesine
dinimiz müsaade etmiştir. Zaruretler miktarla tayin olunacağından, zaruret miktarından fazla
açılmanın haram olacağı akıldan çıkarılmamalıdır.
Mü'min kadınların otel, dershane, park, bahçe, ziyafet meclisi, çarşı ve pazar gibi yerlerde yabancı
erkeklerle birlikte bulunmasında zaruret bulunmadığı için karışık bir şekilde oturup kalkmaları
haramdır. Buhari ve Müslim'in ittifakla rivayet ettikleri bir Hadis-i Şerifte şöyle buyurulmaktadır:
"Kim Allah'a (cc) ve ahiret gününe inanırsa, kendisine helal olmayan ve yanında mahremi
bulunmayan bir kadınla baş başa kalmasın. (Aksi halde) üçüncüleri şeytan olur."
Buhari ve Müslim'in naklettiği diğer bir Hadis-i Şerifte açıklandığına göre, Resulullah (sav) bir gün,
"(Yabancı) kadınların yanlarına girmekten sakının" buyurdu. Ensardan bir adam, "Kadının, kocası
tarafından olan erkek hısmı (hakkında) görüşünüz nedir?" dedi. Resul-i Ekrem (sav), "Bu erkek (ile
başbaşa kalmak), ölüm (sebebi)dir" buyurdu. Cemiyet içinde İslam'ın emrettiği bu kaidelere riayet
etmemekten nice felaketler vukua gelmektedir. Bunların önüne geçilmesi, dinimizin emirlerine
harfıyyen uymakla mümkündür.
Fetva kitaplarının tetkikinde, fitne korkusu olduğu zaman bir kadının süt itibariyle oğlan kardeşine,
kız kardeşinin kocasına, kayın biraderine görünmesinin caiz olmayacağı ifade edilmiştir. Enişte ve
kayın biradere görünmenin yasaklığında herhangi bir şart yoktur. Fitne korkusu, ancak süt kardeş
hakkında kullanılan bir kayd-ı ihtirazidir. Böyle bir tehlike mevcut olduğu zaman bir kadının, kendi
süt oğluna da görünmesi yasaklanmıştır. Genç bir kadın, erkekler arasında yüzünü açmaktan men
olunur. Bu, kadının yüzü avret olmasından değil, fitne korkusu bulunduğu içindir.
Erkeğin kadına bakması haram olduğu gibi, kadının da erkeğe bakması haramdır. Bazı ilim erbabı,
Mescid-i Nebevi'de harbelerle oynayan Habeşileri, Hazret-i Aişe validemizin seyretmesini, kadının
erkeğe bakmasında bir mahzur olmadığına delil olarak göstermeye çalışmışlarsa da, Abdü'l-Vehhab
Şarani, bu vak'anın hicab ayeti gelmezden önce cereyan ettiğini açıklamaktadır.
Ümmü Seleme (ra) validemizin naklettiği bir Hadis-i Şerif, bu hususu vüzuha kavuşturmaktadır.
Hicab ayetinin gelmesinden sonra, günün birinde Zevcat-ı tahirattan Ümmü Seleme ve Meymune
validelerimiz, Resulullah (sav)'in huzurunda oturuyorlar idi. Ashabtan her iki gözü âmâ bulunan
Abdullah bin Ümmü Mektum, hane-i saadete geldi. Resulullah Efendimiz(sav), zevcelerine hitaben,
"Örtünüze bürününüz" buyurdu. Bahsi geçen validelerimiz, "Ey Allah'ın Resulü(sav), o âmâ değil
mi? Bizi görmez ve tanımaz" dediler. Resul-i Ekrem(sav) şöyle buyurdular: "Sizler de mi âmâ
sınız? Siz onu görmüyor musunuz?"
Resulullah Efendimiz'in (sav) zevcelerinin, Muhammed ümmetinin anneleri olduğu ayet ile sabit
iken ve gelen sahabinin gözleri âmâ bulunduğu halde böyle buyrulunca, tamamen yabancı ve
gözleri açık erkeklerin nazarına kendini arz eden bir kadın için asla bir mazeret kabul edilemez.
Allah'ın emirlerine riayette, mü'minlerin anneleri, diğer kadınlardan daha dikkatli bulunurlardı.
Tabiin'den gözleri hiç görmeyen İshak, Hazret-i Aişe (ra) validemizin ziyaretine gelir ve huzuruna
kabul olunurdu. Hazret-i Aişe (ra), bu zatı huzuruna kabul edeceği zaman başını örter, gözü gören
bir erkekten tesettür edercesine dikkat gösterirdi. İshak bir gelişinde Hazret-i Aişe (ra)'ya, "Ben âmâ
olduğum halde, benden de tesettür ediyorsunuz. Halbuki ben sizi göremiyorum" demişti. Hazret-i
Aişe (ra), "Evet, gerçi sen beni göremiyorsun, ama ben seni görüyorum" demişti.
İslam'ın sarsılmaz ölçülerine uyan kimse, doğru yoldan sapmaz. Hak'dan sonra sapıklıktan başka ne
vardır? Cihanın mürebbii vicdanı bulunan Hazret-i Muhammed (sav), erkek ve kadın
münasebetlerini açık ve seçik oarak tanzim ve tavzih ederken, bu vazifenin inceliklerini gün ışığına
çıkarmıştır. Kim hak yolda sabit olmak isterse hiçbir tevile kalkışmadan bu hükümlere harfiyen
riayet göstermelidir. Bu yüce emirlerin inceliklerini bizim aklımız kavrayamasa da onlarda pek çok
hikmetler vardır.
HURMET:
Tahiyat
514 - Soru: "Tahiyye" selâmlamak manasına gelmektedir. Namazların oturuşlarında okunan tehiyyat
da bu manaya mı gelmektedir?
Cevap: Tahiyyat, asıl itibariyle selamlamalar manasına gelmektedir. Burada "her türlü kavli
ibadetler" dille yapılan her türlü ibadet kast olunmaktadır. Peygamber Efendimiz(sav), Rabbani bir
ilhamla bunları okuduğunda, Cenab-ı Hak, bu selama mukabele buyurup "Esselamü aleyke
eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatüh" cümlesiyle mukabele lütfunda bulunmuştur. Bunun
üzerine Peygamber Efendimiz(sav) de "Esselamü aleyna ve ala ibadillahissalihin" diye Rabbimizin
selamına mukabele etmiştir.
515 - Soru: Bu tahiyyat diğer mezheplerde de aynen okunmakta mıdır?
Cevap: Hanefi mezhebinde olanların okuduğu bu tahiyyat, ashabtan Abdullah bin Mes'ud (ra)'dan
rivayet olunan tahiyyat olup Hanbeli mezhebinde çok küçük bir farkla aynen okunmaktadır. Şöyle
ki: "Eşhedü en-lailahe illallah" ya da "Vahdehü la şerike leh" kelimelerini ziyade etmekte ve
sonunda salevat okunmaktadır.
Maliki mezhebi mensuplarının okudukları tahiyyat ise şöyledir: "Ettehiyyatü lillahi, ezzekiyyatü
lillahi, ettayyibatü esselevatü lillahi. Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve
berekatüh. Esselamü aleyna ve ala ibadillahissalihin, eşhede en lailahe illallahü vahdehu la şerika
lehü ve eşhedü enne Muhammed Abdühü ve Resulüh."
Şafii mezhebi mensuplarının okudukları tahiyyat da şöyledir: "Ettehiyyatü, el-mübarekatü,
essalevatü, ettayyibatü lillahi, Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekatüh.
Esselamü aleyna ve ala ibadillahissalihin. Eşhedü en-lailahe illallah ve eşhedü enne seyidena
Muhammeden Resulullah. "Şafii mezhebinde olanların okuduğu bu tahiyyat, ashabtan Ebu Musa ve
İbni Abbas (r.a.e.) hazeratının rivayet ettikleri tahiyyat olmaktadır. (el-Fıkıh ala mezahib'l-erbea c. l,
s. 165-166)
516 - Soru: Ka'de-i ahirede farz olan oturmak mıdır, yoksa tahiyyat okumak mıdır?
Cevap: Tahiyyat okumak farz değil vacibtir. Oturmak farzdır ve bunda ulemanın icmai vaki
olmuştur. Ancak bu oturmanın miktarında değişik beyanlar varsa da biz Hanefilere göre "tahiyyat
okuyacak kadar" oturulması gerekmektedir. Bir insan, namazın secdelerinden birini unuttuğunu
ka'de-i ahireyi yaptıktan sonra hatırlasa, bu secdeyi ifa eder ve ka'deyi tekrar yapar ve sonunda
sehiv secdesi gerekir. Kade-i ahire, rükünleri nihayete erdirmek için meşru olduğundan en sonunda
ifa edilmesi gerekmektedir.
517 - Soru: Bir kimse kade-i ahirede teşehhüd okuyacak kadar otursa ve fakat Ettehiyyatü'yü
okumadan selam verse nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Önce tahiyyatı okuması, daha sonra selam verip, sehiv secdesi yapması gerekir.
518 - Soru: Bir kimse, tahiyyatı secdede okuyup sonra kalkıp otursa ve selam verse ne lazım gelir?
Cevap: Teşehhüdü mahallinden başka bir yerde okuduğu için namazın sonunda sehiv secdesi
yapması gerekir.
519 - Soru: Sünnet'i istihfaf ile (hafife alarak) terk etmenin sonucu nedir?
Cevap: İstihfaf, izaha muhtaç bulunan bir kelimedir. Bir kimsenin istihfafı o sünnetin şariin
nazarında ihtimam olunmayan bir şey olduğu zaman ile olursa "günah" olur. Şayet bu hafife alma
şarii istihfaf olursa küfürdür. (Ni-metü'l-İslam, s. 153)
520 - Soru: Teşehhüdde parmak kaldırmak hakkında bilgi verir misiniz?
Cevap: Bu, namazın sünnetlerindendir. Sağ elin baş parmağı ile orta parmağı halka haline
getirilerek "La ilahe" derken şehadet parmağını kaldırır, "İllallah"ta indirir. (Nimetü'l-İslam, l. ks, s.
167-168)
521 - Behce Fetvalarından: "Tahiyyatta (otururken) özrü bulunmadığı halde sağ ayağını dikmemek,
sünneti terketmek olur" (H.Ec. 1/11)
522 - Soru: Bir kimse sünnet-i müekkede veya farz namazların birinci teşehhüdünde "Allahümme
salli ve barik"i okumuş olsa ne yapmalıdır, namaz sahih midir?
Cevap: Farz olan namazda kıyamı geciktirdiği için (sünnet-i müekkede ise farz olan kıraati
geciktirmiş olacağı için) sehiv secdesi yapması gerekir. Böyle bir hal namazı bozmayacağından
ibadet sahihtir.
HURMET:
Secde
523 - Soru: Bir kimsenin secde mahalli, ayak bastığı yerden azami ne kadar yüksek olabilir?
Cevap: Secde eden kimse, şer'i ölçü ile azami yarım zira yükseklikteki bir yere secde edebilir.
524 - Soru: Namazda alnını yere koyarak secde etmenin farz olduğunu biliyoruz. Burnumuzun yere
değmesi de farz mıdır?
Cevap: Vacibtir.
525 - Soru: Namazlardaki ikinci secdenin hükmü nedir?
Cevap: Birinci secde gibi farz olduğunda icma vardır.
526 - Soru: Bazı kimseler, secdeden kalkarken ellerini dizlerinin üzerine koymadan kalkmaya
çalışmaktadırlar. Bu hareket, bilhassa yaşlılarda kolay olmadığı için ellerini ileriye doğru uzatarak
dengesini temin etmeye çalışmaktadır. Bu hususta doğru olan nedir, açıklar mısınız?
Cevap: Secdeye giderken önce sağ dizini sonra sol dizini koymak; secdeden kalkarken, dizlerin
kalkmasına sıra geldiğinde, önce sol, sonra sağ dizini kaldırmak müstehabtır.
527 - Behce Fetvalarından: "Kadınların, secde halinde iken ayak parmaklarını dikmemesi gerekir"
(H.Ec. 1/9)
Açıklama: Kadın için tesettür, her zaman gereklidir. Namaz içinde buna riayet kemal derecesine
ulaşır. Kadının tesettür haline daha uygun düşeceğinden dolayı, ayaklarını dikmemek uygun olur.
528 - Behce Fetvalarından: "Namaz kılan, seccadede ayak parmaklarını kıbleye çevirmeyip çarpık
olarak koysa mekruh olur" (H.Ec. 1/11)
Açıklama: Seccade üzerinde dururken, askerlerin hazır ol vaziyetinde durduğu gibi, ayak
parmaklarının uçları yanlara dönük olursa kerahet vardır. Bu duruşun sünnete uygun olan şekli,
ayak parmaklarının uçlarının kıbleye müteveccih olmasıdır.
529 - Soru: Secdede dizleri yere koymak farz mıdır?
Cevap: İmam Züfer ile İmam Şafii ve Ahmed b.Hanbel farz demişlerse de Hanefi İmamlarına göre
farz değildir.
530 - Soru: Secde sırasında ayaklar yere hiç değmese secde caiz olur mu?
Cevap: Caiz olmaz. Bir ayağın tek parmağını yere değdirmiş olmak veya ayağın üstünü yere
getirmek, secde için yeterli değildir.
531 - Soru: Dizler üzerine başını koyup secde etmek caiz mi?
Cevap: Cemaatin kalabalık olması veya başka bir özür bulunması sebebiyle olursa caiz görülmüştür.
532 - Soru: Ellerimiz üzerine secde edebilir miyiz?
Cevap: Bir mazeret sebebiyle olursa veya secde mahallindeki aşırı sıcak yahut soğukluk
bulunmasından dolayı yapılırsa caizdir.
533 - Soru: Buğday, arpa ve benzeri hububat yığını üzerine secde yapılabilir mi?
Cevap: Yapılamaz. Ancak bu hububat, çuval içinde ise o zaman caiz olur. Zira açıkta yığın halinde
olunca namaz kılanın alnı bunlar üzerine karar etmez (tam temas edemez).
534 - Soru: Cemaatin birbirinin üzerine secde etmesi hangi şartlarda caiz olur?
Cevap: Cemaatin kalabalık olması sebebiyle, cami cemaati almaz ise veya havanın yağışlı yahut
yerlerin çamurlu olması neticesinde aynı namazı cemaatle kılan kimselerin birbiri üzerine secde
etmeleri caiz görülmüştür. Bunda takip edilecek usul şöyledir. Tek saflar; birinci, üçüncü, beşinci,
yedinci, dokuzuncu ilh. saflar yere secde eder. Bunların peşindeki çift sayılı saflar, öndeki cemaatin
sırtına secde eder.
535 - Soru: Kar üzerine secde yapılabilir mi?
Cevap: Bastırılıp sıkıştırılmak suretiyle katı hale getirilirse secde yapılabilir.
536 - Soru: Kaç türlü secde vardır?
Cevap: Yapılması meşru olan secdeler: a) Namazların secdesi, b) Tilavet secdesi, c) Şükür secdesi.
537 - Soru: Masa veya sıra üzerine secde etmek caiz olur mu?
Cevap: Caiz olmaz. Bazı din düşmanı mihraklarca böyle soytarıca laflar yapılmakta ise de bu arzu,
onların secde etmeye olan isteklerinden veya bir mazeretleri bulunmasından doğmamıştır. Onlar
İslam dinini kuşa çevirmek fikrinde oldukları için böyle süfli fikirleri ortaya atmaktadırlar. 15-20
dakika dans edebilmek için bir kadının önünde yerlere kadar eğilen "hezele", Allah'ın huzurunda
secde etmeye gelince yan çizmektedirler.
538 - Soru: Bir Ayet-i Kerimede "Necm" ve "Şecer" secde eder buyurulmuş. Bunlar ne manaya
gelmekte ve bunların secdesi nasıl olmaktadır?
Cevap: "Necm", aslında yıldız manasına gelmekte ise de, Sure-i Rahman'ın 6. Ayet-i Kerimesinde
geçen, secde ettiği bildirilen "Necm", sakı bulunmayan nebat manasına gelmekte, "Şecer" ise ağaç
manasını ifade etmektedir. Gerek otlar gerekse ağaçlar Yüce Ma'budumuza secde etmektedirler.
Eşyanın tamamı her an Halkını tazim ve onu tesbih etmektedir. Esen yellerin önünde sallanan
dalların, yerlere uzanıp kalkan otların bu sallanışı, Allah'a(cc) bir secdeden başka neyin ifadesidir?
539 - Soru: Ufak bir taş üzerine secde etmek caiz mi?
Cevap: Alnın ekserisi taş ile birlikte yere temas ederse caiz olur. Aksi halde secde ifa edilmiş olmaz.
540 - Soru: İranlıların taş üzerinde secde etmeleri neyin nesidir ve bu hareket caiz midir?
Cevap: Şia mezhebindeki İranlılar, Kerbela'dan aldıkları taşlar üzerine secde etmektedirler. Böyle
bir hareket, biz Sünnilere göre asla caiz değildir. Bu itibarla, onlarda düzgün bir şey, bozulmadık bir
cihet bulunursa, tesadüf olarak kabul edilmelidir.
541 - Soru: Namaz rekatlarından birinin secdesini unutan kimse nasıl hareket edecektir?
Cevap: Bahsi geçen secde kasten terk edilecek olursa namaz fasid olur. Fakat unutmak sebebiyle
terk edilmiş olursa hatırlandığı zaman secde yapılır. Hatta namazda selam verildikten sonra
yapılmadığı hatırlanırsa, dünya kelamı söylenmemiş, yüz kıbleden başka istikamete çevrilmemiş ise
gene secde yapılması gerekir.
542 - Soru: Secde ile ilgili bir sorum daha olacak. İmam olan kimse, rüku ve secde tesbihlerini üç
defadan fazla söyleyebilir mi?
Cevap: İmamlık yapan bir şahıs, cemaatin muvafakat ve rızasını almazsa teşbihleri üçten fazla
söylememelidir. Zira halkın nefret duymasına sebep olur. Kendi başına namaz kılan kimse beş veya
yedi defa söyleyebilir.
543 - Soru: Rüku ve secdede Kur'an okumak caiz midir? Değil ise, namazların sonunda
"Rabbenağfîrli" veya "Rabbena atina" ayetlerinin okunmasma ne dersiniz?
Cevap: Rükuda, secdede ve tahiyyat için olan oturmada Kur'an okumak kerahet-i tahrimiye ile
mekruh bulunmaktadır. Fakat namazların sonunda okunan Kur'an lafızları ile kıraet değil, dua kast
olunduğu için bunda bir mahzur yoktur. (Nimetü'l-İslam, s. 185)
544 - Soru: Alnında ve burnunda yarası olan bir kimse, yanağını yere koymak suretiyle secde
yapabilir mi?
Cevap: Bu asla caiz değildir. Özrü bulunsa da böyle bir müsaade yoktur.
545 - Soru: Burnunda yara bulunan bir kimse, sadece alnını yere koymak suretiyle secde edebilir
mi?
Cevap: Evet, bu caiz görülmüştür. Şayet böyle bir mazeret mevcut değilse, böyle yapmak kerahatle
caiz olur.
546 - Soru: Sadece burun yere konulmak suretiyle secde yapılabilir mi?
Cevap: Alında bir özür bulunduğu için secde burun ile yapılmış ise, caizdir. Bunda Hanefi
imamlarının görüş birliği vardır. Şayet bir özür yok ise, İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed'e
göre secde caiz görülmemiştir. İmam-ı Azam, kerahatle caiz olduğu içtihadındadır.
547 - Soru: Namaz kılarken, secde halinde, Türkçe olarak istediğim duayı okuyabilir miyim?
Cevap: Namazda okunacak hususlar tespit edilmiş ve İslam fukahası tarafından yazılan eserlerde
açıklanmıştır. Bu sebeple, insan istediğini değil, istenileni okumak durumundadır. Sünnete uygun
olan "Sübhane Rabbiye'l-a'la" tesbihini 3, 5 veya 7 defa okumaktır.
HURMET:
Namaz Kılınacak Yerin Uygunluğu
548 - Netice Fetvalarından: "Tabaklanmış bulunan yırtıcı hayvana mahsus bir post üzerinde namaz
kılmak caizdir" (H.Ec. I/8)
Açıklama: Necis olan şeylerin dini bakımdan temizlenme usul ve yolları vardır. Bu usullerden biri
de derilerin tabaklanmak suretiyle temizliğidir. Domuz derisinden başka her hayvanın derisi, usulü
dairesinde tabaklanmakla temizlenir ve onun üzerinde namaz kılmak caiz olur.
549 - Ali Efendi Fetvalarından: "Kabristana karşı pencereleri bulunan bir mescidde namaz kılmakta
kerahet yoktur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: Kabri, karşısına alarak namaz kılmak, mekruhtur. Fakat mescidin penceresinden
kabristanın görülmesi, kabre karşı namaz kılmak sayılmaz ve böyle bir namazda kerahet yoktur.
550 - Ali Efendi Fetvalarından: "Gasp olunmuş bir evde, sahibinin rızası olmaksızın, namaz kılmak
mekruhtur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: İbadet ile kabahat, birbirinin zıddı olan faaliyetlerdir. Gasp kabahati ile elde edilen evde,
sahibinden izin almadıkça kılınacak namaz mekruh olur.
551 - Abdürrahim Fetvalarından: "Yaz günü, zaruret olunca mescidin dış tarafında namaz kılmak
caiz olur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: Sıcak ülkelerin yaz günlerinde, cami içinin çok sıcak olması, cemaatin fazla terlemesine
ve bunalmasına yol açar. Bu sebeple, huzur içinde namaz kılabilmek için, caminin dışında cemaatle
namaz kılmaya fetva verilmiş bulunmaktadır.
552 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zımmi" (gayrimüslim bir şahıs) Müslümanlar için cami inşa
ettirip vakfetse ve namaz kılmak için izin verse, sahih ve caiz olur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: Gayrimüslim bir şahıs, cami yapmaktan dolayı sevap elde edemez. Ancak, sahih olan
husus, onun yaptığı camii vakıf hale getirmesidir.
553 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Hamam içinde temiz bir yerde namaz kılmak kerahetsiz caiz
olur" (H.Ec. 1/9)
554 - Behce Fetvalarından: "Kesilmiş bulunan bir kedinin derisi tabaklanmadan önce üzerinde
namaz kılmak caiz olur" (H.Ec. 1/10)
Açıklama: Kesme işi, kedinin derisinin temiz duruma gelmesi için yeterlidir. Tabaklanma işi, ölmüş
hayvanın derisini temizlemek için gereklidir. Fetva, bu müsadeyi ve aradaki farkı ortaya
koymaktadır.
555 - Abdürrahim Fetvalarından: "(İçinde) hiç kafir kalmamış, uzun bir zamandan beri halkı
Müslüman olan köydeki kiliseyi, hazine vazifelisi (defterdarlık) başkasına satsa, o şahıs da camiye
çevirse caiz olur" (H.Ec. 1/14)
556 - Feyziye Fetvalarından: "Üzerinde resimler olup fakat secde yerinde (resim) bulunmayan sergi
(seccade) üzerinde namaz kılmakta kerahet yoktur" (H.Ec. 1/12)
Açıklama: Bu fetva, canlı bir varlığın resminde mahzur olmadığını değil, secde yerinde resim
bulunmadıkça namazda kerahet olmayacağını ifade etmektedir.
557 - Soru: Üzerinde Kâbe resmi bulunan seccade üstünde namaz kılmak mahzurlu mudur?
Cevap: Değildir. O şekil, Kabe'nin aslı değil ancak resmidir. Yine de kaçınmak lazımdır. En azından
ayak altına gelmemesine dikkat etmelidir.
558 - Soru: Almanya'da dokunan halılara yüzde bir domuz tüyü karıştırılıyor. Bu halı kullanılabilir
mi ve üzerinde namaz kılınır mı?
Cevap: Eğer dediğiniz gibi ise, onun üzerinde namaz kılınmaz. Zira domuzun her şeyi necistir ve
namaz kılınan yerin de her türlü pislikten temiz olması gerekir. Böyle bir halıyı kullanmaktan ise
başka bir döşeme kullanmak daha münasip olur.
559 - Soru: Gömlekle namaz kılarken, kimlik kartımız cebimizden secde edeceğimiz yere düşüyor.
Resimli olduğu için üzerine secde etmemiz caiz olur mu?
Cevap: Secde mahalline düşmüş olan resimli kartın (kimlik cüzdanının) resmi üzerine secde
etmemeli, onu bir eliyle itip sonra secdeye varmalıdır.
560 - Soru: Namaz yol üstünde mi yoksa sahipli bir tarla içinde mi kılınmalıdır?
Cevap: Sahibinden izin almadıkça bir adamın tarlasında namaz kılmak, kerahatten hali
görülmemektedir. Bilhassa tarla sürülmüş ve ekilmiş ise. Bu gibi halde yolun münasip bir yerinde
kılmak daha uygun olur.
561 - Soru: Bazı levhaların üzeri camla kapatılmış ve fakat canlı resmi bulunduğunda bir mahzur
olup olmadığını ve namaza zarar verip vermediğini açıklayınız.
Cevap: Kıble istikametinde olursa namaza zarar verir. Ancak üzeri bir bezle tamamen
kapatıldığında namaza bir zararı olmaz. Fakat meleklerin girmesine engel olur.
562 - Soru: Suret olan yerde namaz olmaz. Bazı saatlerin üzerinde çok küçük resim var. Dikkatli
bakınca belli olmaktadır. Namaz olur mu?
Cevap: Üzerinde resim bulunan şeylerin, namaza mani teşkil etmesi için, namaz kılanın karşısında
olması gerekir.
563 - Soru: Kadınların kırda namaz kılmalarında bir mahzur var mıdır? Bazı hocalar kılamaz
diyorlar, siz ne dersiniz?
Cevap: Namaz vakti geldiğinde, kırda çalışan bir kadının namazım kılmasında hiçbir engel yoktur.
Hem de bu namazı ayakta kılması gerekir.
564 - Soru: Kabristanda namaz kılmanın mekruh olduğunu biliyoruz. Peygamberlerin kabirleri de
bu hükme dahil midir?
Cevap: Peygamberlerin kabirleri bu hükmün müstesnası bulunmaktadır. Onların cesed-i
mübareklerini diğer cenazelere teşbih mümkün değildir. Çakıl taşı ile mücevherin hükmü nasıl
farklı ise peygamberin diğer insanlardan bir farkı mutlaka vardır. Kabe-i Muazzama'nın, Hacer-i
Esved ve Zemzem kuyusu kısmı arasında yetmiş tane peygamber mefdun bulunduğu güvenilir
kaynaklarda ifade edilmektedir. Altın oluğun alt kısmında Hz. İsmail'in annesi Hacer'in kabri
bulunduğu bilinen gerçeklerdendir. Bahsi geçen yerlerde namaz kılmaktaki efdaliyyet izahtan
vareste bulunmaktadır.
565 - Soru: Hamamda namaz kılmakta bir mahzur var mıdır?
Cevap: Önce bu hamam tabirinin üzerinde biraz durup sonra sorunuzla ilgili hükmü açıklamak
yerinde olur. Namaz kılmanın mekruh olduğu yer hamamın yıkanılan kısmıdır. Orası pisliği
giderme ve yıkıntıların döküldüğü mahal bulunmaktadır. Soyunma mahalli olan cam bölmelerde ve
hamamcının ücret aldığı masa taraflarında namaz kılmakta hiçbir kerahet yoktur.
HURMET:
Namazın Kılınışı
566 - Soru: Namazda rükua varıp doğrulduktan sonra, yani "Semiallahü limen hamideh" dedikten
sonra "Rabbena ve lekel hamd" cümlesini cemaat mi söyler yoksa tek başına kılan da söyleyecek
mi?
Cevap: Rükudan kalkarken söylenen "Rabbena ve lekel hamd" cümlesini hem cemaat olan hem de
tek başına namaz kılan söyler. (Büyük İslâm İlmihali, namazla ilgili bölüm 142/4)
567 - Soru: Biri anneden doğma, diğeri de küçük yaşta iken ahras, kulağı işitmez ve dili söylemez
iki kimse var. Bunlar namaz kılması lâzım olan yaşa geldiler. Bu dilsiz kimselerin namazı nasıl
kılacağını açıklar mısınız? Bunlar ,diğer ibadetlerle de mükellef mi?
Cevap: Dilsiz olan Müslüman çocukları da, ergenlik çağına girdiklerinde, ibadetle mükellef
bulunmaktadırlar. Namaz gibi, Kur'an okuma ve tekbir alma mecburiyeti bulunan bir ibadette,
namaza kalben niyyet ederek başlar. Dilini oynatması lâzım gelmez. (Feteva-i Hindiye c. 1, s. 72)
Namaza başladıktan sonra kâfi miktarda kıyamda durur. Usul-i dairesinde rüku ve secdeleri yapar.
Namazın ka'de-i ülâ ve ka'de-i ahiresinde oturup sonunda da selâm verir. (İbni Abidin c. 1, s. 411)
568 - Soru: Bazı kadınlar, çapa tarlasında oturarak namaz kılıyorlar. Kıyama muktedir oldukları
halde bu caiz mi?
Cevap: Tarlada çalışan kadınların, farz namazları oturarak kılmaları asla caiz değildir. Farz olan
kıyam terk edilmiş olacağından namaz fasid olur. Ayakta çalışmaya kudreti bulunan ve bunda bir
mahzur görmeyen bir kadının, namazı ayakta kılmasında bir engel olmaması gerekir. (Mecmua-i
Cedide, s. 25)
569 - Soru: Farz namazların üçüncü ve dördüncü rekâtlerinde Fatiha okumayı unutsak ne yapmak
gerekir?
Cevap: Farz namazların üçüncü ve dördüncü rekâtlerinde Fatiha okumak sünnettir. Unutarak
okunmaması halinde namaz tamamdır. Bir şey (sehiv secdesi) lâzım gelmez.
570 - Ali Efendi Fetvalarından: "Gasp olunmuş bir evde, sahibinin rızası olmaksızın, namaz kılmak
mekruhtur" (H.Ec. 1/8) Açıklama: İbadet ile kabahat, birbirinin zıddı olan faaliyetlerdir. Gasp
kabahati ile elde edilen evde, sahibinden izin almadıkça kılınacak namaz mekruh olur.
571 - Abdürrahim Fetvalarından: "Yaz günü, zaruret olunca mescidin dış tarafında namaz kılmak
caiz olur" (H.Ec. 1/8) Açıklama: Sıcak ülkelerin yaz günlerinde, cami içinin çok sıcak olması,
cemaatin fazla terlemesine ve bunalmasına yol açar. Bu sebeple, huzur içinde namaz kılabilmek
için, caminin dışında cemaatle namaz kılmaya fetva verilmiş bulunmaktadır.
572 - Abdürrahim Fetvalarından: "Zımmi" (gayrimüslim bir şahıs) Müslümanlar için cami inşa
ettirip vakfetse ve namaz kılmak için izin verse, sahih ve caiz olur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: Gayrimüslim bir şahıs, cami yapmaktan dolayı sevap elde edemez. Ancak, sahih olan
husus, onun yaptığı camii vakıf hale getirmesidir.
573 - İbni Nüceym Fetvalarından: "Hamam içinde temiz bir yerde namaz kılmak kerahetsiz caiz
olur" (H.Ec. 1/9)
574 - Behce Fetvalarından: "Kesilmiş bulunan bir kedinin derisi tabaklanmadan önce üzerinde
namaz kılmak caiz olur" (H.Ec. 1/10)
Açıklama: Kesme işi, kedinin derisinin temiz duruma gelmesi için yeterlidir. Tabaklanma işi, ölmüş
hayvanın derisini temizlemek için gereklidir. Fetva, bu müsadeyi ve aradaki farkı ortaya
koymaktadır.
575 - Abdürrahim Fetvalarından: "(İçinde) hiç kâfir kalmamış, uzun bir zamandan beri halkı
Müslüman olan köydeki kiliseyi, hazine vazifelisi (defterdarlık) başkasına satsa, o şahıs da camiye
çevirse caiz olur" (H.Ec. 1/14)
576 - Feyziye Fetvalarından: "Üzerinde resimler olup fakat secde yerinde (resim) bulunmayan sergi
(seccade) üzerinde namaz kılmakta kerahet yoktur" (H.Ec. 1/12)
Açıklama: Bu fetva, canlı bir varlığın resminde mahzur olmadığını değil, secde yerinde resim
bulunmadıkça namazda kerahet olmayacağını ifade etmektedir.
577 - Soru: Üzerinde Kabe resmi bulunan seccade üstünde namaz kılmak mahzurlu mudur?
Cevap: Değildir. O şekil, Kabe'nin aslı değil ancak resmidir. Yine de kaçınmak lâzımdır. En azından
ayak altına gelmemesine dikkat etmelidir.
578 - Soru: Almanya'da dokunan halılara yüzde bir domuz tüyü karıştırılıyor. Bu halı kullanılabilir
mi ve üzerinde namaz kılınır mı?
Cevap: Eğer dediğiniz gibi ise, onun üzerinde namaz kılınmaz. Zira domuzun her şeyi necistir ve
namaz kılınan yerin de her türlü pislikten temiz olması gerekir. Böyle bir halıyı kullanmaktan ise
başka bir döşeme kullanmak daha münasip olur.
579 - Soru: Gömlekle namaz kılarken, kimlik kartımız cebimizden secde edeceğimiz yere düşüyor.
Resimli olduğu için üzerine secde etmemiz caiz olur mu?
Cevap: Secde mahalline düşmüş olan resimli kartın (kimlik cüzdanının) resmi üzerine secde
etmemeli, onu bir eliyle itip sonra secdeye varmalıdır.
580 - Soru: Namaz yol üstünde mi yoksa sahipli bir tarla içinde mi kılınmalıdır?
Cevap: Sahibinden izin almadıkça bir adamın tarlasında namaz kılmak, kerahatten hali
görülmemektedir. Bilhassa tarla sürülmüş ve ekilmiş ise. Bu gibi halde yolun münasip bir yerinde
kılmak daha uygun olur.
581 -Soru: Bazı levhaların üzeri camla kapatılmış ve fakat canlı resmi bulunduğunda bir mahzur
olup olmadığını ve namaza zarar verip vermediğini açıklayınız.
Cevap: Kıble istikametinde olursa namaza zarar verir. Ancak üzeri bir bezle tamamen
kapatıldığında namaza bir zararı olmaz. Fakat meleklerin girmesine engel olur.
582 - Soru: Suret olan yerde namaz olmaz. Bazı saatlerin üzerinde çok küçük resim var. Dikkatli
bakınca belli olmaktadır. Namaz olur mu?
Cevap: Üzerinde resim bulunan şeylerin, namaza mani teşkil etmesi için, namaz kılanın karşısında
olması gerekir.
Soru: Kadınların kırda namaz kılmalarında bir mahzur var mıdır? Bazı hocalar kılamaz diyorlar, siz
ne dersiniz?
Cevap: Namaz vakti geldiğinde, kırda çalışan bir kadının namazını kılmasında hiçbir engel yoktur.
Hem de bu namazı ayakta kılması gerekir.
583 - Soru: Namazda tadil-i erkanın ne demek olduğunu açıklayınız.
Cevap: Tadil-i erkan; namazların kıyam, rüku ve secde gibi rukünlerini tam bir sükunet ile ifa
etmektir. Kıyamda kıraeti tamamladıktan sonra, rükua vardığında her uzuv bir sükunet hali alıp
izdırap halinde bulunmamalıdır. Rükudan kalkarken vücut dimdik bir vaziyet almalı ve en az bir
tesbih miktarı (Sübhane Rabbiye'l-azim diyecek kadar) ayakta durmak, daha sonra secdeye varıp
aynı sükunet hali üzerinde secdeyi tamamlamaktır. İki secde arasında bir tesbih miktarı oturmak da
tadil-i erkandandır.
584 - Soru: Tadil-i erkanın hükmü nedir?
Cevap: İmam Ebu Yusuf'a göre farzdır. İmam-ı Azam ve İmam Muhammed'e göre vacibdir.
585 - Soru: Namaz içinde zammı sure okurken, bir sureden bir sureye geçiş anında kalpten besmele
çekilmeyecek olsa bir mahzuru var mıdır?
Cevap: Hanefi mezhebi mensupları için, namazda surenin evvelinde besmele okumak yoktur.
Okunmasına dair hüküm bulunmayınca, bunun kalpten geçirilmesi diye bir mükellefiyet de yoktur.
586 - Soru: Sabah veya öğle namazlarındaki iki rekatli sünnetleri dört kılmak daha faziletlidir
diyorlar. Böyle bir şey var mı?
Cevap: Sabah namazının sünneti iki rekatten fazla kılınamaz. Ancak öğle ve yatsı namazlarının son
sünnetlerini dört rekat kılmak müstehabtır.
587 - Soru: Bir namazın her iki rekatinde aynı sureyi okumakta bir kerahet var mı?
Cevap: Kıldığı namaz nafile ise bir kerahet yoktur. Zira nafilelerdeki hüküm geniştir. Şayet bu
tatbikatı farz namazında yapmış ise bakılır, eğer başka bir sure bilemediği veya unutmuş
olduğundan yapmış ise yine kerahet yoktur. Ezberinde birden fazla sure olduğu halde ve kasten
böyle yapmış ise kerahet vardır.
588 - Soru: Hanefi olan bir kimsenin imamın arkasında kıldığı sırada Fatiha'nın sonunda açıktan
"Amin" demesinde bir mahzur var mı?
Cevap: "Amin" demek sünnet ise de, sesi yükseltmek mekruh görülmektedir.
589 - Soru: Sabah namazının farzında birinci rekatte okunan Kur'an ikinci rekatte okunandan ne
nisbette uzun olacaktır?
Cevap: Sabah namazının farzında okunması gerekenin üçte ikisini birinci rekatte; üçte birini de
ikinci rekatte okumak gerekmektedir. Peygamber Efendimiz'in (sav) zamanından beri uygulanması
devam eden usul budur. Sabah namazının vakti, halkın uykuda bulunduğu bir zaman olduğundan,
Müslümanların cemaate yetişebilmeleri hikmetinden dolayı birinci rekatte uzun okunmaktadır.
590 - Soru: Namazda ellerin bağlanmasında nasıl bir zaman ve ölçü konulmuştur?
Cevap: Hangi kıyamda zikr-i mesnun, Sübhaneke ve diğer dualar veya Fatiha ve surenin okunması
devam ediyorsa, ellerin bağlanması da devam eder. Bu hikmet ve ölçü esas alınarak, cenaze
namazının dördüncü tekbiri alındığında okunacak başkaca bir şey kalmadığı için eller salınmakta
daha sonra selam verilmektedir.
591 - Soru: Rükudan kalkarken okunan "Semiallahü limen hamideh"deki semia fiili işitme
manasına mı gelmektedir?
Cevap: Hayır, o manada kullanılmış değildir. Bu fiilin manası "kabul ederdir". "Allah hamd edenin
hamdini kabul eder" demektir. Peygamber Efendimiz'in bir Hadis-i Şerifinde de bu kelime kabul
manasında kullanılmış bulunmaktadır. Hadis-i Şerifin metni şudur: "Allahümme inni euzü bike min
ilmin la yenfeu ve min kalbin la yahşeu ve min nefsin la teşbeu ve min duain la yüsmeu" Buradaki
la yüsmeu, "kabul olunmayacak (duadan Sana sığınırım)" demektir.
592 - Soru: Farz namazların son iki rekatında Fatiha'dan sonra zammı surenin okunmamasının
sebebi nedir?
Cevap: Farz namazlarının üç ve dördüncü rekatlarında kıraat farz olmayıp, sadece Fatiha okumak
sünnettir. Bu sebeple sure okumak gerekmez.
593 - Soru: Bir kimse, namaz kılarken rüku tekbirini rükua vardıktan sonra alsa veya "Semi Allahü
limen hamideh" cümlesini rükudan tamamen kalktıktan sonra söylemiş olsa bundaki dini hüküm
nedir?
Cevap: Böyle bir hareket mekruhtur. Çünkü bu cümleleri mahallinden gayri bir yerde işlemiş
olmakta ve mahallinde yapmayı terketmektedir.
594 - Soru: Bir kimse kıldığı namazın ilk rekatinde Kur'an-ı Kerim'in son suresini okumuş olsa
ikinci rekatte nereden okuması lazımdır?
Cevap: Fatihadan sonra, Sure-i Bakara'dan okunması münasip olur. Hatim sırasında Sure-i Nas'ı
okuduktan sonra Fatiha okuyup ardından Bakara suresinin baş tarafını okumak da bunun namaz
dışındaki tatbik ve sünnet olan şekli olmaktadır.
595 - Soru: Namaz kılan bir kimse, ilk rekatte okuduğu sureden sonra bir sure atlayarak okur ise
bunda kerahet olduğunu biliyoruz. Fakat arada kalan sure uzun olursa bunda da kerahet var mıdır?
Cevap: Uzun sure, iki kısa sure hükmünde olduğundan, bunda kerahet yoktur. (Nimetü'l-İslam,
Namazla ilgili bölüm, 321)
596 - Soru: Namazda, Fatiha'dan sonra "Amin" kelimesini sesli olarak söyleyenler oluyor. Bunda
bir mahzur var mı?
Cevap: İmam, kıraeti açıktan okuyacak olursa, Hanefi mezhebinde olanların "Amin" lafzını "Gizli"
olarak söylemesi sünnete uygun görülmüştür. Diğer mezheplerin tatbikatında bazı farklılıklar varsa
da sorunuzun dışında kaldığı için oraya geçmiyoruz.
597 - Netice Fetvalarından: "Başlanmış bulunan bir namazın her rekatinin evvelinde (Fatiha)
okumaya başlamazdan önce "Besmele" okunur" (H.Ec. c. 1/8)
598 - Soru: Bir kimse namaz sırasında Fatiha veya sureleri okurken gözlerini kapatsa bir mahzur
var mıdır?
Cevap: Evet vardır. Böyle bir hareket mekruhtur.
Behce Fetvalarından: "Namaz kılan kimse" (peltek "se" ile okuyacağı) El-Kevser yerine (sin harfi
ile) el-kevser okusa namazı fasid olur" (H.Ec. c. 1/11)
599 - İbni Nuceym Fetvalarından: "Namaz kılan kimse, veleddaalliin kelimesinde veya başka yerde
"dad" harfini, kudreti olduğu halde "zı" olarak okusa, namazın fasid olması racih görülen
hükümdür" (H.Ec. 1/8)
600 - Ali Efendi Fetvalarından: "Manaric-i hurufu tashihe gücü yeten bir imam cim (harfi) yerine
"zel" okusa, (kıldıracağı namazda) kendisine uymak caiz olmaz" (H.Ec. c. 1/10)
HURMET:
Namaza engel olan şeyler
606 - Soru: Bir Müslüman, din kardeşinin "dinine" sövse, hem de bu söven şahıs namaz kılıyor, bir
mahzur var mıdır?
Cevap: Dine söven kimse dinden çıkar ve imanını kaybeder.
607 - Soru: Bir işletmede çalışan işçi, patronun haberi olmadan namazını kılacak olsa, kabul olur
mu? Olursa sevabı patronun mu yoksa kılanın mı?
Cevap: Namaz Allah'ın emri olup, kılınması başkasının iznine bağlı değildir. Patron müsaade
etmese bile namazı gene de kılmak gerekir. Namazın sevabı elbette kılanındır .İş sahibi namazı
kılmaya müsaade ve teşvik ediyorsa hayra delalet ettiğinden dolayı ona da sevap olur.
608 - Soru: Bazı kimseler, "Bir kişi, içkili iken namazını kılabilir ve camiye gelebilir. Çünkü içkinin
günahı ayrı, namazın sevabı ayrıdır" diyorlar. Dinimizin hükmü nasıldır?
Cevap: Meseleyi mücerret olarak ele almak gerekirse günahın işlenmesinden doğan sorumluluk ile
vazifenin yapılmasından doğacak fayda ayrı ayrı şeylerdir. Ancak müşahhas bir örnekle ileri sürülen
iddialar yanlış telakkilere yol açar ve inancı zayıf, bilgisi az kimseleri şaşırtabilir. Bu gibi meseleleri
ilmi mehafilde ele almak doğru ise de her yerde herkesin konuşması doğru görülemez.
609 - Soru: Bir kimse nafile namaz kılarken anne veya babası kendisini çağırsa namazı bozar da
onlara cevap verir mi?
Cevap: Anne ve babası onun namazda olduğunu biliyorsa, icabet etmemekte bir beis yok ise de
bozması evla görülmüştür. Şayet kendisini çağıran baba ve annesi, onun namazda olduğunu
bilmeyerek çağırmış ise, nafile namazı bozup ona icabette bulunması vacib olur.
610 - Soru: Farz namazı kılmakta olan bir kimseyi annesi veya babası çağırmış olsa, namazını
bozup onlara cevap verebilir mi?
Cevap: Farz namazı bozmak, bir zaruret sebebiyle olmaktadır. Anne veya babası "imdat" dilemiş
ise, o zaman namazı bozup onlara cevap verebilir. Fakat, böyle bir durum olmadığı zaman, farz
namazı kesip cevap vermesi doğru olmaz. Namaz hali kulun Rabbinin davetine icabet etme halidir.
Bu icabet, bir kulun çağırması sebebiyle yarıda kesilemez.
611 - Soru: Namaz kılan bir mü'mine bir gayri müslim gelip kendisine İslam dinini telkin etmesini
istese namazı kesip ona İslamiyet'i telkin etmesi caiz olur mu?
Cevap: Evet, namazı kesip ona İslam dinini telkin etmek caiz olur.
612 - Soru: "Temiz olmak şartı ile pijama ile namaz kılmakta mahzur yoktur" deniyor. Hasan
Arıkan Hoca'nın Muhtasar İlmihali'nde ise, namazın mekruhları arasında "Büyükler meclisine
girilmeyecek elbise ile namaz kılma"nın yer aldığı görülüyor. Buna göre pijama ile namaz kılma
hakkında söylenecek başka bir şey var mı?
Cevap: Evet, söylenecek bir izah vardır. Şöyle ki: Bizim beyanımız ile Hasan Arıkan Hoca'nın
Muhtasar İlmihali'ndeki izah arasında bir uyuşmazlık ve çelişme yoktur. Namazın mekruhları
arasında yer alan "Siyab-ı bizle içinde namaz kılmak" ifadesi görülmektedir. "Bizle" kirden
sakınılmayan hor elbise, büyüklerin huzuruna varılamayacak kirli elbise demektir. Namazda
müstehap olan mutad giyiniştir. Gecelikler, yani pijama, giyilmesi mutad bulunan bir elbisedir ve
onunla namaz kılmakta bir mahzur ve mekruh yoktur. Yeter ki temiz olsun. Bu hususta Hacı
Mehmed Zihni Efendi merhumun Nimet'ül-İslam adlı kiabının "Kitabü's-Salat'ında yer alan
namazın mekruhları bahsinde 56 rakamlı mekruhun (7) nolu haşiyesinde gerekli ve doyurucu bir
açıklama vardır. Gerekirse oraya da bakabilirsiniz.
613 - Soru: Ben, bir seccade buldum. Kıymetli bir şey olduğu için ilk bakışta anlaşılmakta. Ben her
ne kadar ilan etmiş isem de sahibi çıkmadı. O günden bu güne üzerinde namaz kıldım. Camiye
koysam durdurmazlar. Ben bu seccadenin kıymetini versem, camiye veya bir hayır kurumuna o
parayı hibe etsem olur mu? Şimdiye kadar bu seccadenin üzerinde kıldığım namaz kabul olur mu
olmaz mı?
Cevap: Emanet olarak elinizde bulunan bu seccadenin sahibini bir sene araştırın. Bu müddet
dolduktan sonra, bir camiye verin. O olmazsa bir fakire temlik ettikten sonra o kimse satarsa ondan
alın. Kıymet takdirini siz kendiniz yapmayın. Verdiğiniz adam, seccadenin fiyatını öğrensin ve
sizden isteyeceği parayı buna göre söylesin. Aranızda icap ve kabul yerine geldikten sonra parayı
verir ve seccadeyi o kimseden satın alırsınız.
614 - Soru: Bir evde fotoğraf varsa namaz olmaz diye okudum. Evdeki sandık içinde veya kıblenin
gayrisinde olursa namaz sahih olur mu? Fotoğraf namaz kılanın üzerinde (yani cebinde) olursa ne
olur?
Cevap: Namaz kılınan evde fotoğraf olsa namaz olur. Ancak namaz kılanın önünde, sağ veya sol
tarafında olursa, namaz mekruhtur. Kapalı yerde olursa mekruh olmaz. (Büyük İslam İlmihali,
Namazın Mekruhları, 48. madde)
615 - Soru: Bir kimse camide belirli bir yerde namaz kılmayı adet haline getirse ve hep orada
namaz kılmış olsa bunda bir mahzur var mı?
Cevap: Mescidlerin her tarafı aynı fazileti haizdir. Bu itibarla, muayyen bir yerde namaz kılıp başka
yerde kılmamak, sanki, oradan başka bir yerde namaz kılmak caiz değilmiş gibi bir kanaatin
uyanmasına sebep olabilir. Bundan dolayı böyle bir yer tahsis edip devamlı orada kılmakta kerahet
vardır.
616 - Soru: Bir kimse namaz kılarken altına bez bağlanan ve bu bezleri kirletmiş olan bir çocuk,
namaz kılanın kucağına gelip otursa, bu pisliği sebebiyle namazı fasid olur mu?
Cevap: Eğer o çocuk, tutmaksızın kendi oturabiliyorsa ve onun altındaki pislik, namaz kılanın
üstüne geçmiyorsa o kimsenin namazı bozulmaz. Çünkü namaz kılan onu yüklenmiş sayılmaz. Bu
sebeple, namaz için şart olan temizlik kaybolmuş sayılmaz.
617 - Soru: Bazı kimseler, namaz kılacağında, takke bulamadıkları için başının etrafına mendil ve
benzeri bir şey veya kaşkol dolamaktadırlar. Bu sırada başının tepesi ise açık kalmaktadır. Böyle
olunca başı örtme sünneti yerine gelmekte midir?
Cevap: Başın üstü örtülmedikçe bu sünnet yerine gelmiş olmaz. Başın etrafını kapatıp üstünü açık
bırakacak şekilde mendil veya kaşkol dolamakta kerahet vardır. Bu hususta ölçü, başın üstünün açık
kalmasıdır. Kerahet de bundan doğmaktadır. Yoksa kaşkol dolamak mekruh sayılmamıştır.
618 - Soru: Bazı kimseler, secdeye giderken pantolonunu çekmektedirler. Bunda bir mahzur var mı?
Cevap: Bu iş, az bir fiil ile oluyorsa kerahet vardır. Amel-i kesir (çok iş) ile yapılırsa namazı ifsad
eder.
619 - Soru: 90 kilometrelik veya daha uzak bir mesafedeki şehre gitmek üzere yola çıkan bir
kimsenin 30-40 kilometrelik bir yolculuktan sonra aniden geriye dönmesi gerekse, bu dönüş
sırasında namazını seferi olarak mı kılar, yoksa tam olarak mı eda eder?
Cevap: Geriye dönmeye karar vermekle, seferilik niyeti bozulmuş olacağından, namazını, yani dört
rekatli farzları tam kılar. (Büyük İslam İlmihali, Namaz bahsi md. 277)
620 - Soru: Kısa kollu gömlekle ve takkesiz namaz kılmak ne derece caizdir?
Cevap: Namazı kolları açık ve imkanı varken takkesiz kılmak mekruhtur. Bu hususta daha geniş
bilgi almak için Ö.N. Bilmen'in Büyük İslam îlmihali adlı kitabının Namazla ilgili bölümünde yer
alan (5) ve (47.) maddelerim dikkatle okumanızı tavsiye ederiz.
621 - Soru: Bir arkadaşım var. Beş vakit namazını hiç kaçırmıyor ve fakat rüşvet alıp yiyor. Buna
ihtiyacı olduğu için mi alıyor, bilmiyoruz. Bu kimsenin namazı kabul olur mu?
Cevap: Bir kimsenin rüşvet alması asla helal değildir. İhtiyacının bulunması onun rüşvet almasına
müsaade olarak gösterilemez. Hiçbir çare kalmadığı zaman, ihtiyacını giderecek bir miktar şey
dilenilir ve fakat rüşvet alınamaz. Kılacağı namazlar önce kabul olunur, daha sonra (kıyamet günü)
ibadetlerinin sevabı, üzerinde bulunan kul hakları karşılığı, hak sahiplerine verilir.
622 - Soru: Yaşları 35-45 olan birtakım arkadaşlar da aynen rüşvet yiyorlar. Hiç de namaz
kılmıyorlar. Bunlar diyorlar ki: "Biz rüşveti terk edemiyoruz ki namaz kılalım." Namazımız kabul
olmaz diye kılmak istemiyorlar. "Her ikisi de bir arada yürürse biz de namaza başlayalım" diyorlar.
Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Namazı değil, rüşveti terk etmelidirler. Bu kimselerin sorumluluğu iki kattır. Namazı
duyarak ve feyzine doyarak kılacak olurlarsa namaz kendilerini bu gibi kötülüklerden alıkoyacaktır.
623 - Soru: Bu arkadaşların düşüncesi, günah işleyen bir kimse namaz kılmamalıdır, diyorlar. Zira
kabul olunmayacağı kanaatini taşımaktadırlar. Her gün tevbe edip de tekrar günah işleyince o
namaz kabul olur mu?
Cevap: Günah, nefse köleliktir. İbadet ise Allah Teala'ya kul olmaktır. Rabbimize kulluğumuz
arttıkça nefsin esaretinden sıyrılmış ve kurtulmuş oluruz. Akli kanaatler ile dini meseleleri hükme
bağlamak, her zaman geçerli değildir. Din, akla göre hareket olsaydı mestin üstüne değil altına
mesih daha uygun olurdu.
624 - Soru: Bir gelin, kayınbabasının ve çelebisinin yanında namaz kılabilir mi?
Cevap: Bir kadının, tesettüre tam riayet etmek şartı ile, kayınpederinin ve çelebisinin
(kayınbiraderinin) yanında namaz kılmasında bir mahzur yoksa da, kadının evin içinde münasip bir
yeri namazgah olarak seçip ibadetlerini orada eda etmesi daha münasiptir. Zira bu şekilde
davranması kadınlık durumuna daha elverişlidir.
625 - Soru: Bir gavurun kullandığı elbiseyi daha sonra bir Müslümanın giymesi doğru olur mu, bu
elbise ile namaz kılması caiz midir?
Cevap: Tertemiz yıkadıktan sonra kullanılabilir.
626 - Soru: Hayvan resmi bulunan bir gömlek ile ve canlı resmi bulunan bir yerde namaz kılınır mı?
Cevap: Böyle bir gömlek, kişinin üzerinde iken kılınan namaz bozulmaz ise de bunu giymemek
evladır. Evin içindeki resim, kıble istikametinde veya secde yerinde bulunuyorsa namaz mekruhtur.
Diğer mahallerde bulunması halinde namazı engellemezse de rahmet meleklerinin içeriye girmesine
engel olur.
627 - Soru: Kızların kaneviçe ile işlemiş oldukları seccadelerde veya hacdan getirilen cami resimli
seccadeler üzerinde namaz kılmak caiz midir?
Cevap: Evet, caizdir.
628 - Soru: Memur olan bir kimseye, işveren "Namaz kılmayacaksın" diyor. Namaz kılmasına
müsaade etmezse işi terk etmesi lazım gelir mi?
Cevap: Evet, işi terk edip namaz kılmasına engel olmayacak bir yer araması gerekir. Namaz,
Allah'ın emridir. Kulun direktifleriyle asla terk edilemez. Namaz için iş terk edilir ve fakat iş için
namaz katiyen bırakılmaz.
629 - Soru: Kauçuk üzerinde namaz kılmakta bir mahzur var mıdır?
Cevap: Kauçukun maddesi temiz olduğu için, ondan yapılmış bir seccade üzerinde namaz kılmakta
bir mahzur yoktur. Yumuşak olması bakımından düşünülüyorsa, başın yerin sertliğini hissetmesi
gerekir. Sünger gibi bir şey üzerine secde edildiği zaman, yerin sertliği anlaşılırsa secde caiz olur.
630 - Abdürrahim Fetvalarından: "Üzerinde dirhem miktarı fidişi bulunurken namaz kılmakta
kerahet yoktur" (H.Ec. 1/9)
Açıklaması: Ölmüş bulunan hayvanların diş, tırnak ve boynuz gibi uzuvları, üzerinde et, deri ve
sinir gibi şeyler bulunmadıkça temizdirler. Bu sebeple üzerinde fildişi, boynuz ve benzeri şey
varken namaz kılmak kerahetsiz caiz görülmüştür.
631 - Behce Fetvalarından: "Üzerinde dirhemden fazla "misk" mevcut iken namaz kılsa sahih olur"
(H.Ec. 1/10)
Açıklama: Misk, kedi veya geyiğin vücudundan hasılolan ve ıtriyata maya teşkil eden bir maddedir.
Misk, temiz olduğu için, o üzerimizde iken namaz kılmakta bir mahzur yoktur.
HURMET:
Kıraat
632 - Soru: Bir namazın birinci rekatinde bir surenin sonundan okuyan kimse, ikinci rekatinde
başka bir surenin sonundan okuyabilir mi? Böyle yapmasında bir kerahet var mıdır?
Cevap: Bu şekilde okumakta herhangi bir mahzur ve mekruh yoktur.
633 - Soru: Namaz kılan bir kimse, ikinci rekatte birinci rekatte okuduğu sureden daha üstten bir
sure okusa, mekruh işlediğini anlayıp ilk rekatte okuduğu surenin önündeki bir sureyi okursa bu
kimseye secde-i sehiv lazım gelir mi?
Cevap: Okumaya başladığı sureyi bırakmaz. Böyle bir yanılmadan dolayı da sehiv secdesi
gerekmez. Zira bu gibi tertibe riayetsizlik, tenzihen mekruhtur.
634 - Abdürrahim Fetvalarından: "Fatihayı okuduktan sonra bir surenin sonundan birkaç ayet
okunsa kerahet yoktur" (H.Ec. c. 1/10)
Açıklama: Bu yanılma ile, manada fahiş bir bozukluk olmamakla vacip yerine gelmiş olur. Okunan
kısmın, bir surenin evvelinden, orta veya sonundan seçilmiş olmasında kerahet yoktur.
635 - Behce Fetvalarından: "İmam (namazda Kur'an okurken) tutulsa, cemaatten biri de okunan
yerden imamı feth (hatayı düzeltme)de bulunduğunda, imam okuyup tamamlasa namazları fasid
olmaz" (H.Ec. I/11)
Açıklama: İmam, Kur'an-ı Kerim'den ezberinde olan en pişkin yerleri okumalı; yanıldığı yeri
doğrultmaya cemaati mecbur bırakmamalıdır. Şayet namaz caiz olacak kadar okumuş ise rükua
varmalı, aksi halde bir başka yerden okumalıdır. Buna da imkan bulamazsa cemaat içinden biri,
imamın yanlışını söyler, o da bu ikaza uyarak hatasını düzeltirse namazları fasid olmaz.
636 - Soru: Bazı kimseler, namazdaki acemiliği yüzünden, okuyacağı sureyi daha bitirmeden rükua
varmakta ve bu yüzden surenin bir kısmı, rükuda bitmektedir. Bunda dini bir mahzur var mıdır?
Cevap: Kıyamdan başka bir yerde Kur'an okumak mekruhtur. Bu noktadan hareketle rüku ve
secdede Kur'an okunmasının kerahati anlaşılmaktadır. Bu iş de mekruhtur.
637 - Soru: Sabah namazının farzını kılarken, ikinci rekatte unutarak, Kur'an okumadan rükua giden
kimsenin nasıl hareket etmesi gerekir?
Cevap: Rükudan kalkıp Kur'an okumayı yerine getirip tekrar rükua gitmesi gerekir. Eğer Kur'an
okumazsa namazı fasid olur.
638 - Abdürrahim Fetvalarından: "Yatsı namazının ilk sünnetinde, ka'de-i uladan ayağa kalkınca
"Sübhaneke", "Euzü" ve "Besmele" okuması gerekir" (H.Ec. 1/10)
Açıklama: Her namaza başlandığında Sübhaneke okumak sünnet olduğu gibi, sünnet-i gayri
müekkede bulunan ikindi ve yatsı namazlarının sünnetleri ile Teravih namazında ka'de-i uladan
kalkınca Sübhaneke okumak ve peşinden Euzü Besmele çekmek sünnettir.
639 - Soru: Bazı camilerde ilk sünnet ile farz arasında, yani kametten önce, üç defa ihlas okunuyor.
Bu sıra namaz kılanlar da oluyor. Okumak caiz midir?
Cevap: İhlas okunmasına dair emredici bir hüküm yoktur. İhlas okunmasında ecir vardır, fakat
bahsettiğiniz gibi, adet haline getirip okumak yerine terki daha evladır.
640 - Soru: Namazda alışkanlık haline gelmiş bir huyum var. Her sure için besmele çekiyorum. Bu
davranışım sakıncalı mı? Bir de namazda okunacak Fatiha'ya "Euzü ve Besmele" ile mi
başlanılacak, yoksa yalnız besmele kafi mi?
Cevap: Hanefi mezhebine göre, namazda sure okumaya başlarken besmele okunmaz. Namazın ilk
rekatinde, Sübhanekeden sonra "Euzü" ve "Besmele" okunur. Daha sonraki rekatlarda sadece
"Besmele" okumak kafidir.
641 - Soru: Namazdan sonra Ayetü'l-Kürsi'yi okuyanca bazı kimseler tesbihe üflüyorlar. Bu neden
yapılmaktadır ve yapılması şart mıdır?
Cevap: Böyle bir şart yoktur. Tesbihe üflenmesi de yanlıştır. Şayet üfleyecekse, Huu, diye kendi
göğsüne üflemesi münasip olur.
642 - Soru: Namazda zammı sure okurken takıldım. Geriden aldımsa da okuyamadım. Başka bir
sure okuyabilir miyim? Okursam bir şey lazım gelir mi?
Cevap: Namaz caiz olacak miktarda okumuş iseniz rüküa gidersiniz. Şayet hiç okumamış iseniz
ezberinizde olan başka bir yerden okursunuz. Bundan dolayı bir şey lazım gelmez.
643 - Soru: "İmam ve Müezzin, Cemaat ve Cemiyetler Hakkında Birkaç Uyarı" adlı kitapta beş
vakit namazların sünnetleriyle farzı arasında ihlas okunmasının bid'at olduğu yazılı. Bu konuda bizi
aydınlatınız.
Cevap: Bir zamanlar Çorum uleması da bid'at olduğunu söylemiş ve onların sözleri diğer Osmanlı
uleması tarafından kabul edilmişti.
644 - Soru: Namazların farzlarında okunacak Kur'an-ı Kerim'in miktarını belirtirken çözemediğimiz
bir tabir var. "Tıval-i mufassal", "Evsat-ı mufassal" ve "Kısar-ı mufassal" tabirleri hangi sureleri
içine almaktadır?
Cevap: "Tıvâl" kelimsi tavil'in cemilenmiş şeklidir. Tavil ise "Uzun" manasına gelmektedir.
"Mufassal" lafzı ise, fasıllan çok olan manasına gelmektedir. Bu sureler şöyle tasnif ve tesbit
edilmiş bulunmaktadır: "Tıval-i mufassal", Sure-i Hucürat'dan Büruc Suresi'ne kadar olan
surelerdir. Tarık Suresi'nden "Lem yekun" suresine kadar olan surelere "Evsat-ı mufassal" adı
verilmektedir. Bundan itibaren nihayete kadar olan surelere ise "Kısar-ı mufassal" denilmektedir.
645 - Soru: Bir kimse, Sübhaneke'den sonra Fatiha'yı okumadan rükua gitmiş olsa nasıl hareket
eder?
Cevap: Geri kalkıp, önce Fatiha'yı, onu takiben sure veya ayetlerden caiz olacak miktar Kur'an
okumayı yerine getirir ve tekrar rüku yapar. Evvelki rüku muteber olmamıştır. Şayet rüku
tekrarlanmazsa namaz fasid olur. Çünkü rüku gibi mükerrer olmayan rükünler arasında tertibe riayet
farzdır. Önce kıraet sonra rüku ifa edilmesi lazımdır.
646 - Soru: Farz namazların ancak iki rekatinde kıraat farz kılındığı halde, nafilelerin her rekatinde
farz olmasının hikmet-i sebebi nedir?
Cevap: Nafilelerin her iki rekati müstakil bir namazdır. Bu sebeple her rekatinde kıraat farz kılınmış
olmaktadır.
647 - Soru: Vitir, Hanefi mezhebine göre, vacib bulunduğu halde neden her rekatinde kıraat farz
olmaktadır.
Cevap: Vitir namazının sünnet olduğu ictihadında bulunan müctehidlere göre, her rekatinde kıraatin
farz olmasının sebebi açıktır. Vacib olduğu ictihadında olan müctehidlere göre, her rekatinde
kıraatin farz olması ihtimali dikkate alınmış ve ihtiyatla hareket edilmiş olmaktadır.
648 - Soru: İmamla namaz kılarken selam vereceğimiz sırada imam selama başlayasıya kadar olan
vakit içerisinde "Rabbena" duasını tekrar tekrar okuyabilir miyim?
Cevap: Okuyacağınız dua ve tesbihatı çabuk bitirip de tekrarlamak yerine ağır ağır okuyup imama
ayak uydurmanız daha münasip bir hareket olur.
649 - Soru: Sabah namazından sonra okulan "Lev enzeina" ayetlerinden önce üç kere okunan "Euzü
billahissemiıl-alimi mineşşeytanirracim" şeklindeki istiâze neye istinaden okunmaktadır?
Cevap: Tirmizi'nin Ma'kıl bin Yesar'dan rivayet ettiği bir Hadis-i Şerife müsteniden okunmaktadır.
Hadis-i Şerifte şöyle ifade edilmektedir; "Kim sabaha erdiğinde üç defa "Euzü billahissemiıl alimi
mineşşeytanirracim" der ve sure-i Haşrin sonundan üç ayet okursa, Allah (cc) da buna karşılık
olarak yetmiş bin meleği (o kimseye) müvekkel kılar."
650 - Soru: Bir imamımız var. Namaz kıldırırken iyice dikkat ediyorum. Fatiha'daki "İyyake"
kelimesini tek ya ile okuyor. Kendisini uyarıyorsak da, "İmam bildiğini okur" kabilinden bir
değişiklik olmuyor. Bu imamın arkasında kıldığımız namazlar fasid olur mu?
Cevap: Bu şekilde okuması doğru olmamakla beraber, namazı bozacak seviyede bir yanlış değildir.
Zira, şeddesiz bir harfi şeddeli olarak okumak veya şeddesiz bulunan bir kelimeyi tek harf olarak
telaffuz etmek namazı ifsad etmez. (Büyük İslam İlmihali, Namazla ilgili bölüm, madde: 439)
651 - Soru: Bir imam, "Semia..." yerine "Semie" okusa hüküm nedir?
Cevap: Böyle bir okuyuş doğru olmamakla beraber namazı ifsad etmez. Kalın okunacak bir harfi
ince, ince okunacak bir harfi kalın okumakta umum belvâ vardır. (Büyük İslam İlmihali, Namazla
ilgili bölüm, madde: 439)
652 - Soru: İmamın okuyuşunda namazı bozan bir hususu cemaat cahil olup anlayamasalar iktida
eden cemaatin namazı fasid olur mu olmaz mı?
Cevap: Cemaatin, cahilliği bir mazeret sayılamaz. Namaz bozulmuş olur.
653 - Soru: Bir kimse Kur'an-ı Kerim'i okurken "sin" ile peltek "se"yi ayırt edemiyor. Bu kimsenin
imamlık yapması sahih ve caiz midir?
Cevap: İmamlığın şartlarından biri de dilde bu gibi özürlerin bulunmamasıdır. Bu itibarla, bahsi
geçen kimsenin imamlık yapmaması gerekir.
654 - Soru: Bir kimse namaz kıldırırken surede veya ayette (f) yerine (vav), (ha) yerine (hı) okusa,
esre yerine üstün, üstün yerine ötre okusa namazı sahih olur mu?
Cevap: Namazın sahih veya fasid olduğu, manada bozukluk olup olmamasına bağlıdır. Siz bunu bir
örnekle belirtmediğiniz için kesin bir şey söylememiz mümkün değildir.
655 - Soru: Bir kimse, giyilmesinde kerahet bulunan ipek takke ile namaz kılacak olsa namazı fasid
olur mu?
Cevap: Namazı fasid olmaz. Ancak kerahet olan bir şeyi ihtiyar ettiğinden dolayı edebe aykırı
hareket etmiş olur.
656 - Soru: İmamdan önce secdeye giden kimsenin namazı hakkındaki hüküm nedir?
Cevap: İmama uyan bir kimse secdeye, imam başını rükudan kaldırdıktan sonra varmış ve imam, o
secdede iken yetişmiş ise, imamın ve muktedinin secdedeki ortaklıkları sebebiyle, o kimsenin
namazı sahih ve fakat imamdan önce secdeye vardığı için mekruh olur. Eğer imam, o kimse secdede
iken onun secdesine yetişmiş olmazsa bu kimsenin namazı sahih olmaz. (Nimetü'l-İslam, s. 486)
HURMET:
Kıraatta yanılmalar
601 - Netice Fetvalarından: "Namaz kılan kimse (yanılarak) vezzalimine eadde lehüm azaben
elimen yerine, ecran azimen okusa namazı fasid olur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: Bu yanılma ile manada fahiş bir bozukluk olmaktadır. Şöyle ki: "(Allah) zalimler için
elimli bir azab hazırlamıştır" manasına gelen ayette "...onlar için büyük bir ecir (sevap) hazırladı"
manası ifade eden bir yanlışlık doğmaktadır. Manada meydana gelen bu bozukluk, namazın
bozulmasına yol açmaktadır.
602 - Abdürrahim Fetvalarından: "İmam, TE harfi ile "Ve ma edrake mahiyyet" şeklinde okusa,
namazı fasid olur" (H.Ec. 1/12)
Açıklama: Ayet-i kerimenin doğru olan okunuşu "Mahiyeh"dir. Bunun "Mahiyet" şeklinde
okunması, manayı ve dolayısıyla namazı fasid eder.
603 - Behce Fetvalarından: "Namaz kılan kimse, her zaman Fatiha'dan sonra belirli bir sure veya
ayeti okumaya devam etse, kerahet vardır" (H.Ec. c. 1/12)
Açıklama: Bir sureyi okumaya devam, ondaki fazilete ehemmiyet verildiğini ihsas ederken, diğer
surelerin bu faziletten mahrum bulunduğu vehmini uyandırır. Bu itibarla, beş vakit namazda hep
aynı sure ve ayetleri okumayı adet haline getirmemek gerekir. Bir de şu hususu belirtmek isteriz:
Peygamber (sav) Efendimiz'in bazı namazlarda okumayı tavsiye buyurduğu veya bizzat okuduğu
surelerin, namazda okunmasında kerahet düşünülemez. Kerahet, her namazda hep aynı sureyi veya
ayeti okuyup, onların dışında kalanı okumamaktadır.
604 - Behce Fetvalarından: "Namaz kılan kimse (Asır suresini okurken) ve tevasaf bissabr'de sat
harfinden sonraki be harfini esre ile ve ra harfini de sakin olarak "es-Sabir" şeklinde okusa namazı
fasid olmaz" (H.Ec. 1/11)
Açıklama: Böyle bir okuyuş doğru değilse de namazı bozacak mahiyette görülmemektedir.
605 - Abdürrahim Fetvalarından: "İmam (Fatiha'daki) en'amte kelimesini "en'amce veya "enamhe
şeklinde okusa imamlık yapması caiz olmaz" (H.Ec. 1/11)
HURMET:
Namaz Sonundaki tesbihat
657 - Soru: Mahallemize bir imam geldi. Hiçbir zaman namazdan sonra tesbih çekmiyor. Bunu bir
türlü anlayamadık. Bu hususta bizi aydınlatmanızı rica ederiz.
Cevap: O imamın hangi müessesede yetiştiğini inceleyiniz ve gidip hocasına -veya hocalarına- ve
bir de böylesine vazife veren merciye sorunuz.
658 - Soru: Bazı kişiler, "Bir çekimlik tesbihi ele alıp oynamak günahtır. Fakat otuz iki adet olursa
bir şey olmaz" diyorlar. Bu söz doğru mudur?
Cevap: Bu iddiaların dini ve ilmi bir dayanağı yoktur. Her iki iddia da yanlıştır.
659 - Soru: Tesbih kimden kalmıştır. Bazı kimseler Veysel Karani Hazretleri'nden kalmıştır diyorlar.
Bu iddia doğru mu? Peygamber Efendimiz (sav) zamanında tesbih kullanılıyor muydu, yoksa
parmaklar ile mi bu vazife görülüyordu?
Cevap: Tesbihin Üveys-i Karani Hazretleri'nden kaldığına dair bir rivayete rastlamış değiliz.
Peygamber Efendimiz'in(sav) asrında "tesbih" adı verilen aletin kullanıldığına dair bir beyan yoksa
da, okunan virdlerin çakıl taşı veya çekirdeklerle sayıldığı, Tirmizi'nin Sa'd İbni Ebi Vakkas'dan(ra)
rivayet ettiği Hadis-i Şeriften anlaşılmaktadır. (Riyazü's-Salihin tercememizin 1439 rakamlı Hadis-i
Şerifîne bakınız) Bu hususta şunu ifade etmek isteriz: Tesbihleri parmakla saymak azimet, tesbih
adı verilen şeyi kullanmak ise ruhsattır.
660 - Soru: Namazdan sonra çekilen tesbihleri, elle mi yoksa adı verilen aletle mi saymak evladır?
Cevap: Elle saymak evladır. "Tesbih" adı verilen aleti çekmek de caizdir.
661 - Soru: Cenaze varken, farz namazların peşinde tesbih çekilmiyor. Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Cenazeyi defin hususunda acele etmek gerektiğinden dolayı böyle yapılmaktadır. Tesbih
çekilmesi sünnet, cenaze namazı ise farzdır. Onu öne almak gerekir. Tesbihi daha sonra kendi
kendine çekmek de mümkündür, çekmelidir.
662 - Soru: Abdullah bin Ömer (ra), "Ben, Resulullah'ı (sav) tesbihleri (sağ elin parmakları ile)
sayarken gördüm" diye rivayet etmektedir. Bir de Yasir kızı Humeyda Yüseyre'den, Peygamber'in
(sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: "Sizin üzerinize tesbih, tehlil ve takdis (ifade eden
virdleri okumak) lazımdır. Onları parmakla sayınız. Zira onlar, sahibinin yaptıklarından sorguya tabi
tutulacaklardır. (Şahidlik yapmaları için) sorguya çekileceklerdir. Gaflet etmeyin ki rahmeti
unutursunuz." Bu Hadis-i Şerifler, Peygamber (sav) Efendimiz'in tesbihleri parmak ile saydığını ve
ashabına da parmakla saymalarını emrettiğini açıkça ortaya koyduğu halde, tesbih kullanınca bu
emir ihmal edilmiş olmuyor mu?
Cevap: Okunan tesbihleri el ile saymak daha faziletlidir. Abdullah bin Ömer'den (ra) rivayet edilen
Hadis-i Şerif ve onu takip eden Hadis-i Nebeviden anlaşılan hususu budur. Meseleye "Evlanın
tesbiti" yönünden bakılacak olursa, varılacak sonuç başka türlü olamaz. Tesbih kullanmanın caiz
olup olmadığı yönünde meseleye bakıldığı zaman, Hadis-i Şeriflerle ilgili kitaplar, tasavvufi sahada
yazılmış eserler ve fıkhi kitaplar dikkat süzgecinden geçirildiğinde, tesbih kullanmanın caiz olduğu
görülmektedir. Hatta virdi okuyacak kimse, yanılmaktan ve hata etmekten kendini emin bulmuyorsa
tesbih kullanmanın evla oduğu ifade edilmektedir. Allame Şihab İbni Hacer Hazretleri de böyle
fetva vermiş bulunmaktadır. Evliyaullahın ekserisi tesbih adı verilen aleti kullanmıştır. Cüneyd-i
Bağdadi Hazretleri'nin elinde tesbih görülmüş ve kendisine "Senin gibi bir zat, elinde tesbih mi
tutuyor?" denilmiş. O, "Rabbime ulaştığım bir yolu terk edemem" cevabını lütfetmiş.
İbni Asakir, Tarih'inde tahric etmektedir: Ebu Müslim Havlani Hazretleri'nin elinde bir tesbih
bulunur ve onunla virdlerini okurmuş. Bir gece uykudan kalktığında tesbihin elinde dönmekte
olduğunu görmüş. Tesbihi koluna dolamış, bakmış ki tesbih kolunda da dönmekte ve ondan şu
tesbihat işitilmekte imiş: "Ya münbite'n-nebat, ya daime's-sebat! Bunun üzerine Ebu Müslim,
hanımına hitaben, "Ya Ümm-i Müslim gel, gel? Şu acayip duruma bak" diye seslenmiş. Kadın
geldiğinde, tesbih hala dolaşmakta imiş. Zevcesi oturduğu zaman tesbih durmuş. Okunacak virdin
fazla olması halinde, hata ve yanılma ihtimali galip bulunduğu için, hataya düşmemek maksadı ile
tesbih kullanmanın evla olduğu yukarıda belirtilmiş bulunmaktadır. 5-10 tesbih okuyan kimse için,
bunların sayısını şaşırmak mümkün olabilir. Eslaftan öyle zatlar bilinmektedir ki, okuduğu vird
onbinleri bulmaktadır. Onlardan birkaç misal vererek mevzumuzu zenginleştirmek isteriz. Şöyle ki:
Ebu Hüreyre (ra), oniki bin tesbih okumadan yatağına girip yatmazdı. Ashabtan Ebu'd-Derda (ra),
bir günde yüzbin tesbih okurdu. Halid bin Madan, bir günde kırk bin tesbih okurdu. Bu durumlar
dikkate alınınca, parmaklar ile tesbihi saymanın zorluğu daha açık olarak ortaya çıkar.
Tesbih kullanmakta bir kerahet olsa idi, onu Peygamber Efendimiz (sav) yasaklardı. Yasaklanma
olmamış, sadece fazileti üstün tesbihatın okunması tavsiye edilmiştir.
663 - Soru: Namazların peşinde veya başka zamanlarda tesbih, hamd, tekbir, vird ve zikir okurken
tesbih adı verilen aleti çekmek bid'ad mıdır?
Cevap: Bir şeyin bid'at olması için dinimizde yeri olmaması gerekir. Halbuki Resulullah (sav),
okunan tesbihleri çekirdek veya çakıl taşı ile sayanları gördüğü halde bunu yasaklamamıştır. Men
etmeyişi, tesbih çekmenin takriri bir sünnet olduğunu ortaya koymaktadır. Tesbih kullanmanın
bid'at olduğunu iddia eden kimsenin sözü, ilmi bir esasa dayanmamaktadır.
Hakim ve Taberani, mü'minlerin annesi Safiyye (ra)'den şöyle rivayet etmektedir: "Benim önümde
dört bin çekirdek bulunduğu halde Resulullah (sav) yanıma girdi ve "Ey Huyey kızı, bunlar nedir?"
buyurdu. Ben, "Onlarla (okuduğum) tesbih (leri tadad) ediyorum (sayıyorum)" dedim. Bunun
üzerine "Baş ucuna dikildiğim zamandan beri, ben bundan daha çok tesbih okudum" dedi. Ben, "Ey
Allah'ın Resulü(sav), onu bana öğretiniz" dedim. Resul-i Ekrem(sav), "Sübhaneallahi adede ma
haleka min şey'in" (tesbihidir)" buyurdu.
Peygamber (sav) Efendimiz, zevcesini çekirdekleri kullanmaktan men etmemiş, ancak faziletçe
daha üstün bir tesbihi haber vermişti. Yasaklanmayışı, bunları kullanmada Takrir-i Nebevi
olmaktadır. Bu husustaki misal bundan ibaret de değildir. Sâd bin Ebi Vakkas (ra)'ın rivayet ettiği
diğer bir hadis-i şerif de bu hususu teyid etmektedir. Şöyle ki: Sa'd (ra) Resulullah (sav) ile birlikte
bir kadının yanına girmişler. Kadının önünde çekirdekler veya çakıl taşları bulunuyordu. O, bunlar
ile tesbih ediyordu. Resul-i Ekrem; "Sana bunlardan daha kolay -veya daha faziletli- olanını haber
vereyim mi?" buyurdu. (Sonra) şöyle devam etti: "Gökte yarattıklarının sayısınca Allah'a tesbih
ederim, yerde yarattıklarının sayısınca Allah'ı tenzih ederim, yer ve gök arasındakilerin sayısınca
Allah'ı tesbih ederim. Yarattığı şeyler sayısınca Allah'a tesbih ederim." "Allahu Ekber" de bu
şekilde, "El-hamdülillah" da bu tarzda, "La-ilahe illallah" da bu şekilde "Lâ havle velâ kuvvete illâ
billâh" da bu tarzda okunacaktır.
Bu Hadis-i Şerifde okunan tesbihleri çekirdek veya ufak taşlarla saymanın caiz olduğuna delil teşkil
etmektedir. Zira Peygamber Efendimiz (sav) bunları kullanmayı inkar etmemiş, faziletçe daha üstün
olanı tavsiye etmiştir. Erbabına gizli değildir ki, inkar ve yasaklama ayrı bir iş, daha üstün değerde
olanı tavsiye ayrı bir husustur.
Bir mezheple mukayyed bulunmayan Şevkani, bu Hadis-i Şerifleri tesbih kullanmanın caiz
olduğuna delil olarak göstermektedir.
8 - Soru: Ashabtan tesbih kullanan olmuş mudur?
Cevap: Tesbihin yerini tutan ve okunan virdin tesbitine yarayan şeyleri kullanan olmuştur. Şöyle ki:
a) Sa'd bin Ebi Vakkas'ın (ra), çakıl taşlarını, evradın sayılarını hatırlamada kullandığı ve bu şekilde
tesbihatta bulunduğu rivayet olunmaktadır.
b) Ashabdan Ebu'd-Derda (ra) bir kese içinde Acve hurmasının çekirdeklerini toplamıştı. Duha
namazı kılındıktan sonra bunları birer birer keseden çıkararak okuduğu tesbihleri sayar ve onların
tükenmesine kadar virdine devam ederdi.
c) Ebu Said eI-Hudri (ra) de çakıl taşı kullanarak tesbihatta bulunurdu.
d) Deylemi Müsned-i Firdevs (ra) de Hazret-i Ali (ra)'den merfu olarak "Tesbih ne güzel
hatırlatıcıdır" hadisini nakletmektedir.
e) Ebu Hüreyre (ra), üzerinde iki bin düğüm atılmış bir ipi vardı. Bunlarla tesbihte bulunmadan
önce uyumazdı.
HURMET:
Tilavet Secdesi
665 - Soru: Bir secde ayetinin meali okunduğu zaman secde etmek gerekir mi?
Cevap: İhtiyaden secde etmek lazımdır.
666 - Soru: Bir imam, namazda secde ayetini okusa, secdeyi namazdan sonra mı yapar, yoksa
namazda cemaatle birlikte mi yapar?
Cevap: Namaz içinde yapar. Okuyacağı Kur'an-ı Kerim secde ayetiyle sor buluyorsa namazın
secdesi ile tilavet secdesi de yerine gelmiş olur. Şayet okuması daha devam edecekse secdeye varıp,
tilavet secdesini yapar, daha sonra kalkıp kıraate devam eder.
667 - Soru: İmama uymuş bulunan bir kimse, kendiliğinden secde ayetini okusa secde etmesi vacib
olur mu?
Cevap: Olmaz.
668 - Soru: Cemaatin önünde, namazdan önce, tilavet secdesi bulunan ayeti okudum. Namazdaki
insanların da kim olduğunu bilemiyorum. Bu durumda ne yapmam gerekir?
Cevap: Durumu cemaate ilan edip tilavet secdesi yapmalarını açıklarsınız.
669 - Soru: Kerahet vaktinde namaz kılmanın mekruh olduğunu biliyoruz. Ancak tilavet secdesi
yapılabilir mi?
Cevap: Kerahet olmayan vakitlerde okunmuş bir secde ayetinin secdesi kerahet vaktinde yapılamaz.
Kerahet vakti içinde okunmuş ise kerahet vaktinin çıkmasına tehir etmelidir. Cemaat karşısında
okunduğunda dağılma sebebiyle unutup yapamamaları ihtimal dahilinde bulunduğundan, kerahet
vaktinde okunan ayetin secdesini kerahet vakti içinde yapmak caiz görülmüştür.
670 - Soru: Kitabımız Kur'an-ı Kerim'i okurken tilavet secdelerini okuduğumuz vakit hemen ifa
etmemiz lazım mı, yoksa biraz daha okuduktan sonra yerine getirmemizde bir mahzur var mı?
Cevap: Bir zaruret bulunmadıkça, tilavet secdesinin tehiri tenzihen mektuhtur. Şu hususa dikkat
çekmek isteriz: Namaz içinde okunan tilavet secdesini tehir etmeden ifa etmek vacibtir. Bu secdenin
namaz içinde yapılması ve geciktirilmemesi gerekir. Namaz dışında okunacak ayetin secdesi ise
fevri (acele) değildir. Yani hemen yapılması lazım değildir. Bir zaman sonra yapılması da eda
sayılır. Ancak tehir etmemek evladır.
671 - Behce Fetvalarından: "Tuti (doğan) kuşu, secde ayetini okusa (duyan kimse üzerine) secde
vacip olmaz" (H.Ec. 1/13)
672 - Behce Fetvalarından: "Secde ayetini hecelemek suretiyle okuyan kimse üzerine secde lazım
olmaz" (H.Ec. 1/13)
Açıklama: Secde ayetini, hece hece, "Yes-cü-dû-ne" şeklinde kopuk kopuk ifadelerle okumakla
secde lazım gelmez.
673 - Soru: Radyo veya teypten dinlenen secde ayetleri için secde etmek icap eder mi?
Cevap: İstihsanen tilavet secdesi etmek gerekir. İhtiyata uygun olan yol budur.
HURMET:
Ezan Kaamet - Müezzinlik
674 - Soru: Köyümüzde hususi olarak vazifelendirilmiş bir müezzin yok. Kim olursa bu vazifeyi
yapmaktadır. Ön sırada veya arka sırada yapılıp yapılmayacağı üzerinde münakaşa oluyor.
Müezzinin mutlaka geride oturması şart mıdır?
Cevap: Böyle bir şart yoktur. Yalnız cuma günü iç ezanının "Minber" önünde okunması sünnet
bulunmaktadır.
675 - Soru: Ezanı, caminin içinde okumak mekruh mudur?
Cevap: Etrafa duyurulması bakımından ezanın caminin dışında ve yüksekçe bir yerde okunması bir
sünnettir. Beş vakit namazların cemaatle edasını halka duyurmak bakımından caminin dışında
okunması münasiptir. Münferiden eda veya kaza namazı kılacak kimseler, ezanı, başkasına
duyurmak için değil, sadece kendi namazının sünnetini yerine getirmek maksadı ile okuyacağından
cami içinde okunmasında bir mahzur göremiyoruz. Halka ilan kasdi ile okunan ezan, cuma
namazının dışındaki namazlar için cami içinde okunmaz. (Nimetü'l-İslam, s.54)
676 - Soru: Ezan-ı Muhammediye'yi bir teypten hoparlöre vermek, bu suretle halkı namaza
çağırmak caiz midir?
Cevap: Böyle bir davranış asla ve hiçbir suretle caiz olamaz. Ezan, farz namazlar için sünnettir. Tek
başına namaz kılacak olan bu vazifeyi bizzat kendisi eda eder. Cemaatle kılınacak namazlarda ise,
onlar adına bu işi içlerinden bir münasibi veya vazifeli olan müezzin ifa eder. Bu takdirde
diğerlerinin ezan okumasına ihtiyaç kalmaz. Her iki halde, namaz kılmakla mükellef olan
Müslüman bir erkeğin bizzat ezan okuması icap eder. Teypteki şeyler bir sesin yansımasından
ibarettir. Onunla ezan okunmuş sayılmaz.
677 - Soru: Ezanda iki cümle arası bir sekte ile fasl edilir deniliyor ve şöyle izah ediliyor: "Bundan
ilk tekbirler müstesnadır ki, onun sektesi iki tekbirden sonra olur, yani dört ikiye ayrılır." Bu hususu
açıklar mısınız?
Cevap: Sekte, sesi keserek biraz durmak demektir. Yani "Eşhedü en la ilahe illallah" denilince biraz
durulacak, sonra aynı lafız bir defa daha söylenecek. "Eşhedü enne Muhammeden Resulullah"
denilince gene biraz durup sonra aynı cümle bir defa daha tekrarlanacak. "Hayye alessalah" denilip
biraz durulacak. Bundan sonraki her cümlede bu duraklama gösterilecektir. İlk tekbirlerin bundan
müstesna tutulması, bir tekbir alıp duraklama gösterilmeyecek de iki defa "Allahü ekber, Allahü
ekber" denilip ondan sonra sekte (duraklama) yapılacak. Manalarına dikkat edilirse, cezimle sekte
arasında bir uyuşmazlık yoktur. Cezim, kelimenin sonuna hareke vermemek; sekte ise cümlenin
sonunda sesi kesip biraz duraklamaktır.
678 - Soru: Ezan okuyan kimse, "Hayye alessalah" derken yüzünü sağ, "Hayye alel felah" dediği
sırada yüzünü sola dönüyor. Bunun hikmeti nedir?
Cevap: Ezanda duyurmak ve ilan kasdi vardır. Ezanın lafızlarından da davet mahalli olan bu
cümlelerde yüz sağ ve sola döndürülmektedir. (Nime-tü'1-İslam, l. kısım, 5. 55)
679 - Soru: Ezanı camide mikrofonla okuyup minareye vermek caiz midir?
Cevap: Ezanın yüksek bir yerde okunması, ezanla ilgili bir sünnettir. Bu itibarla mikrofon ile
okunsa bile yine minareye çıkılarak okunmalıdır.
680 - Soru: Ezanda 'Cezm' yapılmayıp geçilmek istendiğinde üstün ile mi, yoksa ötre ile mi
geçilmesi lazımdır?
Cevap: Esasen ezanın meczum olarak okunması gerekir. Bilfarz, vasl edilecek olsa, meftuh (üstün)
olarak vasi edilir. (Nimetü'l-İslam, Kitabü's-Sa-lat, s. 52)
681 - Soru: İstimâu'l-melahi ma'sıyetün ilh. Hadis-i Şerifi izah eder misiniz? "Lezzet alan
küfürdedir" diye biten bu hadise göre lezzetin tezahür şekli hangi halde baliğ olan küfürdür?
Cevap: Sünen-i zevaid kısmına girmektedir.
682 -Soru: Cami içinde ezan okunur mu?
Cevap: Cuma gününde hutbe ezanından başka, cami içinde ezan okunmaz. (Nimetü'l-İslam, l.
kısım, s. 54)
683 - Soru: Ezanın sahih olmasında aranan şartlar kaçtır ve nelerdir?
Cevap: Ezanın sahih olmasının şartı yedidir:
1- Okuyanın Müslüman olması. Gayrimüslimin okuyacağı ezan sahih olmaz.
2- Temyiz (ezan okuyacak kimsenin iyiyi kötüden ayırt edecek durumda) olması.
3- Ezanın kelimeleri arasındaki tertibe riayet edilmesi. Yani bunlardan herhangi birini öne alıp
diğerini arkaya bırakmak sahih değildir.
4- Ezanın kelimeleri arasında tevali. Bu kelimeler arasında uzun bir müddet sükut etmek veya
konuşmak, ezanın sıhhatine zarar verir ve baştan okumak gerekir.
5- Vaktin girmiş olması.
6- Cemaat için okunan ezanın açık okunması. Kişinin kendi nefsi için okuyacağı ezanda açıktan
okunması şart değildir.
684 - Soru: Kaamet getiren müezzin "Hayye alessalah" mı diyecek, yoksa bunların sonuna
"ti"şeklinde bir ibare getirip "Hayye alessalati" mi diyecek?
Cevap: Kelimenin sonunu "cezm" ederek, "Hayle alessalah" demelidir. Çünkü ezan ve ikaamet
cezm ile okunacaktır. (Nimetü'l-İslam, l. ks. s. 52)
685 - Soru: Ezan-ı Muhammedi okunurken selam vermek caiz midir?
Cevap: Ezan okunurken selam vermek doğru değildir. Şayet selam veren olursa ezanın bitmesine
kadar beklemeli, daha sonra "Ve aleykümü's-selam ve rahmetullah" demelidir.
686 - Soru: Cemaat içinde müezzin bulunmazsa, imam olan kişinin hem imamlık hem de
müezzinlik yapmasının caiz olup olmasını beyan ediniz.
Cevap: Müezzin bulunmadığı zaman, imamın kamet getirmesi ve diğer müezzinlik vazifelerini
yapması caiz ve hatta efdaldir. İmam-ı Azam böyle yapardı. (Nimetü'l-îslam, s. 46)
687 -Soru: Ezan-ı Muhammedi'de "Eşhedü enne seyyidena Muhammeden Resulullah" demekte bir
mahzur var mıdır?
Cevap: Böyle bir ilave doğru olmaz. Zira ezanın elfazı, tevkifidir. Gelişi güzel ne ilave, ne de
çıkarma yapılamaz. Bizim dikkat edeceğimiz husus, mana yönünden yakışan elfazı eklemeye
kalkışmak değil, dinimizin esaslarına aynen riayet edip, eksiklik yapmadığımız gibi bir fazlalık da
katmamaktır.
688 - Soru: Kadınlar gizli bir şekilde ikamet getirseler ne lazım gelir? Ne için ikamet getirmezler?
Cevap: Ezan da ikamet de farz namazların eda ve kazasında sadece erkekler için sünnettir,
kadınların gizli olarak ikamet getirmeleri sünnete aykırı (bid'at) olur. (Nimetü'l-İslam, Kitabü's-
Salat s. 59)
689 - Soru: Nimet-i İslam adlı kitapta ezan ve ikamet hususundaki Hadis-i Şerifte (Cezm)
kelimelerinin anlamının ne demek olduğunu beyan eder misiniz?
Cevap: "Cezm" demek, cümlelerin sonuna hareke getirmeyip, yani "Allahü Ekberu" şeklinde
okumayıp "Ekber" tarzında bitirmek demektir. (Nimetü'l-îslam, s. 52)
Allahü Ekber, Allahü Ekber
Eşhedü en lâilahe illallah
Eşhedü enne Muhammeden Resulullah
Hayya alessalah
Hayya alel felah
okunuşları gibi.
690 - Soru: Cemaatle farz namaz kılınan bir camide başka bir kimsenin farz kılması halinde tekrar
kaamet getirmesi gerekir mi?
Cevap: Gerekmez. Çünkü, bir camide kılınacak bir vakit namaz için bir ezan ve bir de kaamet
meşru kılınmıştır. Bunlar da eda edildiğine göre, kılınacak diğer namazlar için ezan ve kaamet
gerekmez. (Nimetü'l-İslam, l. kısım, s. 61)
691 - Behce Fetvalarından: "Kadınlara ezan ve ikaamet lazım değildir" (H. Ec. 1/8)
Açıklama: Farz namazların edası ve kazası için ezan ve ikaamet erkekler için sünnettir. Kadınlar bu
hükmün dışında tutulmuşlardır.
692 - Abdürrahim Fetvalarından: "Müezzinin, tekbirlerde "Lahn ve teğanni" etmesi caiz olmaz"
(H.Ec. 1/14)
Açıklama: Lahn, irabta hata etmek ve değiştirmek manalarına gelmekte; teğanni ise, şarkı
söylercesine nağmeler yapmak anlamını ifade etmektedir. Bir müezzinin, ezan okuduğu sırada bu
gibi lüzumsuz şeylere heveslenmesi caiz değildir.
693 - Behce Fetvalarından: "İmama uyan bir müezzin, cemaate ilan için, yüksek sesle tekbir alsa
namaza zarar vermez" (H.Ec. 1/10)
Açıklama: Müezzinin yaptığı bu işe "tebliğ" denilmektedir. Cemaat çok olduğu sırada yapılabiir. Bu
hizmeti görecek kimse, aldığı tekbirleri, sadece ilan maksadıyla almamalı; iftitah tekbiri veya intikal
tekbiri olarak almalıdır. Bu tebliği yapacak kimse tekbir ve selamları aynen ve açıktan söyler.
Sadece rükudan kalkar iken "Rabbena leke'l-hamd" der.
HURMET:
Cemaatle namaz
694 - Soru: Ezanı işitip camiye gidemeyenler hemen namaza başlayabilirler mi? Söylenene göre
kadın kılabilir, fakat erkekler kılamazmış. Doğru mu?
Cevap: Bu hüküm, beş vakit namaz için değil, cuma namazı için geçerlidir. Kendisine cuma namazı
farz olan bir kimsenin mazereti olsa, hastalığı bulunsa cuma namazı kılınmadıkça öğle namazını
kılması mekruhtur. (Büyük İslam İlmihali, Namazla ilgili bölüm 200. madde)
695 - Soru: Camimizin arkasındaki yol, bir metre derinliktedir. Cuma ve bayramlarda cemaatin
oradan imama uyması sahih ve caiz olur mu?
Cevap: İmamın cemaatten en az bir arşın veya daha yüksek bir yerde tek başına durması, cemaatin
de aşağıda kalması halinde kerahet varsa da imamın yanında cemaatten bazı kimselerin bulunması
halinde bu kerahet kalkmaktadır.
696 - Soru: Evinde sabah namazının farzını kıldıktan sonra, aynı günün sabah namazını cemaat
olarak kılmak için bir imama sabah namazında tekrar uyulabilir mi?
Cevap: Bir farz kılındıktan sonra, farz niyetiyle ikinci bir defa cemaatle kılmak doğru değildir.
Ancak, bazı farz namazların kılınmasından sonra cemaat olarak namaz kılanlara nafile namaz
niyetiyle uyulabilirse de, bu hükümden sabah, ikindi ve akşam namazları müstesnadır. Ancak öğle
ve yatsı namazlarının farzlarını kılmış bulunan bir şahıs, bu namazları kıldırmakta bulunan bir
imama (nafile niyetiyle) uyabilir.
697 - Feyziye Fetvalarından: "Kadınların beş vakitte camiye gitmelerinde -fi zemâninâ- kerahet
vardır" (H.Ec. c. 1/12)
Açıklama: Kadınların gerek gidiş-gelişte, gerekse mescidde bulunurken dini hükümlere riayet
edemeyeceklerini dikkate alan İslam uleması, "Zamanımızda" ve "Beş vakitte" kayd-i
ihtirazileriyle, kadınların her namazda cemaate gitmelerini kerahetten hali görmemişlerdir.
Evet, saadet asrında kadınların beş vakit namaza ve hatta cuma ve bayram namazlarını katıldıklarını
beyan eden haberler vardır. Lakin, Peygamber Efendimiz'in aralarında bulunduğu bir cemaat, İslami
nurlar ve kalbi feyizler içinde yüzmekteydi. Dini hükümlerde gevşeklik ve ihmal göstermeleri şöyle
dursun, İslami vazifelerde yarış ediyorlardı. Zamanımız halkı, onların gösterdiği dini gayreti aynen
muhafaza edemediği ve gerekli hassasiyeti gösteremediği için kerahet hükmü verilmiştir.
698 - Soru: İmamdan sonra tekbir aldığımızda imam, Fatiha veya zammı sureyi okurken biz
"Sübhaneke"yi okuyabilir miyiz?
Cevap: İmam Fatiha'yı açıktan okumakta ise onu dinlemek gerekir. Sübhaneke okumayı terk ederiz.
Şayet imam, gizli okumakta ise Sübhaneke'yi okuruz. (Aynı eser, madde 311-323)
699 - Soru: İmam olan bir zat, dört rekatlı bir farzda, üçüncü rekatte selam verse ne lazım gelir?
Cevap: Cemaatin, bu imamı "Sübhanellah" diyerek uyarması gerekir. İmam durumu düzeltir ve
namaza devam ederse, selamdan sonra sehiv secdesi yaparak namazı tamamlamış olur. Zira üçüncü
rekat, selamın mahalli olmadığı için namaza bir zarar gelmez. Ancak, vacib olan selamı takdim
ettiğinden dolayı sehiv secdesi gerekir. Her meselenin vukuu şeklinde kitaplarda bir bahis
bulunmayabilir. Fakat umumi kaideleri gözden geçirip, bunun hangisine uyduğunu ve hangi kaide
ile meselenin halli cihetine gidileceğini düşünüp ona göre hareket edilir. Şayet bahsi geçen imam,
üçüncü rekatta zamansız olarak verdiği selamdan sonra namaza dönmeyecek olursa cemaatin
namaza kendi başına devam etmesi mümkün değildir. Zira bir namazda hem imama uyma hem de
tek başına namaz kılma şekli toplanamaz.
700 - Soru: İmam, tek cemaatle mihraba geçebilir mi?
Cevap: Cemaat tek kişi olursa imamın sağına, birazcık sağ gerisinde durur. Bu durumda mihraba
geçmesi doğru olmayacağından geri tarafa durması uygun olur.
701 - Soru: Bir imam namazı kıldırıp çıktıktan sonra, aynı vakitte ikinci bir cemaat toplanıp
içlerinden birini imam yapsalar, o kimse imamın sarık ve cübbesini giyerek mihrapta namaz
kıldırabilir mi?
Cevap: İkinci olarak kılınacak namazın, mihraptan başka bir yerde eda edilmesi icap eder. Ancak
sarık ve cübbeyi giymekte bir mahzur yoktur.
702 - Soru: Bir kimse imamdan önce rükua varsa namazı hakkında hüküm nedir?
Cevap: O kimsenin imamdan önce rükua gidişi, imamın namaz caiz olacak kadar okumasından
sonra vaki olur ve o rükuda iken imam ona yetişirse, rükuda her ikisi ortak olduklarından dolayı,
namaz sahih ise de, imamdan önce rükua gittiği için mekruh olur. Şayet o kimse, imamın namazı
caiz olacak kadar okumasından önce rükua gitmiş veya imam, o rükuda iken yetişmemiş ise, o
kişinin namazı sahih olmaz.
703 - Soru: İmam, secdeyi uzatmış olduğundan dolayı, ona uyan bir kimse başını secdeden kaldırsa
ve imamın secdede olduğunu görünce tekrar secdeye varsa, namazın hükmü nedir?
Cevap: İmam secdede iken ona uymuş kimselerden birinin, sorunuzdaki tatbik şekli ile iki defa
secde etmesi, o kimsenin ikinci secdesi için yeterli değildir. İmamla birlikte tekrar secde etmesi
gerekir. (Nimetü'l-İslam, Namazla ilgili bölüm, s. 487)
704 - Soru: İmam, imam olmaya niyet etmediği zaman kadının ona uyması sahih olur mu?
Cevap: Olmaz. İstanbul gibi büyük şehir cami imamlarının, arkasına her zaman kadın cemaat
geleceği düşünerek "Ene imamün limen tebeani" demeyi ihmal etmemeleri yerinde bir hareket olur.
705 - Soru: İmama uymuş bir kimse, rükuda üç defa "Sübhane Rabbiye'l-azim"i tamamlayamadan
imam başını kaldırırsa ona uyan kimse ne yapar?
Cevap: O da başını kaldırıp imama tabi olur.
706 - Soru: İmama uyan kimse, ikinci oturuşta tehiyyatı tamamlamadan önce imam selam verecek
olsa muktedi nasıl hareket eder?
Cevap: Önce tehiyyatı bitirir, sonra selam verir. Zira namazın hürmeti kendisi hakkında bakidir ve
tehiyyat ile selam verme vaciblerinin bu suretle toplanması mümkündür.
707 - Soru: İmam olan kimse, yalnız kadın cemaate namaz kıldırabilir mi?
Cevap: Evet, kıldırabilir. Şayet bu imama uyan kadınlar, o kimsenin akrabası, ailesi ve kızı gibi
yakınları değilse, dedikodu ve fitneye sebep olmaması için kadınların perde gerisinde olmaları
münasip olur.
708 - Soru: Bir kimse imam olup hanımına farz namazları kıldırabilir mi ve bir odada kılmalarında
bir mahzur var mı?
Cevap: Bir erkeğin imam olup karısına namaz kıldırmasında hiçbir mahzur yoktur.
709 - Soru: Bir kimse, camide, farzı kendi başına kılmak için namaza başladıktan sonra, bu namaz
cemaatle kılınmaya başlansa, kendi başına namaz kılan, başladığı namazı bozacak ve imama uyacak
diyorlar. Bu doğru mu?
Cevap: Namazı bozmayı mubah kılan bir sebep veya özür olmaksızın, başlanmış bir namazı
bozmak haram ise de, sualinizde anlattığınız şekil, eski bir camiyi yenilemek için yıkmak
kabilinden bir hareket olmakta ve namazı bozup imama uymak müstehap bulunmaktadır.
Cemaatle namaz kılınan bir camide, vaktin farzını tek başına kılmaya başladıktan sonra, aynı farz
cemaatle kılınmaya başlansa, imam iftitah tekbirini aldığı zaman, kendi başına namaz kılan kimse
henüz secdeye varmamış ise hemen namazı keser ve imama uyar. Bu, namazı sevap yönünden daha
kamil halde eda için olmaktadır. Kıldığı rekatı secde ile tamamlamış ise, farzın dört rekatlı olup
olmamasına göre hüküm de değişik olmaktadır. Şöyle ki: Kıldığı farz namazı ise, bir rekatı
tamamlamış olduğuna göre, diğer rekatı da kılacak olsa farz tamam olacağından, cemaati kaçırmış
olacaktır. Sabah namazının farzından sonra nafile kılmak mekruh olduğu için, imama nafile olarak
uymak mümkün olmayacaktır. Bu sebeple, kıldığı ve secde ile kayıtladığı iki rekatı, bir selamla
yarıda kesip imama uyar. Bir rekatını tamamladığı akşam namazı ise, ona ikinci bir rekat ilave
etmeden namazı selamla kesip uyar. Zira, bir rekat daha kıldığı takdirde namazın ekserisi kılınmış
olacağından ve ekseriyet için hükmü kabul olduğundan, cemaati kaçırmış olacaktır. Bu sebeple tek
rekattan ayrılıp imama uyar. Kılınacak namaz dört rekatlı ise, namaz kılan, kıldığı ve secde ile
tamamladığı birinci rekata bir rekat daha ilave eder ve tehiyyatı okuyup selam verir ve farzı kılmak
üzere imama uyar. Önceki iki rekat nafile olur. Eğer üç rekat kılmış haldeyken farz kılınmaya
başlansa, kendi namazının ekserisi kılınmış olduğu için dörde tamamlar. Eğer kılınan namaz öğle ve
yatsı ise, nafile olarak imama uyabilir. İkindi namazı ise, imama nafile niyeti ile uyamaz. Çünkü
ikindi namazının farzını kıldıktan sonra nafile kılmak mekruhtur. Namaz kılan bu kimse, dört rekatlı
farzın üçüncü rekatma kalkmış ve henüz üçüncü rekatın secdesine varmadan önce o farz için
ikaamet olunmuşsa, ayakta iken veya oturuverip selam verir ve imama uyar. Kıldığı iki rekat,
kendisi için bir nafile olur. Şayet namaz kılanın başladığı farz değil de nafile bir namaz ise, onu iki
rekata tamamlayıp selam vermedikçe namazı kesemez. Şayet o farz, cenaze namazı ise ve nafile ile
meşgul olduğu takdirde bunu kaçıracak ise, iki rekatı tamamlamadan kesip imama uyar. Çünkü
cenaze namazının yerini tutacak başkaca bir namaz yoktur. Yukarıda kestiği nafileyi sonra kaza
etme imkanı vardır. Öğle namazının sünnetini kılmaya başladıktan sonra farz için kaamet getirilse,
sünneti iki rekata tamamlayıp tehiyyatı okuyup selam verir, sonra imama uyar. Öğlenin farzından
sonra ilk sünneti dört olarak kılar ve son sünneti de ayrıca kılar. Bu uygulama ikindi sünneti
kılarken olsa, ikindinin farzından sonra sünnet kılmak mekruh olduğundan, farzdan sonra sünnet
kaza edilmez. Yatsı namazından sonra bir engel bulunmadığı için, sünneti kesip de farza durulmuş
ise, yatsının farzından sonra sünneti kaza etmekte bir mahzur yoktur.
710 - Soru: Bir kimse camiye geldiğinde müezzinin ikamet etmesi zamanı ise ise sünnete
durmasında bir mahzur var mıdır?
Cevap: Kerahet vardır. Kişi camiye gittiği zaman müezzinin ihlas okuduğunu ve umumi durum
itibariyle farza başlanacağını anlayınca sünnetle meşgul olmayıp imama uyması gerekir.
711 - Soru: İmam farza başladığı sırada camide bulunan kimse, farzı kaçırma korkusu yoksa
sünnetle meşgul olabilir mi?
Cevap: Bu kimsenin, caminin içinde sünnet kılmakla meşgul olmayıp hemen imama uyması gerekir.
Cami dışında ise rekatı kaçırma korkusu olduğundan yine imama uyar. Bundan sabah namazının
sünneti müstesna bulunmaktadır. Onu kılmak gerekir. Sabah namazının sünneti ile meşgul olurken
farzı kaçırmaktan korkarsa sünneti terk edip imama uymak gerekir. Çünkü sabah namazını cemaatle
kılmanın sevabı, sabah namazının sünnetinden daha fazladır.
712 - Soru: Bir kimse camiye girdiği zaman imamı kade-i ahirede bulsa ona uyması gerekir mi?
Halbuki farzı bitmiş durumdadır.
Cevap: Cemaatin faziletine yetişmek başka bir iş, cemaate yetişmek ayrı bir iştir. Bu itibarla, imamı
kade-i ahirede bulan kimse, ona uyarsa cemaat sevabına erişir.
713 - Soru: İmama uyan kimse, imamdan önce rükudan veya secdeden başını kaldırmış olsa ne
yapması gerekir?
Cevap: Geri dönmesi gerekir. Çünkü imamdan önce başını kaldıran kimse, kendi başına hareket
etmekten çekinmelidir. Geriye dönmekle rükuu iki, secdesi üç olmuş sayılmaz.
713 - Soru: İmama uyan kimse kade-i ahirenin dua ve salevatlarını tamamlamadan imam selam
verecek olsa bu kimse ne yapar?
Cevap: İmama uyması vacib olur, salevat ve duaları okuması ise sünnettir. Bunlardan birini
terketmek zorunda kalan için sünneti terk, vacibi terkten ehven olduğundan onları okumakla meşgul
olmayıp imama tabi olarak selam verir.
714 - Soru: İmama uyan kimse, rüku veya secde tesbihlerini üçe tamamlamadan imam başını
kaldırmış olsa, o kimse nasıl hareket etmelidir?
Cevap: İmama tabi olacaktır. Tesbihleri tamamlayıvermesini söyleyen de vardır.
715 - Soru: İmam, selam verip farzdan çıktıktan sonra son sünneti nerede kılmalıdır?
Cevap: Kendisine nisbetle sol tarafa çekilerek orada kılması müstehabtır. Onun sol tarafı mihrabın
sağı olmaktadır. Böylelikle o sağını tercih etmiş bulunmaktadır.
716 - Soru: İmam namazı bitirince mihrapta yüzünü ne tarafa dönmelidir?
Cevap: Kendisinin karşısındaki cemaatten namaz kılan varsa, ona yüzünü dönmüş olmamak için
sağını veya solunu kıbleye çevirmek suretiyle oturmalıdır. Şayet o kimse ile imamın arasında
oturmakta olan bir kimse varsa, imamın cemaate dönmesinde bir mahzur kalmaz. Namaz kılan
böyle bir kimse yok ise, o zaman yüzünü cemaate dönmesi münasip olur. Bununla beraber yüzünü
sağa veya sola çevirmesinde de bir mahzur bulunmamaktadır.
717 - Abdürrahim Fetvalarından: "İmamın tekbirinin işitilmesi için müezzinin tekbirine ihtiyaç olan
bir yerde, müezzin (imama) uymayarak, sadece ilan maksadı ile iftitah tekbirini alıp daha sonra
iktida etse, dışardan müezzinin tekbirine iktida edenlerin namazları sahih olmaz" (H.Ec. 1/11)
Açıklama: Müezzinin ilan için aldığı tekbire uyulamaz. Zira kendisi namaza başlamadıkça, namazın
dışında kabul edilir. Namaz kılanın, namazda olmayana tabi olması, ibadetini ifsad eder. İmamın
sesi, mevcut cemaat tarafından duyulmuyorsa müezzin tarafından tebliğ yapılır; imamın sesi
duyulduğu takdirde tebliğde kerahet vardır.
718 - Feyziye Fetvalarından: "Yağmur duasında, cemaatle kılınacak sünnet bir namaz yoktur"
(H.Ec. 1/13)
Açıklama: Bu fetva, yağmur duasında tek başına nafile namaz kılmayı engellemiş değildir.
"Cemaatle kılınacak" ve "Sünnet" olarak ifa edilebilecek bir namazın olmadığını beyan etmektedir.
719 - Abdürrahim Fetvalarından: "Camii şerifin içinde (cemaatle) namaz kılındıktan sonra "ikinci
bir" cemaatle namaz kılmakta beis yoktur" (H. Ec. 119)
720 - Abdürrahim Fetvalarından: "Diğer bir mahallenin mescidinde namaz kılmaktan kendi
mahallesindeki mescidde namaz kılmak evla olur" (H.Ec. 1/8)
Açıklama: Bir kimsenin evi camiye uzak olsa bile cemaate devamdan kalmamalıdır. Bu uğurda
atılan her adım ile bir hatanın bağışlanacağı ve bir de sevap verileceği müjdelenmiştir. Ancak,
kişinin evine yakın olan camiye gitmesi, sevap bakımından uzaktaki camiye gitmesinden evladır.
721 - Abdürrahim Fetvalarından: "Camiye (açılan) penceresi bulunan bir odadan, kadınların
camideki imama uymalan sahihtir" (H.Ec. 1/11)
722 - Abdürrahim Fetvalarından: "Gizli okunan namazlarda, imama yakın olan birkaç kişinin
imamın okumasını duymaları ile cebir (açıktan okuma) yapmış sayılmaz" (H.Ec. 1/14)
723 - Abdürahim Fetvalarından: "İmam tekbir almadan secdeye varsa, cemaat secdeye
vardıklarında tekbir alırlar" (H.Ec. 1/14)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
HOŞ GELDİNİZ |
|
|
|
|
|
|
|
Facebook beğen |
|
|
|
|
|
|
|
NAMAZ VAKTİ |
|
|
|
|
|
|
|
TAKVİM |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
.................................
|
|
|
|
Bugün 6 ziyaretçi (9 klik) kişi burdaydı! |