Böyle bir özetten sonra baslikla ilgili soruya dönelim:
Madem ki, esas olan Kur'an-i Kerim ve onu açiklayan sünnet-i seniyyedir, öyleyse bir müslümanin ille de "Dört îmam"dan birim taklid etmesi ve Kitab'a-Sünnet'e degil de onun görüslerine uymasi sart midir? Böyle bir somya cevap olarak söyleyecegimiz ilk sey; onlara uymanin Kitap ve Sünnet'e uymakdan baska bir sey oldugu izlenimim vermenin, yanilgi ya da yaniltmaca oldugudur. Çünkü onlara uymak ve onlari taklid etmek, Kitap ve Sünnet karsisinda onlarin görüslerim benimsemek demek degil. Kitap ve Sünnete onlarin yorumu ve anlayisi ile baglanmak demektir. Tabi olunan yine Kitap ve Sünnet'tir. Herkesin Kitap ve Sünneti yeterince bilip kavramasi zor (imkansiz degil) oldugundan herhangi bir büyük imami (müctehid!) taklid etmek, pratik anlamda (dini anlamda degil) vacip, yani gerekli görülmüstür. Ancak bu gerekliligi dini anlamda "farz" görme yanilgisina da dikkat çekmek gerekir. Çünkü bir seyin farz ya da haram olduguna hüküm verme hakki sadece Allah'a ve O'nun, kendi adina hüküm koyma yetkisi verdigi Resülüne aittir. Bu konuda genel kabul gören görüsün özeti sudur:
Esas olan. Sünnet dogrultusunda Kur'an'i Kerim'e uymaktir. Bu yoldan baska bir yolun oldugunu söylemek ve bu yolu herhangi bir kimseye kapatmak mümkün ve insanlarin yetkisinde degildir.Ancak herkesin her konuda ilgili ayet ve hadisleri ve anlamlarim, nasih ve mensuh olanlarim, çeliskili hadîslerin ve öyle görülen ayetlerin aralarim bulmayi, icma yapilan konulan bilmesi ve bunlardan, rehbersiz olarak istifade etmesi de mümkün degildir. Öyleyse Kitabi ve Sünneti yasamada bir mezhep imamim rehber edinmesi gereklidir ve bunun Dört mezhepten biri olmasi konusunda da adeta icma vardir. Çünkü belli bir dönemden bize sihhatli olarak aktarilan içtihatlar onlarin içtihatlaridir. Bu, onlarin herhangi bir meselede bu dört görüs mecmuasinin disinda bir görüsün olamayacaginda ittifak yani icma etmeleri anlamina gelir ki, fikih usülünde de "mürekkep icma" tabir diye edilir. Îcma ise genel kabul gören görüse göre baglayici bir delildir. Bu, elbette onlardan sonra ortaya çikan meselelerde içtihat yapmama ve onlarin görüslerinin delillerini arastirip güçlü olanina uymama anlamina gelmez. Hatta onlarin ittifaki örften kaynaklanmis ise ve bu örf de degismis ise, onlarin ittifak ettikleri görüsün aksine görüs de ortaya çikabilir.
Ancak sunu itiraf etmeliyiz ki, herkesi rehbersiz olarak Kitab'a ve Sünnet'e gönderme hatasina düsüren sebeplerden biri de, hiç bir mezhebin ve mezhep imaminin kabul etmedigi "mezhep taassubu" olur. Herseyden önce bilmek gerekir ki, mezhepler birer din degil, Allah'in kelamim anlamaya götüren yollardan ibarettirler. Sahislar birer mezhebe bagli olabilirler, olmalidirlar ama Islam'da mesela, Hanefi devleti Safiî devleti vb. olmaz. Islam devleti olur ve devlet kamu yararim hesap ederek hangi mezhebin görüsü uygunsa onu alir, uygular. Maalesef mezhepler zaman zaman birer din gibi görülmüs, "mezhebimizin görüsüne uymayan naslari mensuh sayariz ya da uyacak sekilde te'vil ederiz" denebilmis, Hanefi olan bir erkegin Safiî bir kizla evlenemeyecegi söylenebilmis, bir mescide dört ayri mihrap dikilip Islam cemaati bölünebilmis ve ne yazik ki, kiyida kösede de olsa, mezhepler arasi kavgalar görülebilmis ve bir mezhepten öbür mezhebe geçmek, ya da digerinden bir hüküm almak dinden çikmakla esdeger görülebilmistir. Bunlar elbette hiçbir zaman genel kabul halini almamistir. Ama az da olsalar bir baska ifratin çikmasina sebep olmuslar ve mezhepleri hiç tanimayan bir diger ucun dogmasina sebep olmuslardir. Halbuki, bu konuda en makul ölçü sudur:
Bir mezhepten digerine geçis, ya mukallidin muhtaç oldugu bir meselede o mezhebin görüsünü taklid etmek seklinde olur ki, bunda bir beis yoktur ve caizdir.
Ya mezheplerin kolay taraflarim arastirmak ve ihtiyaç yokken sirf nefsinin arzusuyla isine gelenleri almak seklinde olur ki, bu caiz degildir. Çünkü bu bizi, kabul edilmeyen telfike ve "mürekkep icma" ile caiz olmadiginda ittifak edilen sonuçlara götürür. Ancak bunu yapani dahi dinen la'netlememiz mümkün degildir. Yaptiginda degil, yaptiginin sonucunda hata vardir.
Ya da bir meselede arastirma ve içtihat sonucu olarak ortaya çikar. Bu durumda arastirici bu makama, yani müctehitlerin delilleri arasinda tercih yapabilme makamina ehil ise ve tarafsiz ise bunda da bir beis yoktur. Degilse bu da caiz olmaz denmistir.
Hatta "avamin mezhebi yoktur" esasinca, avamdan olan birisi, ilk defa önüne çikan herhangi bir meselenin hükmünü herhangi bir müctehid imama soruyormus gibi, herhangi bir mezhepten alabilir ve artik ona göre yasar. Elbette bu görüsleri daha genis ve daha dar tutanlar da vardir. Ama en güzeli "orta yol"u izlemektir.
Özetlersek: Herkes için aslolan yaptigi hareketin gerekçesini (delilini) bilmek ve sünnetin açiklamalari dogrultusunda Kur'an-i Kerim'e göre yasamaktir. Allah, "ölen de bir delille olsun, yasayan da bir delille yasasin" buyurur.
Dolayisi ile bir mezhebe bagli olarak yasamak dini anlamda bir farz degildir ama kolaylik esasina göre pratik anlamda bir farzdir.
Mezhepler sayesinde sünnetin her çesidi uygulama alani bulur ve Islam'in her yere ve zamana göre yasanabilen bir din oldugu ortaya konulmus olur.
Bir mezhebe göre yasama sayesinde Islam toplumunda birlik, ahenk, tecanüs ve ittifak olusur, toplumun ömrü uzun olur. Osmanliyi belki bununla izah edebiliriz.
Mezhep, Kur'an'da ve Sünnette bulunup açik olmayan, ya da hiç bulunmayan konular hakkindaki görüs demek olduguna göre, "dört mezhep de nereden çikti?" deyip herkesi güya Kur'an'a ve Sünnete göndermek aslinda dört degil, dörtyüz milyon mezhep kabul etmek demektir. Çünkü hersey Kur'an'da bulunsaydi zaten mesela olmazdi. Bu yüzden, yukarida da isaret ettigimiz gibi, mesela Hanefi Mezheb'ine bagli yasamak, Kur'an'i ve Sünneti birakip Ebu Hanife'ye uymak demek degil, belki Kur'an'i ve Sünneti onun anlayisi ile kabullenmek, yani Kur'an'a ve Sünnete Ebu Hanife penceresinden bakmak demektir.
Tek bir konuda Resulullah Efendimizden degisik uygulama ya da takrirler bulunabildigine göre, tek bir mezhebin bulunmasini istemek. Sünnetin bir kismim budamak demektir. Halbuki buna bizim hak ve yetkimiz yoktur.
Sünnetin bu degisik uygulamalarina göre bazan degisik görüslerden olusan mezhepler bir zenginlik ve kolaylik sebebi olmuslardir. Çesitli zaman ve zeminlere göre birisinde tikanan yol digerinde devam ettirilebilmektedir.
Öyle ise:
Islam'in bir alternatif güç olarak kendisini gösterme kabiliyetinde oldugu günümüze benzer zamanlarda, müslümanlarin meselesi mezheplerin mesruluk ya da gayri mesrulugunu tartisma olmamalidir. Böyle zamanlarda bu meseleler kasitli olarak körükleniyor ve müslümanlarin birbirleriyle ugrasmalari ve dagilmalari saglanmis oluyor olabilir. Bu, Müslüman'larin bir iç meselesidir ve hariçte ugrasacak meseleleri kalmayinca bunu kendi aralarinda tartisabilirler.
Kaynak: Dr. Faruk Beser, Fikih Penceresinden Sosyal Hayatimiz I