NUR-U İSLAM
ES-SALAH  
  ANA SAYFA
  KUR'AN-I KERİM DİNLE
  PEYGAMBERLER TARİHİ
  E-RİSALE
  İSLAMİ SİTELERİ
  RİSALE-İ NURDAN DAMLALAR
  => ZENDEKAYA BAŞEĞMEMEK VE DEHALET ETMEMEK
  => ORDU VE ASKER
  => ANARŞİ-TERÖR VE BÖLÜCÜLÜK
  => 7 MEKTUP
  => Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere’
  => BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ'DEN TAVSİYELER
  MIZRAKLI İLMİHALİ
  SORULARLA İSLAMİYET
  FUTUHUL GAYB
  Abdulkadir   Geylani
  FIKHİ MESELELER
  EBUSSUUD FETVALARINDAN SEÇMELER
  HADİS KÜLİYATI
  VİDEOLAR
  KUR'AN-I KERİM
  www.saint-coran.net
  CEVŞEN'ÜL-KEBİR DİNLE
  3D MEKANLAR
  PRATİK BİLGİLER
  İLAHİ KLİPLERİ
  Foto Galeri
  İLETİŞİM
  Ziyaretçi defteri
  ŞİFALI BİTKİLER
  ŞEYTANIN HİLELERİ(VİDEO)
  KABİRDEN MEKTUP(VİDEO)
  AHİRETTEN MEKTUP(VİDEO)
  TAHİR BÜYÜKKÖRÜKÇÜ HOCA VAAZLARI
  FETVALARı
  YAHUDİLİĞİN KANLI YÜZÜ

----------

SALAHADDİN ŞİMŞEK salah06@windowslive.com ÖNERİ VE İSTEKLERİNİZ İÇİN

----------

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&GAZETE MANŞETLERİ &&&&&&&&&&&&&&&& &&&&&&&&&
ANARŞİ-TERÖR VE BÖLÜCÜLÜK

ANARŞİ-TERÖR VE BÖLÜCÜLÜK

SEBEB VE ÇARELERİ

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ 1

1971 ANARŞİSİNDEN GAYBÎ İHBAR 2

1997’Lİ YILLARA DİKKAT! 2

DECCALİYET YAŞAYIŞ TARZINI DEĞİŞTİRİR 3

ANARŞİYE VE ÇATIŞMALARA SEBEB OLAN BİR TEHLİKE DE MENFÎ MİLLİYETÇİLİKTİR 4

TÜRK ORDUSU VE TÜRK MİLLETİ 7

İKİ TEHLİKELİ ANLAYIŞ 8

BÖLÜNME TEHLİKESİ 8

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNE YAPILAN IRKÇILIK İTHAMI VE ONUN CEVABI 10

TÜRK OLMAYAN TÜRKÇÜLER 10

RESMÎ VAZİFEDARLARIN DİKKATİNE! 13

İKTİSADÎ MES’ELELER 14

ANARŞİ VE BÖLÜCÜLÜGE KARŞI ÇARELER YARDIMLAŞMA İHTİYACI 15

KOMÜNİZMİN KARŞISINDA RİSALE-İ NUR 16

İSLÂMİYETTEN ÇIKAN BİR MÜSLÜMAN, ANARŞİST OLUR 17

CHP’YE MEKTUP 18

ANARŞİ VE DİNSİZLİĞE KARŞI KOYACAK, ANCAK İTTİHAD-I İSLÂM KUVVETİDİR 18

RİSALE-İ NUR’UN İKİ MÜHİM VAZİFESİ 19

RİSALE-İ NUR MESLEĞİNDE ŞEFKAT VE ASAYİŞİ MUHAFAZA 19

İSTİKBALDE ÂLEM-İ İSLÂM 19

GİRİŞ

Gerek Türkiye’de ve gerek beşer âleminde dehşetini artıran anarşiliğin bahsi yapılmazken,

Bediüzzaman Said-i Nursî Hazretleri, cemiyet hayatında anarşiyi netice verecek sebebleri, Kur’an

nuru ile görmüş ve gençliğinden tâ hayatının sonuna kadar, bu anarşi âfeti ve tehlikesinden ısrarla

haber vermiş, ikaz etmiş ve tedbirlerini göstermiştir. Bugün de eserleriyle aynı ikazatı ve ıslahatı

devam etmektedir.

Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde anarşinin asıl sebeblerini ortaya koymuş ve bu sebeblerin

kaldırılmasıyla ancak anarşinin önlenebileceğini, aksi halde anarşinin giderek dehşetleneceğini

ısrarla beyan etmiştir.

Millî ahlâkı bozan sefahete medeniyet ismi verilerek cemiyete aşılanmaya çalışılması; Avrupaî

hayat tarzına ve âdetlerine yani bid’atlara revaç verilip şeair-i İslâmiyenin zedelenmesiyle vicdan-ı

umumiyenin bozulması; Komünizm ve Masonluk gibi cereyanların millî ahlâka ve manevî değerlere

darbe vuran materyalist ve natüralist fikirlerinin neşrinde serbestlik kazandırılması ve buna

karşı Kur’anî ve imanî telkin ve neşriyatın resmen terviç edilmesi gerekirken aksine tahdid ve

engeller konulması; ırkçılık fikrini uyandırıp o çeşit hislerin tahrik edilmesi; faizciliği esas alıp

zekâtın terkedilmesi gibi sebeblerle fakir–zengin sınıflarının mübarezelerine yol açılması;

emperyalist ecnebi zihniyetin müdahale ve tahakkümlerine karşı en kuvvetli mukabele gücünün

esasını teşkil eden İslâm birliğine sırt çevrilmesi; tarafgirliğe ve mücadeleye dayanan ve milleti

muhasım gruplara ayıran ve ipleri ecnebi elinde olan menfî siyasetin canlandırılmasıyla millî

uhuvvetin ve kuvvetin zayıflaması ve devlet gücünün zedelenmesi gibi büyük hataların teşhisi ve

tedavi çarelerinin önemli bir kısmı toplanmıştır.

Bu parçalarda mezkûr mes’elelerden birkaçı içiçe bulunduğundan, bahisler kitapta serpilmiş gibidir.

Başlıklarla yapılan sınıflama, galip mânaya göredir.

Bediüzzaman Hazretleri bu teşhis ve ikazlarında o derece isabet etmiştir ki, Kur’an-ı Kerim’in

feyzine istinaden, 1971’de anarşinin gayet dehşetleneceğini bildirmiş ve nitekim aynı senede anarşi

silahlı bir devreye girerek, Bediüzzaman Hazretlerinin teşhisinin isabetini göstermiştir.

1971 ANARŞİSİNDEN GAYBÎ İHBAR

Kur’anın feyzinden gelen mezkûr ihbar-ı gaybî aynen şöyledir:

«İstikbale bakan çok âyetler, hem bu asrımıza, hem o asırlara işaret etmeleri cihetinde

istikbalden haber veren İmam-ı Ali (r.a.) ve Gavs-ı Âzam (k.s.) dahi, aynen hem bu

asrımıza, hem o asra bakıp haber vermişler.

değil, belki

ederek, o zamanlarda ehemmiyetli maddî mânevî şerlere işaret eder. Eğer beraber olsa,

Milâdi bin dokuz yüz yetmiş bir (1971) olur. O tarihte dehşetli bir şerden haber verir.

Yirmi sene sonra, şimdiki tohumların mahsulü ıslah olmazsa, elbette tokatları dehşetli

olacak.» (Şualar sh: 269)

gâsikın iza vekab’ kelimeleri bu zamanagâsikın’ bin yüz altmış bir (1161) ve iza vekab’ sekiz yüz on (810)

1997’Lİ YILLARA DİKKAT!

Bediüzzaman Hazretleri, muhtelif zamanlarda anarşi mevzuunda ikazlarına devam etmiştir. Nitekim

yine 1946 senelerinde devlet ricaline yazdığı “Bir Hasbihal” namındaki yazısında; elli sene sonra

(yani 1996’dan sonra) ortaya çıkacak dehşetli mücadelelere, anarşi ve teröre sarahatla dikkat

çekmiştir. Kendisinin yaşaması imkânı olmayan zamanda gelecek fitne için bu derece endişe ve

hassasiyet gösteren Bediüzzaman Hazretlerinin ne derece yüksek bir ihlâs ile, şahsî hissiyatını

karıştırmadan yalnız milletin selâmetini düşündüğü; onu, dünyevî maksat peşinde koştuğu şeklinde

itham edenlerin, ne derece garazkârlık yaptıkları bugün daha çok âşikâre görünüyor. Mezkûr

“Hasbihal” yazısının bir kısmını buraya alıyoruz:

«Adliye Vekili’yle ve Risale-i Nur’la alâkadar mahkemelerin hâkimleriyle bir

hasbihaldir

Efendiler!

haber veriyorum ki: Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek

dahi vazifemizin haricindedir. Çünki:

sonra

millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmağa çalışıyorlar.

uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak o saadet ve

selâmet hizmeti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmağa yüz tutanları alâkadar

etmemek gerektir.

Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece

lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki

vaziyeti gösterdiği cihetinden;

namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtisi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye

cihetinde, ne şekle girecek

bütün ruh u canıyla Kur’anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde,

sene sonra

eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak

en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden;

o zamanın insanlarını düşünüyoruz.

Evet efendiler! Gerçi

kurtarmak ve şakirdlerinin ise, kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve ebedî

haps-i münferidden kurtarmaya çalışmaktır, fakat

ehemmiyetli bir hizmettir;

bîçareler kısmını dalâlet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünki, bir Müslüman başkasına

benzemez. Dini terkedip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir müslim; dalâlet-i mutlakaya

düşer, anarşist olur, daha idare edilmez.

Evet eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an’anat-ı

milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde;

Siz ne için sebebsiz bizimle ve Risale-i Nur’la uğraşıyorsunuz! Kat’iyen sizeRisale-i Nur ve hakiki şakirdleri, elli senegelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan veŞimdi bizimleşimdiki vaziyette de, elli sene sonra sonra bu dindar,elbette anlıyorsunuz. Bin senedenberi bu fedakâr millet,ellio parlak mazisini dehşetli lekedar belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtininbu zamanın insanlarını değil,Risale-i Nur sırf âhirete bakar; gayesi rıza-yı İlâhî ve imanıdünyaya ait ikinci derecede gayetve bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i âtininelli sene sonra,

yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek

ihtimalinin düşünülmesi ve o belâya karşı bir çare taharrisi, yirmi sene evvel beni siyasetten

ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan kat’iyen men’ettiği gibi; Risale-i Nur’u,

hem şakirdlerini, bu zamana karşı alâkalarını kesmiş; hiç onlarla ne mübareze, ne

meşguliyet yok.»

(Emirdağ Lâhikası-I sh: 21)

Hem yine Bediüzzaman Hazretleri 1946’larda yazdığı bir mektubunun sonunda, içtimaî ve siyasî

boğuşmaların sonunda gelecek dehşetli iki cereyanın vahşetini ve çaresini beyan ederken diyor ki:

«Yalnız ehemmiyetli

neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin

istinadı, menbaı olan

teselliye medar; âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünyanın, Hristiyanın hakiki

dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve

Kur’ana ittihad edip tabi olması,

muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.»

bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmalarınAvrupa’da deccalâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyiİncil,o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir(Emirdağ Lâhikası-I sh: 58)

Millî bir değişiklik ve inkılâb hareketiyle cemiyeti fıtrata aykırı bir yola itmek, içtimaî ve umumî bir

fesada kapı açar. Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade ediyor:

«Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık

hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve

tahrip hesabına geçer.»

(Lem’alar sh: 170)

Problemin bu tarz tatbikattan doğacağını ihtar eden Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor:

«…Ey müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san’at ve terakkiyat-ı ecnebiyeye

cebr ile sevkeden

bağlandıkları rabıtaları kopmasın!

altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil

hükmünde o dinsizler zarar verecekler.»

bedbaht hamiyet-füruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ileEğer böyle ahmakane körükörüne topuzların(Lem’alar sh: 122)

«Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile

cevab-ı red alacaksınız.»

(Hutbe-i Şamiye sh: 85)

Cemiyet hayatının istikametini bozan ve ihtilafları doğuran bu tür yanlış tatbikatlar, rivayetlerde

haber verilen NİFAK CEREYANInın galebesine zemin hazırladığını ihtar eden Bediüzzaman

Hazretleri rivayete istinaden şöyle der:

«Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın

başına geçecek

istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri hercümerc eder ve koca

esaret altına alır.

Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız.

İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı

Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıkaeşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakındanâlem-i İslâmı”([1])

Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.

Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir

mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini

bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman!

İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir

kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa,

inneme’l mü’minüne ıhvetün’([2]) kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz.

âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden

kurtulunuz...» (Mektubat sh: 270)

el mü’minü lil mü’mini kelbünyani’l mersûsı yeşüddü ba’duhü ba’dan’ ([3]) düsturu

DECCALİYET YAŞAYIŞ TARZINI

DEĞİŞTİRİR

En dehşetli anarşiyi doğuran Deccaliyet hakkında sorulan bir suale verdiği cevabında, Bediüzzaman

Hazretleri o cereyanın tahribatına dikkat çekerek şu izahatı verir:

«…

Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselama “Mesih” namı verildiği gibi her iki deccala

dahi “Mesih” namı verilmiş ve bütün rivayetlerde

‘min fitneti’l mesihı’d deccal, min fitneti’l mesihı’d deccal’ denilmiş. Bunun hikmeti ve

te’vili nedir?

Elcevap:

Aleyhisselâm, şeriat-ı Mûseviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı

müştehiyâtı helâl etmiş; aynen öyle de,

hükmüyle

idare eden rabıtaları bozarak anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve

Allahu a’lem, bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlâhî ile İsabüyük Deccal, şeytanın iğvâsı veşeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini

İslâm Deccalı olan “Süfyan”

ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak,

maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş

bırakarak hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer, hevesat-ı müteaffine

bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir

hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar

şiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.»

dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) ebedî bir kısımhayat-ı beşeriyeninki, o vakit o insanlar gayet(Şualar sh: 593)

İşte böyle bir fitne cereyanının doğurduğu ve Kur’an ve Hadîs lisanında “Ye’cüc ve Me’cüc”

denilen TERÖRİST ve ANARŞİSTLERin beşer âlemindeki gelişme ve seyrini anlatan

Bediüzzaman Hazretleri şu açıklamayı yapar:

«…

tafsilât var. Ve o tafsilât ise, Kur’ân’ın muhkematından olan icmali gibi muhkem değil,

belki bir derece müteşabih sayılır. Onlar tevil isterler. Belki râvîlerin içtihadları karışmasıyla,

tabir isterler.

Evet,

semâvîsinde “Ye’cüc” ve “Me’cüc” namı verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski

zamanda Çin-i Maçin’den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya ve

Avrupa’yı hercümerc ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeber edeceklerine

işaret ve kinayedir. Hattâ şimdi de komünistlik içindeki anarşistin ehemmiyetli

efradı onlardandır.

Evet, ihtilâl-i Fransevîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik

türedi, tevellüd etti. Ve

aşıladığı fikir, bilâhare bolşevikliğe inkılâp etti. Ve bolşeviklik dahi çok

mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette, ektikleri tohumlar

hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek.

kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve

gaddar canavarlar hükmüne geçirir; daha siyasetle idare edilmez.»

Ye’cüc ve Me’cüc hâdisâtının icmali Kur’ân’da olduğu gibi, rivayette bir kısımlâ ya’lemü’l gaybe illâllah’ bunun bir tevili şudur ki: Kur’ân’ın lisan-isosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden,Çünkü(Şualar sh: 588)

Anarşi yalnız silahlı çatışmalar değil, içtimaî bünyede millî ahlâk çöküntüsü ve insanların gaddarlaşması

daha dehşetli bir felâkettir. Bu felâketin sebeb ve çaresine dikkat çekilen Kastamonu

Lâhikası adlı eserde şu ifadeler var:

«…Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet

sarsılmış.

dehşetli neticeler veriyor. Cenab-ı Hakk’a şükür ki; Risale-i Nur, bu müdhiş tahribata

karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle

Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.)

olan sedd-i Kur’anînin tezelzülüyle de Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müdhiş olarak,

ve hayatta zulmetli bir anarşilik

başlıyor.»

Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve valideler hakkındaahlâktave zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada(Kastamonu Lâhikası sh: 149)

İşte bu dinsizlik cereyanlarının tahribatlarına karşı, manevî tamiratçı olan RİSALE-İ NUR’a

ilişenler bu hareketleri ile irtidada yol açtıklarını; halbuki müslüman bozulsa gayrımüslimden daha

fena olacağını beyan eden ikaz yazısında, Bediüzzaman aynen şu ifadelere yer verir:

«Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor.

bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit

kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki

bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i

umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan

İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı

umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçları ile tedavi

etmeğe çalışıyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 30)

Bediüzzaman Hazretleri, İstanbul Ağırceza Mahkemesi’nde anarşinin bir sebebini de şöyle açıklar:

«…Bu üç-dört madde ile bizi ittiham edenler ve lüzumsuz, mahkemeleri bizimle meşgul

eden gizli düşmanlarımız, şüphe yoktur ki,

etmek istiyorlar veya komünist perdesi altında bu mübarek vatanda, bilerek veya

bilmeyerek anarşiliği yerleştirmek istiyorlar.

çıksa, mürted ve anarşist olur, hayat-ı içtimaiyeye zehir hükmüne geçer. Çünki

anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir.

Âhirzamanda gelecek Ye’cüc ve Me’cücün komitesi, anarşistler olduğuna Kur’an

işaret ediyor.»

Belki küllîonlar ya siyaseti dinsizliğe âletÇünki bir müslüman İslâmiyet dairesinden(Emirdağ Lâhikası-II sh: 159)

«…Hakiki bir Müslüman, samimi bir mü’min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa

taraftar olmaz. Dinin şiddetle menettiği şey fitne ve anarşidir. Çünkü, anarşi

hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar

hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhirzamanda “Ye’cüc” ve “Me’cüc”

komitesi olduğuna Kur’an-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.»

(Tarihçe sh: 653)

ANARŞİYE VE ÇATIŞMALARA

SEBEB OLAN BİR TEHLİKE DE

MENFÎ MİLLİYETÇİLİKTİR

Beşer tarihinde görülen pek çok hadiselerin mühim bir kısmının temelinde ırkçılık taassubu ve

tarafgirliği bulunduğundan bu menfî ırkçılığın sebeb olduğu çok zararlı mücadele ve zulümlerin

önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması lâzımdır.

Nitekim, Bediüzzaman Hazretleri bu mühim mes’elenin de üzerinde durmuş, ikaz ve irşadlarda

bulunmuştur. Bir nümune olarak eserlerinden mevzu ile alâkalı bazı kısımları aynen alıyoruz:

«’Bismillahirrahmanirrahim,

Ya eyyühennasü inna halaknaküm min zekerin ve ünsâ... ilh’

Yani,

([4])li teârafû münasebeti... ilh’

Yani, “Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız

ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize

muavenet edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla

yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir.”

Şu Mebhas Yedi Meseledir.

BİRİNCİ MESELE

Şu âyet-i kerimenin ifade ettiği hakikat-i âliye hayat-ı içtimaiyeye ait olduğu için, hayatı

içtimaiyeden çekilmek isteyen Yeni Said lisanıyla değil, belki

içtimaiyesiyle münasebettar olan Eski Said lisanıyla, Kur’ân-ı Azîmüşşâna bir hizmet

maksadıyla

oldum.

İKİNCİ MESELE

Şu âyet-i kerimenin işaret ettiği teârüf ve teâvün düsturunun beyanı için deriz ki:

Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tâ takımlara

kadar tefrik edilir. Tâ ki, her neferin muhtelif ve müteaddit münasebâtı ve o münasebâta

göre vazifeleri tanınsın, bilinsin—tâ, o ordunun efradları, düstur-u teâvün altında hakikî

bir vazife-i umumiye görsün ve hayat-ı içtimaiyeleri a’dânın hücumundan masun kalsın.

Yoksa,

tabura karşı muhasamet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin değildir.

İslâmın hayat-ıve haksız hücumlara bir siper teşkil etmek fikriyle yazmaya mecburtefrik ve inkısam, bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir

Aynen öyle de, heyet-i içtimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur; kabâil ve tavâife inkısam

edilmiş. Fakat bin bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var:

Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir—bir,

bir, bir, binler kadar bir, bir...

Hâlıkları bir,

İşte bu kadar bir birler uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek, kabâil

ve tavâife inkısam, şu âyetin ilân ettiği gibi, teârüf içindir, teâvün içindir; tenâkür için

değil, tehâsum için değildir.

ÜÇÜNCÜ MESELE

Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar

içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp onları yutsunlar.

Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeâmetli bir

kuvvet var. Onun için, şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara “Fikr-i milliyeti

bırakınız” denilmez. Fakat

Bir kısmı menfidir,

adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise,

fikr-i milliyet iki kısımdır:şeâmetlidir, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerinemuhasamet ve keşmekeşe sebeptir.

Onun içindir ki, hadis-i şerifte ferman etmiş:

cahiliyyete’

‘İz ceale’l lezîne keferû... ilh’ (

İşte şu hadis-i şerif, şu âyet-i kerime, kat’î bir surette menfi bir milliyeti ve fikr-i

unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünkü

ihtiyaç bırakmıyor.

Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon vardır? Ve o İslâmiyet yerine o

unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın?

Evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle,

parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları

hem kendileri de çok felâketler çektiler.

Hem

Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki

hâdisât-ı müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.

Hem

akvam” tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub sebebiyle dağılmaları gibi, menfi

milliyet fikriyle, başta

tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti.

kadar ecnebîlerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin

zararını gösterdi.

el İslâmiyyetü habbeti’l asabiyyete’l([5]) ve Kur’ân da ferman etmiş:[6])müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti onaEmevîler, biriçin, hem âlem-i İslâmı küstürdüler,Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için,bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kalesinin harabiyeti zamanında “tebelbül-üRum ve Ermeni olarak pek çok kulüpler namında sebeb-iVe onlardan şimdiye

Şimdi ise,

ecnebî tahakkümü altında ezilen anâsır ve kabâil-i İslâmiye içinde,

birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman telâkki etmek öyle bir felâkettir ki,

tarif edilmez.

ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan

Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara

ehemmiyet vermeyip, belki mânen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle

vilâyetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adâvet besleyip

onlara karşı cephe almak,

içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın.

nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur. İşte o

dindaşlara adâvet ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ân’a dokunur.

Kur’ân’a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine

bir nevi adâvettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye

iki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamâkattir!

DÖRDÜNCÜ MESELE

en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir vefikr-i milliyetleAdeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip sineğinşarkçok zararları ve mehâlikiyle beraber, o cenup efradlarıCenuptan gelen Kur’ânİslâmiyet ve

Müsbet milliyet,

tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade

teyid edecek bir vasıta olur. Şu

olmalı, zırhı olmalı;

uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için,

uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu

onun yerine ikame etmek, aynı kalenin taşlarını kalenin içindeki elmas hazinesinin

yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev’inden ahmakane bir cinayettir.

İşte, ey ehl-i Kur’ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler

zamanından beri, bin senedir Kur’ân-ı Hakîmin bayraktarı olarak bütün cihana karşı

meydan okuyup Kur’ân’ı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’ân’a ve İslâmiyete kale

yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def ettiniz.

Avrupa’nın ve frenk-meşrep münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba

mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.

hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dahilîsinden ileri geliyor. Teâvüne,müsbet fikr-i milliyet, İslâmiyete hâdim olmalı, kaleyerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyetin verdiği uhuvvet içinde binye’tîllâhü bikavmin yühıbbühüm’([7])âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi

CÂ-YI DİKKAT BİR HAL:

dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayrı

müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir.

Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler,

Türklükten dahi çıkmışlardır

müslim ve hem de gayr-ı müslim var.

Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde,Nerede Türk taifesi varsa(Macarlar gibi). Halbuki, küçük unsurlarda dahi hem

Ey Türk kardeş!

ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın.

İslâmiyet defterine geçmiş.

halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme.

BEŞİNCİ MESELE

Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş;Bütün senin mazideki mefâhirinBu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği

Asya’da uyanan akvam

ederek, hattâ çok mukaddesatları o yolda feda ederek hareket ediyorlar.

her milletin kamet-i kıymeti başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı

ayrı olmak lâzım gelir. Bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar hocaya

tango bir kadın libası giydirilmediği gibi,

maskaralık olur.

, fikr-i milliyete sarılıp, aynen Avrupa’yı her cihetle taklitHalbukikörü körüne taklit dahi çok defaÇünkü,

Evvelâ:

dükkâncı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti bir olmaz.

Hem ekser enbiyanın Asya’da zuhuru, ağleb-i hukemanın Avrupa’da gelmesi, kader-i

ezelînin bir remzi, bir işaretidir ki,

ettirecek, idare ettirecek, din ve kalbdir.

etmeli, yerine geçmemeli.»

Avrupa bir dükkân, bir kışla ise, Asya bir mezraa, bir cami hükmündedir. BirAsya akvâmını intibâha getirecek, terakkiFelsefe ve hikmet ise din ve kalbe yardım(Mektubat sh: 321-325)

“Millet”in tarifinde temel ölçüyü nazara verip, İslâm Milliyetini esas alan Bediüzzaman Hazretleri,

bu milliyetin verdiği netice olan şecaat ve İslâm uhuvveti ve birliğinin düşmanlara karşı yegâne

müdafaa kuvveti olduğunu ve İslâm Milliyetinin halkın her sınıfına menfaati bulunduğunu izah

ederken aynen şöyle der:

«Menfî milliyette ve unsuriyet fikrinde ifrat edenlere deriz ki:

Evvelâ: Şu dünya yüzü, hususan şu memleketimiz, eski zamandan beri çok

muhaceretlere ve tebeddülâta mâruz olmakla beraber; merkez-i hükûmet-i İslâmiye bu

vatanda teşkil olduktan sonra, akvam-ı saireden pervane gibi çokları içine atılıp,

tavattun etmişler. İşte bu halde

tefrik edilebilir.

etmek, mânasız ve hem pek zararlıdır. Onun içindir ki, menfî milliyetçilerin ve

unsuriyet-perverlerin reislerinden ve dine karşı pek lâkayd birisi, mecbur olmuş, demiş:

vatan

noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dâhildir.

Sâniyen:

kazandırdığı yüzer faideden iki faideyi misal olarak beyan edeceğiz:

Birincisi: Şu devlet-i İslâmiye yirmi-otuz milyon iken, bütün Avrupa’nın büyük

devletlerine karşı hayatını ve mevcudiyetini muhafaza ettiren, şu devletin ordusundaki

nur-u Kur’andan gelen şu fikirdir: “Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.” Kemal-i

şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek istikbal etmiş. Daima Avrupa’yı titretmiş.

Acaba, dünyada basit fikirli, safi kalbli olan neferatın ruhunda şöyle ulvî fedakârlığa sebebiyet

verecek, hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikame edilebilir?

Ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?

Levh-i Mahfuz açılsa ancak hakikî unsurlar birbirindenÖyle ise, hakikî unsuriyet fikrine, hareketi ve hamiyeti binaDil, din bir ise; millet birdir.” Madem öyledir, hakikî unsuriyete değil; belki dil, dinmünasebatına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet; eğer biriİslâmiyetin mukaddes milliyeti, bu vatan evlâdının hayat-ı içtimaiyesine

İkincisi:

bir tokat vurmuşlarsa; üçyüz elli milyon İslâmı ağlatmış ve inletmiş. Ve o müstemlekât

sahibleri, onları inletmemek ve sızlatmamak için, elini çekmiş.. elini kaldırırken indirmiş.

Şu hiçbir cihette istisgar edilmeyecek manevî ve daimî bir kuvvetüzzahr yerine

hangi kuvvet ikame edilebilir? Gösterilsin! Evet, o azîm manevî kuvvetüzzahrı menfî

milliyet ile ve istiğnakârane hamiyet ile gücendirmemeli!..

…Menfî milliyette fazla hamiyetperverlik gösterenlere deriz ki: Eğer şu milleti ciddi

severseniz, onlara şefkat ederseniz; öyle bir hamiyet taşıyınız ki, onların ekserisine

şefkat sayılsın. Yoksa, ekserisine merhametsizcesine bir tarzda, şefkate muhtaç olmayan

bir kısm-ı kalilin muvakkat gafletkârâne hayat-ı içtimaiyelerine hizmet ise, hamiyet

değildir.

Çünki,

muvakkat faidesi dokunabilir.

olurlar. O sekizden altısı, ya ihtiyardır, ya hastadır, ya musibetzededir, ya çocuktur, ya

çok zaiftir, ya pek ciddi olarak âhireti düşünür müttakidirler ki; bunlar hayat-ı dünyeviyeden

ziyade, müteveccih oldukları hayat-ı berzahiyeye ve uhreviyeye karşı bir nur, bir

teselli, bir şefkat isterler ve hamiyetkâr mübarek ellere muhtaçtırlar. Bunların ışıklarını

söndürmeye ve tesellilerini kırmağa hangi hamiyet müsaade eder?

Heyhat! Nerede millete şefkat, nerede millet yolunda fedakârlık!

Avrupa’nın ejderhaları (büyük devletleri) her ne vakit şu devlet-i İslâmiyeyemenfî unsuriyet fikriyle yapılacak hamiyetkârlığın, milletin sekizden ikisineLâyık olmadıkları o hamiyetin şefkatine mazhar

TÜRK ORDUSU VE TÜRK MİLLETİ

Rahmet-i İlâhiyeden ümid kesilmez.

hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem

ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat ârızalarla inşâallah perişan etmez. Yine

nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir…

Çünki: Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’anıno» (Mektubat sh: 326-327)

Üstteki parçanın devamında, Bediüzzaman Hazretleri elyazma eserinde kendi el yazısıyla yaptığı şu

ilâvesinde; Türk Ordusu kuvvetini kendi milleti aleyhinde değil, İslâm Dünyasının selâmet ve

zaferinde kullanıp büyük vazifeler göreceğini ihbar sadedinde şöyle der:

«.‹.KILINCINI AYAĞINA VURDURMAZ;, DÜŞMANINA VURDURUR.

KUR’ANA HİZMETKÂR EDER. AĞLAYAN ÂLEM-İ İSLÂMI GÜLDÜRÜR.»

İKİ TEHLİKELİ ANLAYIŞ

«Tahribatçı

ehl-i bid’a iki kısımdır:

Bir kısmı

etmek için, “Zaafa düşmüş din şecere-i nuraniyesini, milliyet toprağında dikmek,

kuvvetleştirmek istiyoruz.” diye, dine taraftar vaziyeti gösteriyorlar.

-güya din hesabına, İslâmiyete sadakat namına- güya dini milliyetle takviye

İkinci kısım;

binaen, “Milleti, İslâmiyetle aşılamak istiyoruz.” diye, bid’aları icad ediyorlar.

millet namına, milliyet hesabına, unsuriyete kuvvet vermek fikrine

Birinci kısma deriz ki:

meczub, akılsız, câhil sofiler!

kâinata kökler salmış olan

hususî, menfî.. belki esassız, garazkâr, zulümkâr, zulmanî unsuriyet toprağına

dikilmez!

İkinci kısım milliyetçilere deriz ki:

Ey

asrı değil! Bolşevizm, sosyalizm mes’eleleri istilâ ediyor; unsuriyet fikrini kırıyor,

unsuriyet asrı geçiyor.

unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz.

gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez… Evet, muvakkat aşılamakta

bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor, fakat pek muvakkat ve âkıbeti hatarlıdır.

Ey “sâdık ahmak” ıtlakına mâsadak bîçare ülema-üs sû’ veyaHakikat-ı kâinat içinde kökü yerleşmiş ve hakaik-ıŞecere-i Tuba-i İslâmiyet; mevhum, muvakkat, cüz’î,Onu oraya dikmeye çalışmak, ahmakane ve tahribkârane, bid’akârane bir teşebbüstür.sarhoş hamiyet-füruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır unsuriyetEbedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti; muvakkat, dağdağalıVe aşılamak olsa da; İslâm milletini ifsad ettiği

BÖLÜNME TEHLİKESİ

Hem

Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak.

O vakit milletin kuvveti, bir şık, bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ

birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa; bir batman kuvvet, o iki kuvvet ile

oynayabilir; yukarı kaldırır, aşağı indirir.»

(Mektubat sh: 439)

Yukarıda işaret edilen Türkçülük fikri ve hareketleriyle bu vatanda yaşayan ve Türk olmayan

milletlerin ırkçılık hissiyatları tahrik edilerek kabil-i iltiyam olmayacak bir surette bir inşikak

(bölünme) olacağına ve sonu hatarlı olacağına dikkat çeken ve ikaz eden Bediüzzaman Hazretleri,

Birinci Büyük Millet Meclisinde neşrettiği beyannamesinde; inşikak-ı asâ, yani bölünme tehlikesinden

de bahisle, aynı mânâyı te’yid eden şu ihtarı yapar:

«Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mana-yı saltanatı

deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı

hilâfeti dahi vekâleten deruhde etmezse, hayat için dört şeye muhtaç fakat an’ane-i müstemirre

ile

lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacât-ı ruhiyesini unutmayan milletin hacât-ı diniyesini

Meclis tatmin etmezse,

resme ve lâfza verecek. O mânayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki

meclis elinde bulunmayan ve meclis tarikıyla olmayan böyle bir kuvvet,

asâya sebebiyet verecektir.

zıddır.»

günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan vebilmecburiye mâna-yı hilâfeti, tamamen kabul ettiğiniz isme veinşikak-ıİnşikak-ı asâ ise, ve’ tesımü bihablillahi cemîan’([8]) âyetine(Tarihçe-i Hayat sh: 142)

Yine aynı ikazı yani, şarktaki Türk unsurundan olmayan vatandaşların Türklerle kardeşliğini hissetmesi

için din derslerine ehemmiyet verilmesi gerektiği ihtarını yapan Bediüzzaman’ın şu beyanı da

şayan-ı dikkattir:

«Bir gün meb’uslar heyetine der: “Bütün hayatımda bu darülfünunu takib ediyorum.

Sultan Reşad ve İttihadcılar, yirmi bin altın lira verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz…”

O zaman, yüz elli bin banknot vermeye karar verdiler. Bunun üzerine, “Bunu meb’uslar

imza etmelidirler” der. Bazı meb’uslar diyorlar ki: Yalnız; sen, medrese usulüyle, sırf

İslâmiyet noktasında gidiyorsun; halbuki şimdi garblılara benzemek lâzım.

Bediüzzaman: O Vilâyât-ı Şarkiye, âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmündedir;

fünun-u cedide yanında, ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü ekser enbiyanın

şarkta, ekser hükemanın garbda gelmesi gösteriyor ki; şarkın terakkiyatı dinle kaimdir.

Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okuttursanız da, şarkta her halde; millet, vatan

maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa, Türk olmayan müslümanlar,

Türk’e hakikî kardeşliğini hissedemeyecek. Şimdi, bu kadar düşmanlara karşı teavün ve

tesanüde muhtacız. Hattâ bu hususta size bir hakikatlı misal vereyim:

Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zeki o

talebem, ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: “

elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır.”

Sâlih bir Türk,

Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben -dört

sene sonra- esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki:

Ben şimdi, râfizî bir Kürdü, sâlih bir Türk hocasına tercih ederim. Ben de: Eyvah! dedim,

ne kadar bozulmuşsun? Bir hafta çalıştım, onu kurtardım; eski hakikatlı hamiyete

çevirdim.

İşte ey meb’uslar!.. O talebenin evvelki hali, Türk Milletine ne kadar lüzumu var. İkinci

hali, ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum.»

Hayat sh: 143)

(Tarihçe-i

«Altmışbeş sene evvel Câmi-ül Ezher’e gitmek istiyordum. Âlem-i İslâm’ın

medresesidir diye, ben de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat

kısmet olmadı. Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki: Câmi-ül Ezher

Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi; Asya, Afrika’dan ne kadar büyük ise,

daha büyük

kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan

milletleri, menfî ırkçılık ifsad etmesin.

hakikiye olan İslâmiyet milliyetiyle

kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun.»

bir dar-ül fünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâmdakiHakiki, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-iinneme’l mü’minüne ıhvetün’([9]) Kur’anın bir(Emirdağ Lâhikası-II sh: 223)

Bediüzzaman Hazretleri siyasî partiler hakkında yazdığı bir ikaznamesinde de, Türkçülük esasına

dayanan bir partinin iktidar olup o istikamette, yani Türkçülük hissiyle hareket etmesiyle sair ırktan

olan vatandaşları tahrik edeceğini ve böylece bölünmelere ve mücadelelere sebebiyet verebileceğini

hatırlatarak şöyle der:

«Milletçilere gelince:

Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa,

muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer

Türkçülük fikri esas ise,

onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka milletlerle karışmıştır. O zaman, Hürriyetin

başında olduğu gibi, bu asil ve mâsum

tarafgirliği meydana gelecek. O vakit hakikî Türkleri, ecnebîler

boyunduruğu altına girmeye mecbur edecek.

olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve unsurculuk damarıyla bir ecnebîye istinad

ile masum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar.

HAŞİYE Demokrat Partiye yardım ettiği gibi,bu parti, ırkçılık vebirden hakikî Türk olmayan bu vatandaki ekseriyetin ancakTürk milleti aleyhine bir milliyetçilikVeya Türkleşmiş sair unsurdan» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 206)

Bu ikaz cidden çok düşündürücüdür. Burada dikkat edilmesi gereken, sadece o isimde bir parti

değil, iktidar olanlar ırkçılık ve unsurculuk tarafgirliği ile hareket ederlerse millî bütünlüğü bozarlar

ve yukarıda işaret edilen tehlikelere sebebiyet verirler.

«Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında

“Kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumide yine ırkçılığın

istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi,

şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve

gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına emareler görünüyor.

istirahat-ı umumiye düşmanları

Halbuki menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i

fıtrîsi olduğu halde; evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan

onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil.

Müslüman demektir.

gibi

lâzımdır.

azîmdir.»

Türk,Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. TürkArablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmakHakiki milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i(Emirdağ Lâhikası-II sh: 222)

Hattâ Emevî Devleti’nin Arab milliyetine istinad etmesiyle sair milletlerin de hissiyatını tahrik

ederek büyük zararlar meydana geldiğini beyan eden Bediüzzaman Hazretleri şu izahatı veriyor:

«Hazret-i Hasan ve Hüseyn’in Emevîlere karşı mücadeleleri ise, din ile milliyet

muharebesi idi. Yani: Emevîler, devlet-i İslâmiyeyi Arab milliyeti üzerine istinad ettirip

rabıta-i İslâmiyeti, rabıta-i milliyetten geri bıraktıklarından, iki cihetle zarar verdiler.

Birisi:

Milel-i saireyi rencide ederek tevhiş ettiler.

Diğeri:

adâlet üzerine gitmez. Çünki unsuriyetperver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adâlet

edemez.

habeşiyyin ve seyyidin kureyşin iza esleme’

yerine rabıta-i milliye ikame edilmez; edilse adâlet edilmez, hakkaniyet gider.»

sh: 54)

Unsuriyet ve milliyet esasları, adâleti ve hakkı takib etmediğinden zulmeder,El- İslamiyyetü cebbeti’l asabiyyete’l cahiliyyete lâ ferka beyne abdin([10]) ferman-ı kat’îsiyle: Rabıta-i diniye(Mektubat

Demek, muhtelif unsurlardan müteşekkil bir millet içinde bilhassa siyasî iktidar ırkçı davransa,

diğerlerinde de ırkçılık tarafgirliğini uyandırır.

«Üçüncü Sualiniz:

hikmeti nedir?” diyorsunuz.

“O mübarek zatların başına gelen o feci gaddarane muamelenin

Elcevab:

saltanatında, merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardı:

Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi, Hazret-i Hüseyin’in muarızları olan Emevîler

Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu

için, eşhas feda edilir.”

olan: “Hükûmetin selâmeti ve asayişin devamı

İkincisi:

gaddarâne bir düsturu

Onların saltanatı, unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için, milliyetinolan: Milletin selâmeti için her şey feda edilir.

Üçüncüsü:

bazılarda bulunduğu için, şefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermişti.

Emevîlerin Haşimîlere karşı an’anesindeki rekabet damarı, Yezid gibi

Dördüncü bir sebeb de:

Emevîlerin, Arab milliyetini esas tutup, sair milletlerin efradına “memâlik” tabir ederek

köle nazarıyla bakmaları ve gurur-u milliyelerini kırmaları yüzünden, milel-i saire

Hazret-i Hüseyin’in cemaatine intikamkârane ve müşevveş bir niyetle iltihak ettiklerinden,

Emevîlerin asabiyet-i milliyelerine fazla dokunmuş, gayet gaddarane ve

merhametsizcesine meşhur faciaya sebebiyet vermişlerdir.»

Hazret-i Hüseyin’in taraftarlarında bulunuyordu ki;(Mektubat sh: 55)

Demek siyasî iktidarlar, ırkçı hareketlerden çekinip millî müşterekiyete dayanan bir yolu

tutmalıdırlar. Bunun için İslâm milletlerinin en kudsî müşterekiyetleri, İslâmiyet milliyetidir.

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİNE

YAPILAN IRKÇILIK İTHAMI VE

ONUN CEVABI

Bediüzzaman Hazretlerinin aleyhinde çalışan ehl-i bid’a, kendileri ırkçılık yaptıkları halde

Bediüzzaman’ı unsuriyet-perverlikle itham ediyorlardı. Kendisi bunu şöyle ifade edip gerçeği

gösteriyor:

«Eğer derseniz, “Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyetperverlik

fikri var, o işimize gelmiyor”; ben de derim:

Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki,

ben

zamandan beri menfi milliyet ve unsuriyetperverliğe, Avrupa’nın bir nevi firenk

illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazarıyla bakmışım. Ve Avrupa, o firenk illetini İslâm

içine atmış, tâ tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O firenk

illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler

biliyorlar.»

El- İslamiyyetü cebbeti’l asabiyyete’l cahiliyyete’([11]) ferman-ı kat’îsiyle, eski(Mektubat sh: 63)

Şu halde, dinden uzak olan ırkçılık tarafgirliğini tahrik etmek, Avrupa siyasetine bir nevi yardım

olur.

TÜRK OLMAYAN TÜRKÇÜLER

«O

mülhidlere derim ki: Din-i İslâmiyet milletiyle ebedî ve hakikî bir uhuvvet ile, Türk

denilen bu vatan ehl-i imanıyla şiddetli ve pek hakiki alâkadarım. Ve bin seneye yakın,

Kur’anın bayrağını cihanın cihat-ı sittesinin etrafında galibane gezdiren bu vatan evlâdlarına,

İslâmiyet hesabına, müftehirane ve taraftarane muhabbetdarım.

füruş sahtekâr! Türk’ün mefahir-i hakikiye-i milliyesini unutturacak bir surette

mecazî ve unsurî ve muvakkat ve garazkârane bir uhuvvetin var.

soruyorum: Türk Milleti, yalnız yirmi ile kırk yaşı ortasındaki gafil ve heveskâr

gençlerden ibaret midir? Hem onların menfaati ve onların hakkında hamiyet-i milliyenin

iktiza ettiği hizmet, yalnız onların gafletini ziyadeleştiren ve ahlâksızlıklara alıştıran ve

menhiyata teşci eden firenk-meşrebane terbiyede midir? Ve ihtiyarlıkta onları

ağlattıracak olan muvakkat bir güldürmekte midir? Eğer hamiyet-i milliye bunlardan

ibaret ise ve terakki ve saadet-i hayatiye bu ise; evet sen böyle Türkçü isen ve böyle

milliyetperver isen, ben o Türkçülükten kaçıyorum, sen de benden kaçabilirsin!..»

Türkçülük perdesi altına giren ve hakikaten Türk düşmanı olan hamiyet-füruşSen ise ey hamiyet-Senden

(Mektubat sh: 420)

Tarihî seyri içinde geniş bir zaman ve mekân kaplayan ve din lisanında “hamiyet-i câhiliye”,

“asabiyet-i câhiliye” tâbirleri ile ifade edilen menfî milliyetçiliği, Bediüzzaman Hazretleri bir

ifadesinde şöyle tavsif eder:

«Asabiyet-i câhiliye, birbirine tesanüd edip yardım eden gaflet, dalâlet, riya ve

zulmetten mürekkeb bir macundur. Bunun için

ediyorlar.

milliyetçiler, milliyeti mâbud ittihazHamiyet-i İslâmiye ise, nur-u imandan in’ikas edip dalgalanan bir ziyadır.»

(Mesnevî-i Nuriye sh: 112)

İslâm dünyasında mukaddes İslâm milliyeti esastır ve esas olmalıdır. Bu kudsî milliyetin şuurunu

kazananlar arasında manevî, kalbî uhuvvet rabıtası ve sıla-i rahm ve hamiyet, küllî ve ebedîdir.

Mahkemede cemiyetçilikle itham edilen Bediüzzaman Hazretleri, tarihî müdafaasını yaparken

mezkûr hakikatı şöyle ifade eder:

«Hayat-ı içtimaiye-i insaniyenin hususan

içinde samimane muhabbet ve kabile ve taifeler içinde alâkadarane irtibat ve İslâmiyet

milliyetiyle mü’min kardeşlerine karşı manevî, muavenetkârane bir uhuvvet ve kendi

cinsi ve milletine karşı fedakârane bir alâka ve hayat-ı ebediyesini kurtaran Kur’an

hakikatlarına ve nâşirlerine sarsılmaz bir rabıta ve iltizam ve bağlılık gibi hayat-ı içtimaiyeyi

esasıyla temin eden bu rabıtaları inkâr etmekle ve şimaldeki dehşetli anarşistlik

tohumunu saçan ve nesil ve milliyeti mahveden ve herkesin çocuklarını kendine alıp

karabet ve milliyeti izale eden ve medeniyet-i beşeriyeyi ve hayat-ı içtimaiyeyi bütün

bütün bozmağa yol açan kızıl tehlikeyi kabul etmekle ancak Nur şakirdlerine medar-ı

mes’uliyet cemiyet namını verebilir.»

millet-i İslâmiyenin üss-ül esası: Akrabalar(Şualar sh: 392)

Bu kudsî ve müsbet İslâmiyet milliyetinin getirdiği hamiyet-i milliye ve gayret-i vataniyenin

emsalsiz bir seciye olduğunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Bunu da teessüf ve teellüm ile size beyan ediyorum ki: Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl

kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar. Onun bedeline çürük bir fiat verdiler.

Aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye

temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar. Terakkilerine medar ettiler. Ve

onun fiatı olarak bize verdikleri sefihâne ahlâk-ı seyyieleridir, sefihâne seciyeleridir.

Meselâ:

Bizden aldıkları seciye-i milliye ile,

sağ olsun.

almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas da budur.

ise, din-i haktan ve iman hakikatlarından çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki

bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem, milletimÇünki milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” İşte bu kelimeyi bizdenBizden hırsızlamışlar. Bu kelime

ecnebilerden içimize giren pis ve fena seciye

“Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer

bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.”

âhireti bilmemekten geliyor.

bizden aldıkları fikr-i milliyetle bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor. Çünki bir

adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir.

küçük bir millettir.»

itibariyle bir hodgâm adam bizde diyor:ben görmezsemİşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor,Hâriçten içimize girmiş, zehirliyor. Hem o ecnebilerinKimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla(Hutbe-i Şamiye sh: 58)

Yine aynı mevzuda Bediüzzaman Hazretleri şu hâdiseyi nakleder:

«Hürriyet’in başında

şarkiye namına ben de refakat ettim. Şimendiferimizde iki mektebli mütefennin

arkadaşla bir mübahase oldu. Benden sual ettiler ki: “

hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lâzım?”

Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle vilâyat-ıHamiyet-i diniye mi, yoksa

O zaman dedim: Biz müslümanlar indimizde ve yanımızda

müttehiddir

İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman; hamiyet-i diniye, avam ve havassa

şâmil oluyor. Hamiyet-i milliye, yüzden birisine -yani menafi-i şahsiyesini millete feda

edene- has kalır. Öyle ise,

Hamiyet-i milliye ona hâdim ve kuvvet ve kal’ası olmalı.

garblılar gibi değiliz. İçimizde kalblere hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser

enbiyayı şarkta göndermesi işaret ediyor ki; yalnız

sevkeder. Asr-ı Saadet ve Tabiîn, bunun bir bürhan-ı kat’îsidir.

Şamiye sh: 64)

..diye devam eden bahiste, hamiyet-i diniye ve milliyenin mukayesesi yapılıp hamiyet-i diniyenin

esas alınması lüzumunu tebarüz ettirir.

Türkiye’sinde siyasî çekişmelerin merkezi olan İttihad ve Terakki Hükûmetinin hatalarını beyan

edip, bilhassa hür rejimin esası olan “millet iradesine dayanmak” gerektiğini dile getirip sulh-u

umuminin teminini isteyen Bediüzzaman Hazretleri şunları beyan eder:

«Madem ki meşrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır.

Milletimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zira Arab, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lazların en

kuvvetli ve hakikatlı revabıt ve milliyetleri, İslâmiyet’ten başka bir şey değildir. Nasılki

az ihmal ile tavaif-i mülûk temelleri atılmakta ve onüç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i

câhiliyeyi ihya ile, fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük…»

din ve milliyet bizzat. İtibarî, zâhirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur.hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı.Hususan biz şarklılar,hiss-i dinî şarkı uyandırır, terakkiye» (Hutbe-i(Hutbe-i Şamiye sh: 93)

«Herkesin şevkini kıran ve neş’esini kaçıran ve ağrazlar ve taraftarlıklar hissini

uyandıran ve sebeb-i tefrika olan ırkçılık cem’iyat-ı avamiyeyi teşkiline sebebiyet veren

ve

eden buradaki şube-i müstebidaneye muhalefet ettim.

Herkesin bir fikri var. İşte sulh-u umumi, aff-ı umumi ve ref’-i imtiyaz lâzım. Tâ ki biri

bir imtiyaz ile, başkasına haşarat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın.»

Şehadetnamesi sh: 32)

ismi meşrutiyet ve manası istibdad olan ve “İttihad ve Terakki” ismini de lekedar(İki Mekteb-i Musibetin

«Fikrimce meşrutiyetin düşmanı; meşrutiyeti gaddar, çirkin ve hilâf-ı şeriat göstermekle

meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir.

etmez.

Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül» (İki Mekteb-i Musibetin Şehadetnamesi sh: 33)

«

etmesin. Herkesin hukuku mahfuz kalsın, herkes harekât-ı meşruasında şahane serbest

olsun.»

Hürriyet budur ki: Kanun-u adalet ve te’dibden başka, hiç kimse kimseye tahakküm(Münazarat sh: 19)

Bediüzzaman Hazretleri ancak din dersleri ve terbiyesiyle kazanılan ve kazandırılan ve cemiyetçe

yaşanmasıyla ciddiyetini kazanan ve anarşi kapısını kapayan şu esaslara dikkat çeker:

«Bu millet ve vatan, hayat-ı içtimaiyesi ve siyasiyesi anarşilikten kurtulmak ve büyük

tehlikelerden halas olmak için, beş esas lâzım ve zarurîdir:

Birincisi; merhamet..

ikincisi,

çekilmek..

«Çünki kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa; akıl ve zekâvet, o insanları gayet

dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir, daha siyasetle idare edilmez.»

588)

hürmet.. üçüncüsü, emniyet.. dördüncüsü, haram ve helâlı bilip haramdanbeşincisi, serseriliği bırakıp itaat etmektir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 241)(Şualar sh:

«İnsan ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet cami’ bir istidad verildiği için; esfel-i

sâfilînden tâ âlâ-yı illiyyîne, ferşten tâ arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan

makamata, meratibe, derecata, derekata girebilir ve düşebilir bir meydan-ı imtihana

atılmış, nihayetsiz sukut ve suuda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu’cize-i kudret

ve netice-i hilkat ve acube-i san’at olarak şu dünyaya gönderilmiştir.»

(Sözler sh: 319)

Evet «Beşerde hayvanın aksine olarak, kuvâ ve müyûl fıtraten tahdid edilmemiş. Meyl-i

zulüm, hubb-u nefis dehşetli meydan alıyor.» (Sünuhat sh: 23)

Adalet ve maslahat-ı millet perdesi altında takib edilen garaz ve tarafgirlikler asayişi bozar, anarşiye

kapı açar:

«Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan:

ferdler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda

edilir.” diye; bütün nev’-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun sû’-i

isti’malinden neş’et ettiğini kat’iyyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i

muayyenesi olmadığı için çok sû’-i isti’male yol açmış. İki harb-i umumî, bu gaddar

kanun-u esasînin sû’-i isti’malinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği

gibi, on cani yüzünden doksan masumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî

perdesi altında şahsî garazlar, bir cani yüzünden bir kasabayı harab etti.»

sh: 98)

“Selâmet-i millet için(Emirdağ Lâhikası-II

Bu kaidenin sû’-i istimaliyle

masumun hakkını nazara almaz. Bir tek caninin yüzünden bin adamın kılınçtan

geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler masumu sıkıntıya verdirir. Ve

ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumîde

üçbin adamın caniyane siyaset hatalarıyla otuz milyon biçare nev’-i beşer aynı harbde

mahvedildiği gibi, binler misaller var.»

«Bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle bin(Emirdağ Lâhikası-II sh: 83)

«Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir

câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece

zulmettiğini bilirsin. Ve zâlimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ

bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adâletle batırılmaz.»

(Mektubat sh: 263)

«Halbuki

pek çok masumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden, taraftarları

veyahut akrabaları dahi şeni’ gıybetler ve tezyifler edilip, bir tek cinayet yüz cinayete

çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup, kin ve garaza ve

mukabele-i bil’misile mecbur ediliyor. Bu ise hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zir ü zeber

eden bir zehirdir ve

hazırlamaktır.

geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir

nisbetindedir.

şimdiki siyaset-i hazırada particilik taraftarlığı ile, bir câninin yüzündenhâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zeminİran ve Mısır’daki hissedilen hâdise ve buhranlar, bu esastan ileriAllah etmesin, bu hal bizde olsa, pek dehşetli olur.

Bu tehlikeye karşı

kuvvetin temel taşı yapıp, masumları himaye için, cânilerin cinayetlerini

kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.

çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o

Hem emniyetin ve asayişin temel taşı, yine bu kanun-u esasîden geliyor.

Meselâ:

emniyet ve asayiş düstur-u esasîsi ile o masumu kurtarıp tehlikeye atmamak için,

gemiye ve haneye ilişmemek lâzım; ta ki masum çıkıncaya kadar.»

Bir hanede veya bir gemide bir masum ile on câni bulunsa, hakiki adâletle ve(Emirdağ Lâhikası-II sh: 172)

Evet

dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedevîliğe dönüyorlar.

selâmet, adalet ve sulh-ü umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî,

şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârâne ve anûdâne

particilik gibi bazı cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilâf görülüyor. O

kanun-u esasî de budur:

«Beşerin vahşet ve bedevîlik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine, medeniyet namınaBeşerin

Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatâsıyla o taifenin, o cereyanın, o

aşiretin bütün fertleri mahkûm ve düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hatâ, binler

hatâ hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık,

muhabbet ve uhuvveti zîr ü zeber ediyor.

Evet, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu

kuvvetsizlikle zayıflandığı için, millete ve memlekete ve vatana âdilâne hizmete

muvaffak olunamadığından, maddî ve mânevî bir nevi rüşvet vermeye mecbur oluyorlar

ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için o gaddar, engizisyonâne ve bedeviyâne ve

vahşiyâne bu mezkûr kanun-u esasîye karşı ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî

teziru vaziretün vizra uhrâ’

muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi

büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki, “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz.”

Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik

sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız mânevî günahkâr olup

âhirette mesul olur; dünyada değil. Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa,

hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki Harb-i Umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle,

esfel-i sâfilîn olan o vahşî irticaa düşecek.»

velâ([12]) nass-ı kat’îsiyle, Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsi(Emirdağ Lâhikası-II sh: 82)

«

fesadin fî’l ardı fekeennema katele’n nâse cemîan’

velâ teziru vaziretün vizra uhrâ’([13]) men katele nefsen bigayri nefsin ev([14])

Yani, bu

olmaz. Hem bir mâsum, rızası olmadan, bütün insana da feda edilmez

ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse, o fedakârlık bir şehadettir ki, o başka

meseledir” diye, hakikî adalet-i beşeriyeyi te’sis ediyor.»

iki âyet, bu esası ders veriyor ki: “Bir adamın cinayetiyle başkalar mes’ul—kendi(Emirdağ Lâhikası-II sh: 98-99)

Kastamonu Lâhikası’nda da Bediüzzaman Hazretleri, «Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın

adâlet-i hakikiyesi, bir ferdin hakkını cemaata feda etmez. Hak, haktır; küçüğe büyüğe,

aza çoğa bakılmaz.» (sh: 150) demektedir.

RESMÎ VAZİFEDARLARIN

DİKKATİNE!

«Ubudiyetin noksaniyetiyle enaniyet kuvvet bulur, nemrutçuluklar çoğalır. Bu benlik

zamanında, memuriyet hakikatta bir hizmetkârlık olduğu halde; bir hâkimiyet, bir

ağalık, bir nemrutçuluk ile nefse gayet zevkli bir hâkimiyet mertebesini bir kısım

memurlara rüşvet olarak verdiği için, bütün o acib cinayetlerle ve kendinden olmayan

ceridelerin neşriyatıyla beraber bana yapılan muamelelerinden hissettim ki, bir cihette

manen Demokratlara galip geliyorlar. Halbuki İslâmiyet’in bir kanun-u esasîsi olan

hadîs-i şerifte

değil; millete bir hizmetkârlıktır. Demokratlık, hürriyet-i vicdan, İslâmiyet’in bu kanunu

esasîsine dayanabilir. Çünki kuvvet kanunda olmazsa şahsa geçer. İstibdad, mutlak

keyfî olur.»

seyyidü’l kavmi hâdimühüm’([15]) yani: Memuriyet, emirlik ise reislik(Emirdağ Lâhikası-II sh: 163)

«

hâdimühüm’

için tahakküm âleti değil... Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve

ubudiyetin zafiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan

çıkarıp bir hâkimiyet ve müstebidâne bir mertebe tarzına getirdiğinden, abdestsiz,

kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur. Ve hukuk-u ibad

da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin. Belki

nefsanî haksızlıklara vesile olur.

Şimdi, Adnan Menderes gibi, “İslâmiyetin ve dînin icaplarını yerine getireceğiz” diye

ve mezkûr iki kanun-u esasîye karşı muhalefet edip tam zıddına olarak iki dehşetli

cereyan, gayet büyük rüşvetle halkları aldatmak ve ecnebîlerin müdahalesine yol açmak

vaziyetinde hücum etmek ihtimali kuvvetlidir.

İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esasîsi: Şu hadîs-i şeriftir: seyyidü’l kavmi([16]) hakikatiyle, memuriyet bir hizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik

Birisi:

bir köyü de yakmış. Bu derecede bir istibdad-ı mutlak, her nefsin zevkine geçecek

Birinci kanun-u esasîye muhalif olarak, bir câni yüzünden kırk mâsumu kesmiş,

memuriyete bir hâkimiyet suretinde rüşvet vererek,

ediliyor.

dindar hürriyetperverlere hücum

İkinci hücum da:

yüzünden yüz mâsumun hakkını çiğneyebilen, zahiren bir milliyetçilik ve hakikatte

ırkçılık damarıyla hem hürriyetperver dindar Demokratlara, hem bütün bu vatandaki

yüzde yetmişi sair unsurlardan bulunanlara, hem hükûmet aleyhine, hem biçare Türkler

aleyhine, hem Demokratın takip ettiği siyaset aleyhine çalışarak ve

enaniyetli nefislere gayet zevkli bir rüşvet olarak bir ırkçılık kardeşliği veriyor.

zevkli kardeşliğin içinde, o zevkli faydadan bin defa daha ziyade

düşmanlığa çevirmek

Meselâ, İslâmiyet milliyetiyle 400 milyon hakikî kardeşin hergün

mü’minîne ve’l mü’minati’

ırkçılık 400 milyon mübarek kardeşleri, dört yüz serseriye ve lâübalilere yalnız dünyevî

ve pek cüz’î bir menfaati için terk ettiriyor. Bu tehlike hem bu vatana, hem hükûmete,

hem de dindar Demokratlara ve Türklere büyük bir tehlikedir. Ve öyle yapanlar da

hakikî Türk değillerdir. Necip Türkler böyle hatâdan çekinirler.

Bu iki taife herşeyden istifadeye çalışıp dindar Demokratları devirmeye çalıştıkları ve

çalıştırıldıkları, meydandaki âsar ile tahakkuk ediyor. Bu acip tahribata ve bu iki

kuvvetli muarızlara karşı, kırk Sahabe ile dünyanın kırk devletine karşı meydan-ı

muarazaya çıkan ve galebe eden ve bin dört yüz sene zarfında ve her asırda üç yüz dört

yüz milyon şakirdi bulunan hakikat-i Kur’âniyenin sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve

onun içindeki dünyevî ve uhrevî saâdet-i ebediyenin zevklerine o câzibedar hakikatle

beraber nokta-i istinad yapmak, o mezkûr muarızlarınıza ve hem dahil ve hariçteki

düşmanlarınıza karşı en lâzım ve elzem ve zarurî bir çâre-i yegânedir. Yoksa, o insafsız

dahilî ve haricî düşmanlarınız sizin bir cinayetinizi binler yapıp ve eskilerin de

cinayetlerini ilâve ederek başkaların başına yükledikleri gibi, size de yükleyecekler.

Hem size, hem vatana, hem millete telâfi edilmeyecek bir tehlike olur.» (Emirdağ

Lâhikası-II sh: 173)

Demokrat Parti hükûmetinin âkıbetini önceden bir ibret tablosu halinde haber veren Bediüzzaman

Hazretlerinin mezkûr yazısında dediği gibi, iki siyasî cereyanın ittifakı ile aynen vuku bulmuştur.

«Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adâlet-i İlâhiye namına ve hakaik-ı İslâmiye

dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak,

anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silah edecekler diye kalbe ihtar edildi.»

Şamiye sh: 79)

İslâmiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp, evvelkisi gibi, bir câniserseri veOhakikî kardeşlerigibi acip tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor.Allahümme’fir lil([17]) dua-yı umumîsiyle mânevî yardım görmek yerine,(Hutbe-i

«Kuvvet kanunda olmalı.

Yoksa istibdad tevzi olunmuş olur.» (Hutbe-i Şamiye sh: 79)

İKTİSADÎ MES’ELELER

Medeniyet namı altında millete aşılanan fantaziye ve modadan doğan aşırı israf, içtimaî ahlâkın,

emniyet ve huzurun bozulmasına kapı açtığını beyan eden Bediüzzaman Hazretleri, sorulan bir

suale verdiği cevapta iktisad ve israf hakkında izahatta bulunur. Sual aynen şöyledir:

«Sen eskiden şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata

çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan “

diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?

mim’siz”

Elcevap:

ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki

maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu.

İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat

meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi.

Semavî Kur’ân’ın kanun-u esasîsi,

tüsrifû’

olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir” diye Risale-i

Nur bu esası izaha binaen, kısa bir iki nükte söyleyeceğim:

Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareketleyse lil insani illâ mâ seâ’([18]) külû veşrebû velâ([19]) ferman-ı esasîsiyle, “beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa’ye gayrette

Birincisi:

etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i

istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar

hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç

olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam

helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç

hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç

cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Biçare avâm ve havas

tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’ân’ın kanun-u esasîsi olan “vücub-u

zekât, hurmet-i riba” vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı

şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk

etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti.

Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik

İkinci nükte:

olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi

görüyoruz ki, ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe ve sefahete ve sa’yi ve çalışmayı

bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için, sa’yin şevkini kırıyor. Ve

kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevk ediyor.

Meselâ, Risale-i Nur’daki Nur Anahtarının dediği gibi, radyo büyük bir nimet iken,

maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmekle bir mânevî şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü

hevesata, lüzumsuz, mâlâyâni şeylere sarf edildiğinden, tembelliğe, radyo dinlemekle

heveslenmeye sevk edip sa’yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor.

Hattâ çok menfaatli olan bir kısım harika vesait, sa’y ve amel ve hakikî maslahat-ı

ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâzım gelirken, ben kendim gördüm, ondan bir ikisi zarurî

ihtiyâcâta sarf edilmeye mukabil, ondan sekizi keyif, hevesat, tenezzüh, tembelliğe

mecbur ediyor. Bu iki cüz’î misale binler misaller var.

Bu medeniyet-i hâzıranın harikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye

Elhasıl:

hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve

hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış.

Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe

atmış, sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız

zayi ediyor.

Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla yüz

nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.

Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri

Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli

hastalıklar ve

gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit

beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor.

İşte

talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene

evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin

bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem

saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını; ve

ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan

çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini; ve şimdiye kadar olduğu

gibi

belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini,

Kur’ân-ı Mu’cizi’l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i

İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor!»

II sh: 99)

dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibahabu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’ân-ı Hakîmin dört yüz milyondinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil,(Emirdağ Lâhikası-

ANARŞİ VE BÖLÜCÜLÜGE KARŞI

ÇARELER YARDIMLAŞMA

İHTİYACI

«Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları

arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı

muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında

muvasalayı te’min eden, zekât ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekât ile hurmet-i ribaya

müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir,

sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat,

muhabbet yerine ihtilâl sadaları, hased bağırtıları, kin ve nefret vaveylâları yükselir.

Kezalik yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri,

tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor.»

(İşarat-ül İ’caz sh: 44)

«

Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan

Bütün muavenet ve yardım nevilerini hâvi olan zekât hakkında, sahih olarak‘ezzekatü kantaratü’l İslâmi’([20])

hadis-i şerifi mervidir. Yani,

köprüsü üzerinden geçmekle yapılır.

heyet-i içtimaiyesinde intizam ve asayişi temin eden

beşerde hayat-ı içtimaiyenin hayatı, muavenetten doğar. İnsanların

terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilâllerden, ihtilâflardan meydana

gelen felâketlerin tiryakı, ilâcı, muavenettir.

Evet, zekâtın vücubu ile ribanın hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir

maslahat, geniş bir rahmet vardır.

Evet,

lekelendiren beşerin mesâvisine, hatâlarına dikkat edersen, heyet-i içtimaiyede

görünen ihtilâller, fesatlar ve bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden

görürsün.

Müslümanların birbirine yardımları, ancak zekâtZira yardım vasıtası zekâttır. İnsanlarınköprü, zekâttır. Âlem-ieğer tarihî bir nazarla sahife-i âleme bakacak olursan ve o sayfayıdoğduğunu

Birisi:

Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!”

İkincisi:

rahat edeyim.”

Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde

Âlem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci

kelimeyi sildiren ancak zekâttır.

Nev-i beşeri umumî felâketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevk edip terakkiyatı,

mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.

asayişi» (İşarat-ül İ’caz sh: 44)

«Su-i istimalat o dereceye vardı ki:

vasıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı

kadar taht-el arz madenlerde çalışıp kût-u lâyemût derecesinde on kuruşluk bir ücret

kazanıyor. Şu hal, müdhiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avam tabakası havassa ilân-ı isyan

etti. Şu asrın tabiriyle sosyalistlik, bolşeviklik suretinde evvel Rusya’yı zîr ü zeber edip

geçen harb-i umumîden istifade ederek her yerde kök saldılar.»

Bir sermayedar kendi yerinde oturup, bankalarhalde, bir biçare amele sabahtan akşama(Osm.Mektubat sh: 582)

«Eskiden ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar

yoktur.»

(Mektubat sh: 476)

«Acaba hakikat-ı İslâmiyenin binler mesailinden yalnız

medeniyet ve muavenet olursa, bu belâya ve yılanın yuvası olan maişetteki müdhiş

müsavatsızlığa deva-i şâfi olmayacak mıdır? Evet en mükemmel ve bozulmaz bir deva

olacaktır.»

zekât mes’elesi, düstur-u(Muhakemat sh: 43)

KOMÜNİZMİN KARŞISINDA

RİSALE-İ NUR

Komünizmin en dehşetli iki hususiyeti vardır:

Biri: Allah’ı, maneviyatı, manevî değerleri ve ahlakî esasları inkâr eden ateistliği ve materyalistliğidir.

İkincisi: Ferd mülkiyetini ve hiçbir hürriyet hakkını tanımayan ve idareciler zümresi diktatörlüğü

olan aşırı devletçiliğidir.

Komünizmin merkezi sayılan Rusya, aşırı devletçiliğini mecburiyetle zayıflatmış, fakat dinsizliğini

terketmiş olduğu hakkında henüz haberler işitilmemiştir. Belki açık dinsizliğini, daha dehşetli olan

nifak şekline çevirmiş olabilir.

Nitekim Emirdağ Lâhikası’nın 58. sahifesinde 1946’lerde yazılan mektubda, yani 1946’ten sonra,

hem aynı eserin 21. sahifesine göre elli sene sonra yani 1996’lerde, medeniyet dünyasında

deccalane bir vahşet doğacağını, aynı eserin 249. sahifesinde de gelecek müdhiş belâlar ve

anarşiliğe karşı Risale-i Nur’un çare olarak resmen neşredilmesi gerektiğini ve Mektubat eserinin

56. sahifesinde ikinci cereyan, yani geniş dairedeki dinsizlik cereyanı intişar ederek pek kuvvetli

görüneceği zaman İslâm ve İsevî ittifakının kuvvetiyle mukabele edileceğini bildiren beyanlar gibi,

Risale-i Nur’un ikaz ve ihbarları gösteriyor ki; iman ve küfür mücadelesi ciddiyetini korumaktadır

ki, müteyakkız bulunmayı gerektirir.

Hem bu sebepledir ki, Risale-i Nur’da Komünizm ve ifsad cereyanlarına karşı ikaz eden ve Risale-i

Nur’un maksad ve vazifesini bildiren beyanlar vardır. Bu beyan ve ikazlardan birkaçı şöyledir:

«Kur’an-ı Hakîm’in sırr-ı hakikatıyla ve i’cazının tılsımıyla,

proğramımız ve mesleğimiz

hareketimiz ve hedefimiz,

kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir

benim ve Risale-i Nur’unve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-iölümün idam-ı ebedîsinden iman-ı tahkikî ile bîçareleri

(Emirdağ Lâhikası-I sh: 28)

«Biz, bütün kuvvetimizle anarşiliğe bir sedd-i Zülkarneyn gibi, bir sedd-i Kur’anî te’sisine

çalışıyoruz. Bize ilişenler, anarşilik ve belki komünistliğe zemin ihzar ediyorlar.»

(Emirdağ Lâhikası-I sh: 31)

Bu feci durum karşısında resmî makamlar hal çaresini aramak için kendisiyle istişare etmeleri

gerekirken, aksine mahkemelere vermekle ortaya konan çok garip muameleyi Bediüzzaman şöyle

ifade eder:

«Hem beklerdim ki;

Nurların hizmeti ne derecededir ve bu mübarek vatan bu dehşetli seyelandan nasıl

muhafaza edilecek?” gibi dağ misillü mes’elelerin sorulmasının lüzumu varken, sinek

kanadı kadar ehemmiyeti olmayan ve hiç bir medar-ı mes’uliyet olmayan cüz’î ve şahsî

ve garazkârların iftiralarıyla habbe, kubbeler yapılmış mes’eleler için bu ağır şerait

altında hiç ömrümde çekmediğim bir perişaniyetime sebebiyet verildi. Bize üç

mahkemenin sorduğu ve beraet verdiği aynı mes’elelerden ve âdi ve şahsî bir-iki

mes’ele için manasız sualler edildi.»

“vatanımızda anarşiliğe inkılâb eden komünist tehlikesine karşı(Şualar sh: 377)

«

başka çare olamaz. Çünki nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakiki Yahudi ve

Nasrani olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de

olamaz. Belki anarşist olur,

516)

Halbuki din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadanbir Müslüman, bolşevikdaha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez.» (Şualar sh:

“Ne Komünistlik, ne de İslâmiyet; biz orta bir yoldan gideriz, medeni bir hayat yaşarız”

gibi bir iddianın asılsızlığını Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan eder:

«Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyet’e karşı komünist mücadelesi ortası

olamaz.

hakları var. Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet diyebilirler. Fakat

vatanda küfr-ü mutlaka karşı iman ve İslâmiyet’ten başka bir din, bir mezheb olamaz.

Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir.

zaman Yahudi ve Nasrani olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur.»

Lâhikası-II sh: 59)

Sağ ve sol, ortası üç meslek icab ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deselerbuÇünki hakiki bir müslüman hiçbir(Emirdağ

«Şimdi fen ve felsefenin dalâlet kısmı; yani Kur’anla barışmayan, yoldan çıkmış,

Kur’ana muhalefet eden kısmı, küfr-ü mutlakı komünistler tarzında neşre başladılar.

Komünistlik perdesinde anarşistliği netice verecek bir surette münafıklar, zındıklar

vasıtasıyla ve bazı müfrit dinsiz siyasetçiler vasıtasıyla neşir ile aşılanmaya başlandığı

için; şimdiki hayat, dinsiz olarak kabil değildir, yaşamaz. “Dinsiz bir millet yaşamaz”

hükmü bu noktaya işarettir. Küfr-ü mutlak olduğu zaman, hakikat-ı halde yaşanmaz.

Onun için Kur’an-ı Hakîm, bu asırda bir mu’cize-i maneviyesi olarak Risale-i Nur şakirdlerine

bu dersi vermiş ki; küfr-ü mutlaka, anarşistliğe karşı sed çeksin. Hem çekmiş.

Evet Çin’i, hem yarı Avrupa’yı ve Balkan’ları istilâ eden bu cereyana karşı bizi

muhafaza eden Kur’an-ı Hakîm’in bu dersidir ki; o hücuma karşı sed çekmiş, bu suretle

o tehlikeye karşı çare bulmuştur.

İSLÂMİYETTEN ÇIKAN BİR

MÜSLÜMAN, ANARŞİST OLUR

Demek bir müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hristiyan ve Yahudi, hususan

bolşevik gibi olmak… Çünki bir

ziyade sever.

İsevî müslüman olsa, İsa Aleyhisselâmı dahaBir Musevî müslüman olsa, Musa Aleyhisselâmı daha ziyade sever.

Fakat bir

bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur

halet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur.

Onun için Cenab-ı Hakk’a şükür Kur’an-ı Hakîm’in işarat-ı gaybiyesi ile kahraman

Türk ve Arab milletleri içinde lisan-ı Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtaracak bir mu’cize-i

Kur’aniyenin Risale-i Nur namıyla bir dersi intişara başlamış. Ve onaltı sene evvel altıyüzbin

adamın imanını kurtardığı gibi, şimdi milyonlardan geçtiği sabit olmuş. Demek

Risale-i Nur; beşeri anarşilikten kurtarmaya bir derece vesile olduğu gibi, İslâm’ın iki

kahraman kardeşi olan Türk ve Arab’ı birleştirmeye, bu Kur’anın kanun-u esasîlerini

neşretmeye vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar.»

müslüman, Muhammed Aleyhissalatü Vesselâm’ın zincirinden çıksa, dinini; ruhunda kemalâta medar hiçbir(Emirdağ Lâhikası-II sh: 243)

«Şimdi bu zamanda en büyük tehlike olan zendeka ve dinsizlik ve anarşilik ve

maddiyunluğa karşı

sarılmaktır. Yoksa koca Çin’i, az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye;

siyasî, maddî kuvvetler ile susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-ı Kur’aniyedir.»

Lâhikası-II sh: 54)

yalnız ve yalnız tek bir çare var: O da Kur’anın hakikatlarına(Emirdağ

«…Hem İslâmiyet, sair dinlere kıyas edilmez. Bir müslüman İslâmiyetten çıksa ve

dinini terketse, daha hiçbir peygamberi kabul edemez; belki Cenab-ı Hakk’ı dahi ikrar

edemez ve belki hiçbir mukaddes şey’i tanımaz; belki kendinde kemalâta medar olacak

bir vicdan bulunmaz, tefessüh eder.»

(Mektubat sh: 438)

CHP’YE MEKTUP

Yine Bediüzzaman Hazretleri takriben 1946 senelerinde Halk Partisi genel sekreterine hitaben

yazdığı, fakat mes’uliyet makamında bulunan devlet adamları için her zaman tazeliğini koruyan

ikaznamesinde, memleketimize sokulan Avrupa’nın sefih medeniyetine bedel, cemiyetimizde İslâmî

hayat tervic edilmezse, Türk milletinin parça parça olmasına sebebiyet verileceğini şöyle beyan

eder:

«Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i

İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir

surette kurtulmasına büyük bir vesile olan

kardeşleri;

sahib çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlış bir surette ve din zararına

medeniyetin propagandası yerinde doğrudan

imaniyeyi tervice çalışmazsanız,

isbat ederim ki;

kahraman kardeşi ve kumandanı olan

mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki

ve şanlı ordusu olan bu

çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verecek.

Evet hariçte iki dehşetli cereyana karşı

dayanabilir.

namusun servetini serserilere ibahe etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir

cereyanı durduracak; ancak İslâmiyet hakikatıyla mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün

mazideki şerefini İslâmiyette bulmuş bu millet dayanabilir.

ve milliyetperverleri, herşeyden evvel bu mümtezic, müttehid milliyetin can

damarı hükmünde olan hakaik-ı Kur’aniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas

tutmak ve düstur-u hareket yapmakla

sh: 218)

Türk Milleti ve Türkleşmiş olanların dineğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ana ve hakaik-ı imanadoğruya hakaik-ı Kur’aniyeyi vesize kat’iyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerleâlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret veTürk milletine bir adavet ve şimdi âlem-i İslâmıanarşiliğe mağlub olup, âlem-i İslâmın kal’asıTürk Milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîdenbu kahraman millet, Kur’an kuvvetiyleYoksa küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-iBu milletin hamiyetperverlerio cereyanı durdurur inşâallah.» (Emirdağ Lâhikası-I

Demek millî müşterekiyetin esası olan imanî şuur ve İslâmî hayat za’fa uğratılsa, millet grup grup

olup parçalanır.

«Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir

kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlaktan başka hiçbir terbiye ve

tedbirle idare edilmez. Bu hakikatın çok hüccetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin

zekâvetinize havale ediyorum.»

(Emirdağ Lâhikası-I sh: 219)

«Sizler ey ehl-i siyaset ve hükûmet! Evham edip bizlerle uğraşmayınız.

Bil’akis teshilât göstermeniz lâzım. Çünki

merhameti te’sis ile hem âsâyişi, hem inzibatı, hem hayat-ı içtimaiyeyi

anarşilikten kurtarmağa çalışıp,

ediyor, takviye ve te’yid ediyor.»

hizmetimiz, emniyet ve hürmet vesizin hakikî vazifenizin temel taşlarını tesbit(Kastamonu Lâhikası sh: 137)

ANARŞİ VE DİNSİZLİĞE KARŞI

KOYACAK, ANCAK İTTİHAD-I

İSLÂM KUVVETİDİR

Komünist ve Masonluk gibi cereyanlar anarşizmi netice verdiğini ve buna karşı çare olarak şeair-i

İslâmiyeyi ihya ve ittihad-ı İslâma istinad etmek gerektiğini Demokrat Parti Hükûmetine

ihtar ederken, bütün vatansever vazifedarlara da hitab eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:

«Şimdi milletin arzusuyla şeair-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan

Demokratlar,

hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek

yegânesi; ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır.

zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mani

olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar. Çünki

çare-iEski

komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac

ediyor. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye

etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir.

olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız

odur. Ve bu hakikata binaen

komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zaruridir.»

Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesileDemokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikata istinad edip(Emirdağ Lâhikası-II sh: 24)

Bu gizli muarızlar, çeşitli bahaneler uydurarak bir kısım makam sahiplerini aldatıp Risale-i Nur

aleyhine çevirmek isterler. Evet:

«

en büyük kuvveti olan Âlem-i İslâm’ın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini

kırmak ve nefret verdirmek için

mutlakı yerleştirenlerdir

“Risale-i Nur ve Şakirdleri, dini siyasete âlet eder, emniyete zarar ihtimali var.”

Risale-i Nur’a perde altında hücum eden, ecnebi parmağıyla bu vatandaki milletinsiyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-üki, hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki def’adır şaşırtıp, der:

Hey bedbahtlar!

kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla

bozar, reddeder.

Emniyeti, asayişi, hürriyeti, adâleti te’min ettiğine yüzer hüccetlerden biri, bu

müdafaanamesi hükmündeki Meyve Risalesi’dir. Bunu âlî bir heyet-i ilmiye ve

içtimaiye tedkik etsinler; eğer beni tasdik etmezlerse, ben her cezaya ve işkenceli idama

razıyım!»

Risale-i Nur’un, gerçi siyasetle alâkası yoktur; fakat küfr-ü mutlakı(Şualar sh: 281)

RİSALE-İ NUR’UN İKİ MÜHİM

VAZİFESİ

«Biz, Risale-i Nur’la, bu memleketin ve istikbalinin en büyük iki tehlikesini def’

etmeye çalışıyoruz ve bilfiil çok emarelerle, hattâ mahkemede de kısmen isbat

etmişiz.

Birinci tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir surette girmeğe çalışan

anarşiliğe karşı sed çekmek.

İkincisi: Üçyüz elli milyon müslümanların nefretlerini kardeşliğe çevirmekle, bu

memleketin en büyük nokta-i istinadını temin etmektir.»

(Emirdağ Lâhikası-I sh: 128)

RİSALE-İ NUR MESLEĞİNDE

ŞEFKAT VE ASAYİŞİ MUHAFAZA

«

itibariyle bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden canilere, değil ilişmek; hattâ

beddua edemiyorum. Hattâ en şiddetli garazla bana zulmeden fâsık belki dinsiz zâlimlere

hiddet ettiğim halde değil maddî, belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat

men’ediyor. Çünki o zâlim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere veya

evlâdı gibi masumlara maddî ve manevî darbe gelmemek için, o dört masumların

hatırına binaen o zâlim gaddara ilişmiyorum. Bazan helâl ediyorum.

İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki; idare ve asayişe kat’iyen ilişmediğimiz gibi, bütün

arkadaşlarımıza da o derece tavsiye etmişim ki, üç vilayetin insaflı zabıtalarının bir

kısmı itiraf etmişler ki: “

muhafaza ediyorlar.”

tasdik ve binler şakirdlerin de zabıtaca hiçbir vukuat kaydetmemesi ile tasdik ve te’yid

ettikleri halde, o biçare adamın ihtilâlci ve insafsız bir komiteci gibi menzilini basmak

ve insafsız adamlar ona ihanet etmek ve menzilinde bir şey bulamamakla beraber, yüz

cinayeti bulunan bir adam gibi hattâ Kur’anı ve başındaki levhalarını evrak-ı muzırra

gibi toplamak, acaba dünyada hangi kanun buna müsaade eder?»

Risale-i Nur mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan şefkatBu Nur şakirdleri manevî bir zabıtadır; idare ve asayişidedikleri ve bu hakikata binler şâhid ve yirmi sene hayatıyla(Emirdağ Lâhikası-I sh: 279)

«…Komünist perdesi altında anarşistliğin, emniyet-i umumiyeyi bozmağa dehşetli

çalışmasına karşı;

her tarafında o müdhiş ifsadı durduruyor ve kırıyor.

çalışıyor ki, pek çok bir kesrette ve memleketin her tarafında bulunan Nur talebelerinden,

bu yirmi senede alâkadar üç-dört mahkeme ve on vilâyetin zabıtaları, emniyeti

ihlâle dair bir vukuatlarını bulmamış ve kaydetmemiş. Ve üç vilâyetin insaflı bir kısım

zabıtaları demişler: “

yardım ediyorlar. İman-ı tahkikî ile, Nur’u okuyan her adamın kafasında bir

yasakçıyı bırakıyorlar. Emniyeti temine çalışıyorlar.”

Risale-i Nur ve şakirdleri, iman-ı tahkikî kuvvetiyle bu vatanınEmniyeti ve asayişi temineNur talebeleri manevî bir zabıtadır. Asayişi muhafazada bize

Bunun bir nümunesi Denizli Hapishanesidir. Oraya Nurlar ve o mahpuslar için yazılan

Meyve Risalesi girmesiyle, üç-dört ay zarfında ikiyüzden ziyade o mahpuslar öyle

fevkalâde itaatli, dindarane bir salâh-ı hal aldılar ki, üç-dört adamı öldüren bir adam,

tahta bitlerini öldürmekten çekiniyordu. Tam merhametli, zararsız, vatana nâfi’ bir uzuv

olmaya başladı. Hattâ resmî memurlar, bu hale hayretle ve takdirle bakıyordular.»

(Lem’alar sh: 261)

İSTİKBALDE ÂLEM-İ İSLÂM

Bediüzzaman Hazretleri 1910 senelerinde verdiği müjdeli bir ihbarında âlem-i İslâm’da “üç

nur”, âlem-i küfürde “üç zulmet” geleceğini bildirir. Şöyle ki: Bediüzzaman Hazretleri o senelerde:

«Van’a gitmek üzere İstanbul’dan ayrılır, Batum yoluyla Van’a giderken Tiflis’e uğrar.

Tiflis’te, Şeyh San’an Tepesi’ne çıkar. Dikkatle etrafı temaşa ederken yanına bir Rus polisi

gelir ve sorar: “Niye böyle dikkat ediyorsun?”

Bediüzzaman der:

“Medresemin plânını yapıyorum.”

O der:

“Nerelisin?”

Bediüzzaman:

“Bitlisliyim.”

Rus polisi:

“Bu Tiflis’tir!”

Bediüzzaman:

Rus polisi: “Ne demek?”

“Bitlis, Tiflis birbirinin kardeşidir.”

Bediüzzaman:

Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidane

yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım.”

“Asya’da âlem-i İslâm’da üç nur birbiri arkasında inkişafa başlıyor.

Rus polisi:

“Heyhat!.. Şaşarım senin ümidine?”

Bediüzzaman:

misin? Her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı vardır.”

“Ben de şaşarım senin aklına! Bu kışın devamına ihtimal verebilir

Rus polisi:

“İslâm parça parça olmuş?”

Bediüzzaman:

İşte Hindistan, İslâmın müstaid bir veledidir; İngiliz mekteb-i idadîsinde çalışıyor.

Mısır, İslâmın zeki bir mahdumudur; İngiliz mekteb-i mülkiyesinden ders alıyor.

Kafkas ve Türkistan, İslâmın iki bahadır oğullarıdır; Rus mekteb-i harbiyesinde talim

ediyorlar. İlâ âhir…

Yahu, şu asilzade evlâd, şehadetnamelerini aldıktan sonra, herbiri bir kıt’a başına

geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyet’in bayrağını âfâk-ı kemalâtta temevvüç

ettirmekle, kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına, nev-i beşerdeki hikmet-i

ezeliyenin sırrını ilân edecektir.”»

“Tahsile gitmişler.(Tarihçe-i Hayat sh: 78)

Yukarıda zikredilen “üç nur”, “üç zulmet” ten maksadın ne olduğuna “İhbarat-ı istikbaliyeyi zaman

tefsir eder” kaidesiyle bakılmalıdır. Ancak bu arada Risale-i Nur’da izah edilen ve iman, hayat ve

şeriatı ifade eden üç mes’ele ve üç devre; hem Nur’un iman hizmeti ve ittihad-ı İslâm ve İslâmİsevî

ittifakı olarak üç ehemmiyetli inkişafatın tebşir-i istikbaliyesi düşünülebilir.

“Üç zulmet” ise, Risale-i Nur’dan “Şualar” adlı eserinde Beşinci Şua’ın 12. Mes’elesinin ikinci

te’vilinde beyan olunan, her iki Deccal’ın üç devre-i istibdadlarına ve o istibdadlara karşı çıkan

feveranlarla çökmelerine işaret olabilir. Meselâ, az yukarıda kaydedildiği gibi, Hindistan’ın

İngilizlerin tahakkümü ile intibaha gelmesi; Mısır’ın, o istibdada karşı, mülkiyede (siyasî ve idarî

sahada) hâkimiyet ve istiklâliyetine kavuşacağı; Kafkas ve Türkistan, Rus istibdadına karşı askerî

ve maddî cihad sahasında feveranla hürriyetine sahib olacağı müjdelerinin tezahürleri görüldü ve

daha da görülecek .. İnşaallah.....

[1]

el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:529-530; İbni Hibban, Sahih, 8:286.

[2]

Hucurat Sûresi, 49:10.

[3]

409.

Buharî, Salât: 88; Edeb: 36; Mezâlim: 5; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Nesâî, Zekât: 67; Müsned, 4:405,

[4]

Sûresi, 49:13.

Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık; sonra da, birbirinizi tanıyasınız diye milletlere ve kabilelere ayırdık.” Hucurat

[5]

Mâce,

Buharî, Ahkâm: 4, İmâra: 36, 37; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Tirmizî, Cihâd: 28, İlim: 16, Nesâî, Bey’a: 26; İbniCihad: 39; Müsned, 4: 69, 70, 199, 204, 205, 5:381, 6:402, 403.

[6]

Fetih Sûresi, 48:26.

[7]

Mâide Sûresi, 5:54.

[8]

Allah’ın dinine ve Kur’ân’a hep birlikte sım sıkı sarılın.” Âl-i İmran Sûresi, 3:103.

[9]

Mü’minler kardeştirler.” Hucurât Sûresi, 49:10.

HAŞİYE

İslâmiyet milleti herşeye kâfidir. Din, dil bir ise, millet de birdir. Din bir ise, yine millet birdir.

[10]

efendi arasında hiçbir fark yoktur. “

İslâm, Câhiliyetten kalma ırkçılık ve kabileciliği ortadan kaldırmıştır. Müslüman olduktan sonra, Habeşli bir köle ile Kureyşli bir

Bu ibare, İslâmiyet öncesi câhiliye âdetlerine dönmekten men eden hadislerden iktibas edilmiştir. Bu mevzuda bir çok hadisi

şerif rivayet edilmiştir. Bunlardan birisi şöyledir: vvv Manâsı: “İslâm dini kendinden önceki bâtıl olan fiil, hareket, âdet ve

inanışları keser, kaldırır.”

26;

Buharî, Ahkâm: 4, İmâra: 36, 37; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Tirmizî, Cihâd: 28, İlim: 16, Nesâî, Bey’a:İbni Mâce, Cihad: 39; Müsned, 4: 69, 70, 199, 204, 205, 5:381, 6:402, 403.

[11]

Buharî, Ahkâm: 4, İmâra: 36, 37; Ebû Dâvud, Sünnet: 5; Tirmizî, Cihâd: 28, İlim: 16, Nesâî, Bey’a: 26; İbni Mâce, Cihad: 39;

Müsned,

4: 69, 70, 199, 204, 205, 5:381, 6:402, 403.

[12]

En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.

[13]

En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi, 39:7.

[14]

Mâide Sûresi, 5:32.

[15]

Milletin efendisi, onlara hizmet edendir.” el-Mağribî, Câmiu’ş-Şeml, 1:450, Hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463.

[16]

Milletin efendisi, onlara hizmet edendir.” el-Mağribî, Câmiu’ş-Şeml, 1:450, Hadis no: 1668; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 2:463.

[17]

Allah’ım, erkek ve kadın bütün mü’minleri bağışla.”

[18]

A’râf Sûresi, 7:31.

[19]

Necm Sûresi, 53:39.

[20]

el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, 1:517.
HOŞ GELDİNİZ  
   
Facebook beğen  
 
 
NAMAZ VAKTİ  
   
TAKVİM  
 
 
facebook Salahaddin Şmşk

Kartınızı Oluşturun
 
  .................................  
Bugün 24 ziyaretçi (72 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol