bütün ruh u canıyla Kur’anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde,
sene sonra
eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak
en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden;
o zamanın insanlarını düşünüyoruz.
Evet efendiler! Gerçi
kurtarmak ve şakirdlerinin ise, kendilerini ve vatandaşlarını idam-ı ebedîden ve ebedî
haps-i münferidden kurtarmaya çalışmaktır, fakat
ehemmiyetli bir hizmettir;
bîçareler kısmını dalâlet-i mutlakadan kurtarmaktır. Çünki, bir Müslüman başkasına
benzemez. Dini terkedip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir müslim; dalâlet-i mutlakaya
düşer, anarşist olur, daha idare edilmez.
Evet eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an’anat-ı
milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde;
Siz ne için sebebsiz bizimle ve Risale-i Nur’la uğraşıyorsunuz! Kat’iyen sizeRisale-i Nur ve hakiki şakirdleri, elli senegelen nesl-i âtiye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan veŞimdi bizimleşimdiki vaziyette de, elli sene sonra sonra bu dindar,elbette anlıyorsunuz. Bin senedenberi bu fedakâr millet,ellio parlak mazisini dehşetli lekedar belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtininbu zamanın insanlarını değil,Risale-i Nur sırf âhirete bakar; gayesi rıza-yı İlâhî ve imanıdünyaya ait ikinci derecede gayetve bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i âtininelli sene sonra,
yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek
ihtimalinin düşünülmesi ve o belâya karşı bir çare taharrisi, yirmi sene evvel beni siyasetten
ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan kat’iyen men’ettiği gibi; Risale-i Nur’u,
hem şakirdlerini, bu zamana karşı alâkalarını kesmiş; hiç onlarla ne mübareze, ne
meşguliyet yok.»
(Emirdağ Lâhikası-I sh: 21)
Hem yine Bediüzzaman Hazretleri 1946’larda yazdığı bir mektubunun sonunda, içtimaî ve siyasî
boğuşmaların sonunda gelecek dehşetli iki cereyanın vahşetini ve çaresini beyan ederken diyor ki:
«Yalnız ehemmiyetli
neticesinde eski harb-i umumîden çıkan zarardan daha büyük bir zarar, medeniyetin
istinadı, menbaı olan
teselliye medar; âlem-i İslâm’ın tam intibahıyla ve Yeni Dünyanın, Hristiyanın hakiki
dinini düstur-u hareket ittihaz etmesiyle ve âlem-i İslâmla ittifak etmesi ve
Kur’ana ittihad edip tabi olması,
muavenetle dayanıp inşâallah galebe eder.»
bir endişe ve bir teselli kalbime geliyor ki; bu geniş boğuşmalarınAvrupa’da deccalâne bir vahşet doğurmasıdır. Bu endişeyiİncil,o dehşetli gelecek iki cereyana karşı semavî bir(Emirdağ Lâhikası-I sh: 58)
Millî bir değişiklik ve inkılâb hareketiyle cemiyeti fıtrata aykırı bir yola itmek, içtimaî ve umumî bir
fesada kapı açar. Bu hususu Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade ediyor:
«Hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvafık
hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve
tahrip hesabına geçer.»
(Lem’alar sh: 170)
Problemin bu tarz tatbikattan doğacağını ihtar eden Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor:
«…Ey müslümanları dünyaya şiddetle teşvik eden ve san’at ve terakkiyat-ı ecnebiyeye
cebr ile sevkeden
bağlandıkları rabıtaları kopmasın!
altında bazıların dinden rabıtaları kopsa, o vakit hayat-ı içtimaiyede bir semm-i katil
hükmünde o dinsizler zarar verecekler.»
bedbaht hamiyet-füruş! Dikkat et, bu milletin bazılarının din ileEğer böyle ahmakane körükörüne topuzların(Lem’alar sh: 122)
«Tevfik isterseniz, kavanin-i âdetullaha tevfik-i hareket ediniz. Yoksa tevfiksizlik ile
cevab-ı red alacaksınız.»
(Hutbe-i Şamiye sh: 85)
Cemiyet hayatının istikametini bozan ve ihtilafları doğuran bu tür yanlış tatbikatlar, rivayetlerde
haber verilen NİFAK CEREYANInın galebesine zemin hazırladığını ihtar eden Bediüzzaman
Hazretleri rivayete istinaden şöyle der:
«Ehâdis-i şerifede gelmiş ki: “Âhirzamanın
başına geçecek
istifade ederek, az bir kuvvetle nev-i beşeri hercümerc eder ve koca
esaret altına alır.
Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız.
İhtilâfınızdan istifade eden zalimlere karşı
Süfyan ve Deccal gibi nifak ve zındıkaeşhâs-ı müdhişe-i muzırraları, İslâmın ve beşerin hırs ve şikakındanâlem-i İslâmı”([1])
‘
Yoksa, ne hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz.
Malûmdur ki, iki kahraman birbiriyle boğuşurken, bir çocuk ikisini de dövebilir. Bir
mizanda iki dağ birbirine karşı muvazenede bulunsa, bir küçük taş, muvazenelerini
bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir. İşte, ey ehl-i iman!
İhtiraslarınızdan ve husumetkârâne tarafgirliklerinizden, kuvvetiniz hiçe iner; az bir
inneme’l mü’minüne ıhvetün’([2]) kale-i kudsiyesi içine giriniz, tahassun ediniz.
‘
âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyevîden ve şekavet-i uhreviyeden
kurtulunuz...» (Mektubat sh: 270)
el mü’minü lil mü’mini kelbünyani’l mersûsı yeşüddü ba’duhü ba’dan’ ([3]) düsturu
DECCALİYET YAŞAYIŞ TARZINI
DEĞİŞTİRİR
En dehşetli anarşiyi doğuran Deccaliyet hakkında sorulan bir suale verdiği cevabında, Bediüzzaman
Hazretleri o cereyanın tahribatına dikkat çekerek şu izahatı verir:
«…
Rivayetlerde Hazret-i İsa Aleyhisselama “Mesih” namı verildiği gibi her iki deccala
dahi “Mesih” namı verilmiş ve bütün rivayetlerde
‘min fitneti’l mesihı’d deccal, min fitneti’l mesihı’d deccal’ denilmiş. Bunun hikmeti ve
te’vili nedir?
Elcevap:
Aleyhisselâm, şeriat-ı Mûseviyede bir kısım ağır tekâlifi kaldırıp şarap gibi bazı
müştehiyâtı helâl etmiş; aynen öyle de,
hükmüyle
idare eden rabıtaları bozarak anarşistliğe ve Ye’cüc ve Me’cüc’e zemin hazır eder. Ve
Allahu a’lem, bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlâhî ile İsabüyük Deccal, şeytanın iğvâsı veşeriat-ı İseviyenin ahkâmını kaldırıp Hıristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini
İslâm Deccalı olan “Süfyan”
ahkâmını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak,
maddî ve mânevî rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş
bırakarak hürmet ve merhamet gibi nuranî zincirleri çözer, hevesat-ı müteaffine
bataklığında birbirine saldırmak için cebrî bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir
hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar
şiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.»
dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) ebedî bir kısımhayat-ı beşeriyeninki, o vakit o insanlar gayet(Şualar sh: 593)
İşte böyle bir fitne cereyanının doğurduğu ve Kur’an ve Hadîs lisanında “Ye’cüc ve Me’cüc”
denilen TERÖRİST ve ANARŞİSTLERin beşer âlemindeki gelişme ve seyrini anlatan
Bediüzzaman Hazretleri şu açıklamayı yapar:
«…
tafsilât var. Ve o tafsilât ise, Kur’ân’ın muhkematından olan icmali gibi muhkem değil,
belki bir derece müteşabih sayılır. Onlar tevil isterler. Belki râvîlerin içtihadları karışmasıyla,
tabir isterler.
Evet,
semâvîsinde “Ye’cüc” ve “Me’cüc” namı verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski
zamanda Çin-i Maçin’den bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya ve
Avrupa’yı hercümerc ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zîr ü zeber edeceklerine
işaret ve kinayedir. Hattâ şimdi de komünistlik içindeki anarşistin ehemmiyetli
efradı onlardandır.
Evet, ihtilâl-i Fransevîde hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik
türedi, tevellüd etti. Ve
aşıladığı fikir, bilâhare bolşevikliğe inkılâp etti. Ve bolşeviklik dahi çok
mukaddesat-ı ahlâkiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette, ektikleri tohumlar
hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek.
kalb-i insanîden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekâvet, o insanları gayet dehşetli ve
gaddar canavarlar hükmüne geçirir; daha siyasetle idare edilmez.»
Ye’cüc ve Me’cüc hâdisâtının icmali Kur’ân’da olduğu gibi, rivayette bir kısım‘lâ ya’lemü’l gaybe illâllah’ bunun bir tevili şudur ki: Kur’ân’ın lisan-isosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden,Çünkü(Şualar sh: 588)
Anarşi yalnız silahlı çatışmalar değil, içtimaî bünyede millî ahlâk çöküntüsü ve insanların gaddarlaşması
daha dehşetli bir felâkettir. Bu felâketin sebeb ve çaresine dikkat çekilen Kastamonu
Lâhikası adlı eserde şu ifadeler var:
«…Hayat-ı içtimaiyeyi idare eden en mühim esas olan hürmet ve merhamet gayet
sarsılmış.
dehşetli neticeler veriyor. Cenab-ı Hakk’a şükür ki; Risale-i Nur, bu müdhiş tahribata
karşı girdiği yerlerde mukavemet ediyor, tamir ediyor. Sedd-i Zülkarneyn’in tahribiyle
Ye’cüc ve Me’cüclerin dünyayı fesada vermesi gibi; şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.)
olan sedd-i Kur’anînin tezelzülüyle de Ye’cüc ve Me’cüc’den daha müdhiş olarak,
ve hayatta zulmetli bir anarşilik
başlıyor.»
Bazı yerlerde gayet elîm ve bîçare ihtiyarlar ve peder ve valideler hakkındaahlâktave zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsada(Kastamonu Lâhikası sh: 149)
İşte bu dinsizlik cereyanlarının tahribatlarına karşı, manevî tamiratçı olan RİSALE-İ NUR’a
ilişenler bu hareketleri ile irtidada yol açtıklarını; halbuki müslüman bozulsa gayrımüslimden daha
fena olacağını beyan eden ikaz yazısında, Bediüzzaman aynen şu ifadelere yer verir:
«Risale-i Nur, yalnız bir cüz’î tahribatı, bir küçük haneyi tamir etmiyor.
bir tahribatı ve İslâmiyeti içine alan, dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit
kal’ayı tamir ediyor. Ve yalnız hususi bir kalbi ve has bir vicdanı ıslaha çalışmıyor, belki
bin seneden beri tedarik ve teraküm edilen müfsit âletler ile dehşetli rahnelenen kalb-i
umumîyi ve efkâr-ı âmmeyi ve umumun bâhusus avam-ı mü’minînin istinadgâhları olan
İslâmî esaslar ve cereyanlar ve şeâirler kırılması ile bozulmaya yüz tutan vicdan-ı
umumîyi, Kur’an’ın i’cazıyla ve geniş yaralarını Kur’anın ve imanın ilâçları ile tedavi
etmeğe çalışıyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 30)
Bediüzzaman Hazretleri, İstanbul Ağırceza Mahkemesi’nde anarşinin bir sebebini de şöyle açıklar:
«…Bu üç-dört madde ile bizi ittiham edenler ve lüzumsuz, mahkemeleri bizimle meşgul
eden gizli düşmanlarımız, şüphe yoktur ki,
etmek istiyorlar veya komünist perdesi altında bu mübarek vatanda, bilerek veya
bilmeyerek anarşiliği yerleştirmek istiyorlar.
çıksa, mürted ve anarşist olur, hayat-ı içtimaiyeye zehir hükmüne geçer. Çünki
anarşi hiçbir hakkı tanımaz, insaniyet seciyelerini canavar hayvanların seciyesine çevirir.
Âhirzamanda gelecek Ye’cüc ve Me’cücün komitesi, anarşistler olduğuna Kur’an
işaret ediyor.»
Belki küllîonlar ya siyaseti dinsizliğe âletÇünki bir müslüman İslâmiyet dairesinden(Emirdağ Lâhikası-II sh: 159)
«…Hakiki bir Müslüman, samimi bir mü’min hiçbir zaman anarşiye ve bozgunculuğa
taraftar olmaz. Dinin şiddetle menettiği şey fitne ve anarşidir. Çünkü, anarşi
hiçbir hak tanımaz. İnsanlık seciyelerini ve medeniyet eserlerini canavar
hayvanlar seciyesine çevirir ki, bunun âhirzamanda “Ye’cüc” ve “Me’cüc”
komitesi olduğuna Kur’an-ı Hakîm işaret buyurmaktadır.»
(Tarihçe sh: 653)
ANARŞİYE VE ÇATIŞMALARA
SEBEB OLAN BİR TEHLİKE DE
MENFÎ MİLLİYETÇİLİKTİR
Beşer tarihinde görülen pek çok hadiselerin mühim bir kısmının temelinde ırkçılık taassubu ve
tarafgirliği bulunduğundan bu menfî ırkçılığın sebeb olduğu çok zararlı mücadele ve zulümlerin
önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması lâzımdır.
Nitekim, Bediüzzaman Hazretleri bu mühim mes’elenin de üzerinde durmuş, ikaz ve irşadlarda
bulunmuştur. Bir nümune olarak eserlerinden mevzu ile alâkalı bazı kısımları aynen alıyoruz:
«’Bismillahirrahmanirrahim,
Ya eyyühennasü inna halaknaküm min zekerin ve ünsâ... ilh’
ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize
muavenet edesiniz. Yoksa, sizi kabile kabile yaptım ki, yekdiğerinize karşı inkârla
yabanî bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir.”
Şu Mebhas Yedi Meseledir.
BİRİNCİ MESELE
Şu âyet-i kerimenin ifade ettiği hakikat-i âliye hayat-ı içtimaiyeye ait olduğu için, hayatı
içtimaiyeden çekilmek isteyen Yeni Said lisanıyla değil, belki
içtimaiyesiyle münasebettar olan Eski Said lisanıyla, Kur’ân-ı Azîmüşşâna bir hizmet
maksadıyla
oldum.
İKİNCİ MESELE
Şu âyet-i kerimenin işaret ettiği teârüf ve teâvün düsturunun beyanı için deriz ki:
Nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar taburlara, bölüklere, tâ takımlara
kadar tefrik edilir. Tâ ki, her neferin muhtelif ve müteaddit münasebâtı ve o münasebâta
göre vazifeleri tanınsın, bilinsin—tâ, o ordunun efradları, düstur-u teâvün altında hakikî
bir vazife-i umumiye görsün ve hayat-ı içtimaiyeleri a’dânın hücumundan masun kalsın.
Yoksa,
tabura karşı muhasamet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin değildir.
İslâmın hayat-ıve haksız hücumlara bir siper teşkil etmek fikriyle yazmaya mecburtefrik ve inkısam, bir bölük bir bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir
Aynen öyle de, heyet-i içtimaiye-i İslâmiye büyük bir ordudur; kabâil ve tavâife inkısam
edilmiş. Fakat bin bir bir birler adedince cihet-i vahdetleri var:
Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir, vatanları bir—bir,
bir, bir, binler kadar bir, bir...
Hâlıkları bir,
İşte bu kadar bir birler uhuvveti, muhabbeti ve vahdeti iktiza ediyorlar. Demek, kabâil
ve tavâife inkısam, şu âyetin ilân ettiği gibi, teârüf içindir, teâvün içindir; tenâkür için
değil, tehâsum için değildir.
ÜÇÜNCÜ MESELE
Fikr-i milliyet şu asırda çok ileri gitmiş. Hususan dessas Avrupa zalimleri, bunu İslâmlar
içinde menfi bir surette uyandırıyorlar, tâ ki parçalayıp onları yutsunlar.
Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârâne bir lezzet var, şeâmetli bir
kuvvet var. Onun için, şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara “Fikr-i milliyeti
bırakınız” denilmez. Fakat
Bir kısmı menfidir,
adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise,
fikr-i milliyet iki kısımdır:şeâmetlidir, zararlıdır. Başkasını yutmakla beslenir, diğerlerinemuhasamet ve keşmekeşe sebeptir.
Onun içindir ki, hadis-i şerifte ferman etmiş:
cahiliyyete’
‘İz ceale’l lezîne keferû... ilh’ (
İşte şu hadis-i şerif, şu âyet-i kerime, kat’î bir surette menfi bir milliyeti ve fikr-i
unsuriyeti kabul etmiyorlar. Çünkü
ihtiyaç bırakmıyor.
Evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon vardır? Ve o İslâmiyet yerine o
unsuriyet fikri, fikir sahibine o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın?
Evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle,
parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları
hem kendileri de çok felâketler çektiler.
Hem
Fransız ve Almanın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki
hâdisât-ı müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.
Hem
akvam” tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub sebebiyle dağılmaları gibi, menfi
milliyet fikriyle, başta
tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti.
kadar ecnebîlerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfi milliyetin
zararını gösterdi.
‘el İslâmiyyetü habbeti’l asabiyyete’l([5]) ve Kur’ân da ferman etmiş:[6])müsbet ve mukaddes İslâmiyet milliyeti onaEmevîler, biriçin, hem âlem-i İslâmı küstürdüler,Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için,bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kalesinin harabiyeti zamanında “tebelbül-üRum ve Ermeni olarak pek çok kulüpler namında sebeb-iVe onlardan şimdiye
Şimdi ise,
ecnebî tahakkümü altında ezilen anâsır ve kabâil-i İslâmiye içinde,
birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman telâkki etmek öyle bir felâkettir ki,
tarif edilmez.
ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle, büyük ejderhalar hükmünde olan
Avrupa’nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda onlara
ehemmiyet vermeyip, belki mânen onlara yardım edip, menfi unsuriyet fikriyle
vilâyetlerindeki vatandaşlara veya cenup tarafındaki dindaşlara adâvet besleyip
onlara karşı cephe almak,
içinde düşman olarak yoktur ki, onlara karşı cephe alınsın.
nuru var; İslâmiyet ziyası gelmiş; o içimizde vardır ve her yerde bulunur. İşte o
dindaşlara adâvet ise, dolayısıyla İslâmiyete, Kur’ân’a dokunur.
Kur’ân’a karşı adâvet ise, bütün bu vatandaşların hayat-ı dünyeviye ve hayat-ı uhreviyesine
bir nevi adâvettir. Hamiyet namına hayat-ı içtimaiyeye hizmet edeyim diye
iki hayatın temel taşlarını harap etmek, hamiyet değil, hamâkattir!
DÖRDÜNCÜ MESELE
en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir vefikr-i milliyetleAdeta bir sineğin ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip sineğinşarkçok zararları ve mehâlikiyle beraber, o cenup efradlarıCenuptan gelen Kur’ânİslâmiyet ve
Müsbet milliyet,
tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade
teyid edecek bir vasıta olur. Şu
olmalı, zırhı olmalı;
uhuvvet var; âlem-i bekada ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. Onun için,
uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu
onun yerine ikame etmek, aynı kalenin taşlarını kalenin içindeki elmas hazinesinin
yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev’inden ahmakane bir cinayettir.
İşte, ey ehl-i Kur’ân olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler
zamanından beri, bin senedir Kur’ân-ı Hakîmin bayraktarı olarak bütün cihana karşı
meydan okuyup Kur’ân’ı ilân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’ân’a ve İslâmiyete kale
yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def ettiniz.
Tâ
Avrupa’nın ve frenk-meşrep münafıkların desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba
mâsadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız.
hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dahilîsinden ileri geliyor. Teâvüne,müsbet fikr-i milliyet, İslâmiyete hâdim olmalı, kaleyerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyetin verdiği uhuvvet içinde bin‘ye’tîllâhü bikavmin yühıbbühüm’([7])âyetine güzel bir mâsadak oldunuz. Şimdi
CÂ-YI DİKKAT BİR HAL:
dünyanın her tarafında olan Türkler ise Müslümandır. Sair unsurlar gibi müslim ve gayrı
müslim olarak iki kısma inkısam etmemiştir.
Müslümandır. Müslümanlıktan çıkan veya Müslüman olmayan Türkler,
Türklükten dahi çıkmışlardır
müslim ve hem de gayr-ı müslim var.
Türk milleti anâsır-ı İslâmiye içinde en kesretli olduğu halde,Nerede Türk taifesi varsa(Macarlar gibi). Halbuki, küçük unsurlarda dahi hem
Ey Türk kardeş!
ondan kabil-i tefrik değil. Tefrik etsen, mahvsın.
İslâmiyet defterine geçmiş.
halde, sen şeytanların vesveseleriyle, desiseleriyle o mefâhiri kalbinden silme.
BEŞİNCİ MESELE
Bilhassa sen dikkat et. Senin milliyetin İslâmiyetle imtizaç etmiş;Bütün senin mazideki mefâhirinBu mefâhir, zemin yüzünde hiçbir kuvvetle silinmediği
Asya’da uyanan akvam
ederek, hattâ çok mukaddesatları o yolda feda ederek hareket ediyorlar.
her milletin kamet-i kıymeti başka bir elbise ister. Bir cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı
ayrı olmak lâzım gelir. Bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez. Bir ihtiyar hocaya
tango bir kadın libası giydirilmediği gibi,
maskaralık olur.
, fikr-i milliyete sarılıp, aynen Avrupa’yı her cihetle taklitHalbukikörü körüne taklit dahi çok defaÇünkü,
Evvelâ:
dükkâncı dansa gider, bir çiftçi gidemez. Kışla vaziyeti ile mescid vaziyeti bir olmaz.
Hem ekser enbiyanın Asya’da zuhuru, ağleb-i hukemanın Avrupa’da gelmesi, kader-i
ezelînin bir remzi, bir işaretidir ki,
ettirecek, idare ettirecek, din ve kalbdir.
etmeli, yerine geçmemeli.»
Avrupa bir dükkân, bir kışla ise, Asya bir mezraa, bir cami hükmündedir. BirAsya akvâmını intibâha getirecek, terakkiFelsefe ve hikmet ise din ve kalbe yardım(Mektubat sh: 321-325)
“Millet”in tarifinde temel ölçüyü nazara verip, İslâm Milliyetini esas alan Bediüzzaman Hazretleri,
bu milliyetin verdiği netice olan şecaat ve İslâm uhuvveti ve birliğinin düşmanlara karşı yegâne
müdafaa kuvveti olduğunu ve İslâm Milliyetinin halkın her sınıfına menfaati bulunduğunu izah
ederken aynen şöyle der:
«Menfî milliyette ve unsuriyet fikrinde ifrat edenlere deriz ki:
Evvelâ: Şu dünya yüzü, hususan şu memleketimiz, eski zamandan beri çok
muhaceretlere ve tebeddülâta mâruz olmakla beraber; merkez-i hükûmet-i İslâmiye bu
vatanda teşkil olduktan sonra, akvam-ı saireden pervane gibi çokları içine atılıp,
tavattun etmişler. İşte bu halde
tefrik edilebilir.
etmek, mânasız ve hem pek zararlıdır. Onun içindir ki, menfî milliyetçilerin ve
unsuriyet-perverlerin reislerinden ve dine karşı pek lâkayd birisi, mecbur olmuş, demiş:
“
vatan
noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dâhildir.
Sâniyen:
kazandırdığı yüzer faideden iki faideyi misal olarak beyan edeceğiz:
Birincisi: Şu devlet-i İslâmiye yirmi-otuz milyon iken, bütün Avrupa’nın büyük
devletlerine karşı hayatını ve mevcudiyetini muhafaza ettiren, şu devletin ordusundaki
nur-u Kur’andan gelen şu fikirdir: “Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.” Kemal-i
şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek istikbal etmiş. Daima Avrupa’yı titretmiş.
Acaba, dünyada basit fikirli, safi kalbli olan neferatın ruhunda şöyle ulvî fedakârlığa sebebiyet
verecek, hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikame edilebilir?
Ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?
Levh-i Mahfuz açılsa ancak hakikî unsurlar birbirindenÖyle ise, hakikî unsuriyet fikrine, hareketi ve hamiyeti binaDil, din bir ise; millet birdir.” Madem öyledir, hakikî unsuriyete değil; belki dil, dinmünasebatına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet; eğer biriİslâmiyetin mukaddes milliyeti, bu vatan evlâdının hayat-ı içtimaiyesine
İkincisi:
bir tokat vurmuşlarsa; üçyüz elli milyon İslâmı ağlatmış ve inletmiş. Ve o müstemlekât
sahibleri, onları inletmemek ve sızlatmamak için, elini çekmiş.. elini kaldırırken indirmiş.
Şu hiçbir cihette istisgar edilmeyecek manevî ve daimî bir kuvvetüzzahr yerine
hangi kuvvet ikame edilebilir? Gösterilsin! Evet, o azîm manevî kuvvetüzzahrı menfî
milliyet ile ve istiğnakârane hamiyet ile gücendirmemeli!..
…Menfî milliyette fazla hamiyetperverlik gösterenlere deriz ki: Eğer şu milleti ciddi
severseniz, onlara şefkat ederseniz; öyle bir hamiyet taşıyınız ki, onların ekserisine
şefkat sayılsın. Yoksa, ekserisine merhametsizcesine bir tarzda, şefkate muhtaç olmayan
bir kısm-ı kalilin muvakkat gafletkârâne hayat-ı içtimaiyelerine hizmet ise, hamiyet
değildir.
Çünki,
muvakkat faidesi dokunabilir.
olurlar. O sekizden altısı, ya ihtiyardır, ya hastadır, ya musibetzededir, ya çocuktur, ya
çok zaiftir, ya pek ciddi olarak âhireti düşünür müttakidirler ki; bunlar hayat-ı dünyeviyeden
ziyade, müteveccih oldukları hayat-ı berzahiyeye ve uhreviyeye karşı bir nur, bir
teselli, bir şefkat isterler ve hamiyetkâr mübarek ellere muhtaçtırlar. Bunların ışıklarını
söndürmeye ve tesellilerini kırmağa hangi hamiyet müsaade eder?
Heyhat! Nerede millete şefkat, nerede millet yolunda fedakârlık!
Avrupa’nın ejderhaları (büyük devletleri) her ne vakit şu devlet-i İslâmiyeyemenfî unsuriyet fikriyle yapılacak hamiyetkârlığın, milletin sekizden ikisineLâyık olmadıkları o hamiyetin şefkatine mazhar
TÜRK ORDUSU VE TÜRK MİLLETİ
Rahmet-i İlâhiyeden ümid kesilmez.
hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tayin ettiği bu vatandaşların muhteşem
ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat ârızalarla inşâallah perişan etmez. Yine
nuru ışıklandırır ve vazifesini idame ettirir…
Çünki: Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’anıno» (Mektubat sh: 326-327)
Üstteki parçanın devamında, Bediüzzaman Hazretleri elyazma eserinde kendi el yazısıyla yaptığı şu
ilâvesinde; Türk Ordusu kuvvetini kendi milleti aleyhinde değil, İslâm Dünyasının selâmet ve
zaferinde kullanıp büyük vazifeler göreceğini ihbar sadedinde şöyle der:
millet namına, milliyet hesabına, unsuriyete kuvvet vermek fikrine
Birinci kısma deriz ki:
meczub, akılsız, câhil sofiler!
kâinata kökler salmış olan
hususî, menfî.. belki esassız, garazkâr, zulümkâr, zulmanî unsuriyet toprağına
dikilmez!
İkinci kısım milliyetçilere deriz ki:
Ey
asrı değil! Bolşevizm, sosyalizm mes’eleleri istilâ ediyor; unsuriyet fikrini kırıyor,
unsuriyet asrı geçiyor.
unsuriyetle bağlanmaz ve aşılanmaz.
gibi, unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez… Evet, muvakkat aşılamakta
bir zevk ve bir muvakkat kuvvet görünüyor, fakat pek muvakkat ve âkıbeti hatarlıdır.
Ey “sâdık ahmak” ıtlakına mâsadak bîçare ülema-üs sû’ veyaHakikat-ı kâinat içinde kökü yerleşmiş ve hakaik-ıŞecere-i Tuba-i İslâmiyet; mevhum, muvakkat, cüz’î,Onu oraya dikmeye çalışmak, ahmakane ve tahribkârane, bid’akârane bir teşebbüstür.sarhoş hamiyet-füruşlar! Bir asır evvel milliyet asrı olabilirdi. Şu asır unsuriyetEbedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti; muvakkat, dağdağalıVe aşılamak olsa da; İslâm milletini ifsad ettiği
BÖLÜNME TEHLİKESİ
Hem
Türk unsurunda ebedî kabil-i iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak.
O vakit milletin kuvveti, bir şık, bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, hiçe inecek. İki dağ
birbirine karşı bir mizanın iki gözünde bulunsa; bir batman kuvvet, o iki kuvvet ile
oynayabilir; yukarı kaldırır, aşağı indirir.»
(Mektubat sh: 439)
Yukarıda işaret edilen Türkçülük fikri ve hareketleriyle bu vatanda yaşayan ve Türk olmayan
milletlerin ırkçılık hissiyatları tahrik edilerek kabil-i iltiyam olmayacak bir surette bir inşikak
(bölünme) olacağına ve sonu hatarlı olacağına dikkat çeken ve ikaz eden Bediüzzaman Hazretleri,
Birinci Büyük Millet Meclisinde neşrettiği beyannamesinde; inşikak-ı asâ, yani bölünme tehlikesinden
de bahisle, aynı mânâyı te’yid eden şu ihtarı yapar:
«Şu meclisin şahsiyet-i maneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mana-yı saltanatı
deruhde etmiştir. Eğer şeair-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mana-yı
hilâfeti dahi vekâleten deruhde etmezse, hayat için dört şeye muhtaç fakat an’ane-i müstemirre
ile
lehviyat-ı medeniye ile ihtiyacât-ı ruhiyesini unutmayan milletin hacât-ı diniyesini
Meclis tatmin etmezse,
resme ve lâfza verecek. O mânayı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki
meclis elinde bulunmayan ve meclis tarikıyla olmayan böyle bir kuvvet,
asâya sebebiyet verecektir.
zıddır.»
günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan vebilmecburiye mâna-yı hilâfeti, tamamen kabul ettiğiniz isme veinşikak-ıİnşikak-ı asâ ise, ‘ve’ tesımü bihablillahi cemîan’([8]) âyetine(Tarihçe-i Hayat sh: 142)
Yine aynı ikazı yani, şarktaki Türk unsurundan olmayan vatandaşların Türklerle kardeşliğini hissetmesi
için din derslerine ehemmiyet verilmesi gerektiği ihtarını yapan Bediüzzaman’ın şu beyanı da
şayan-ı dikkattir:
«Bir gün meb’uslar heyetine der: “Bütün hayatımda bu darülfünunu takib ediyorum.
Sultan Reşad ve İttihadcılar, yirmi bin altın lira verdiler. Siz de o kadar ilâve ediniz…”
O zaman, yüz elli bin banknot vermeye karar verdiler. Bunun üzerine, “Bunu meb’uslar
imza etmelidirler” der. Bazı meb’uslar diyorlar ki: Yalnız; sen, medrese usulüyle, sırf
İslâmiyet noktasında gidiyorsun; halbuki şimdi garblılara benzemek lâzım.
Bediüzzaman: O Vilâyât-ı Şarkiye, âlem-i İslâmın bir nevi merkezi hükmündedir;
fünun-u cedide yanında, ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü ekser enbiyanın
Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okuttursanız da, şarkta her halde; millet, vatan
maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa, Türk olmayan müslümanlar,
Türk’e hakikî kardeşliğini hissedemeyecek. Şimdi, bu kadar düşmanlara karşı teavün ve
tesanüde muhtacız. Hattâ bu hususta size bir hakikatlı misal vereyim:
Eskiden, Türk olmayan bir talebem vardı. Eski medresemde, hamiyetli ve gayet zeki o
talebem, ulûm-u diniyeden aldığı hamiyet dersi ile her vakit derdi: “
elbette fâsık kardeşimden ve babamdan bana daha ziyade kardeştir ve akrabadır.”
Sâlih bir Türk,
Sonra aynı talebe, talihsizliğinden, sırf maddî fünun-u cedide okumuş. Sonra ben -dört
sene sonra- esaretten gelince onunla konuştum. Hamiyet-i milliye bahsi oldu. O dedi ki:
Ben şimdi, râfizî bir Kürdü, sâlih bir Türk hocasına tercih ederim. Ben de: Eyvah! dedim,
ne kadar bozulmuşsun? Bir hafta çalıştım, onu kurtardım; eski hakikatlı hamiyete
çevirdim.
İşte ey meb’uslar!.. O talebenin evvelki hali, Türk Milletine ne kadar lüzumu var. İkinci
hali, ne kadar vatan menfaatine uygun olmadığını fikrinize havale ediyorum.»
Hayat sh: 143)
(Tarihçe-i
«Altmışbeş sene evvel Câmi-ül Ezher’e gitmek istiyordum. Âlem-i İslâm’ın
medresesidir diye, ben de o mübarek medresede bir ders almaya niyet ettim. Fakat
kısmet olmadı. Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki: Câmi-ül Ezher
Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi; Asya, Afrika’dan ne kadar büyük ise,
daha büyük
kavimlerini, meselâ Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan
milletleri, menfî ırkçılık ifsad etmesin.
hakikiye olan İslâmiyet milliyetiyle
kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun.»
bir dar-ül fünun, bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm’dakiHakiki, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i‘inneme’l mü’minüne ıhvetün’([9]) Kur’anın bir(Emirdağ Lâhikası-II sh: 223)
Bediüzzaman Hazretleri siyasî partiler hakkında yazdığı bir ikaznamesinde de, Türkçülük esasına
dayanan bir partinin iktidar olup o istikamette, yani Türkçülük hissiyle hareket etmesiyle sair ırktan
olan vatandaşları tahrik edeceğini ve böylece bölünmelere ve mücadelelere sebebiyet verebileceğini
hatırlatarak şöyle der:
«Milletçilere gelince:
Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa,
muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz. Eğer
Türkçülük fikri esas ise,
onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka milletlerle karışmıştır. O zaman, Hürriyetin
başında olduğu gibi, bu asil ve mâsum
tarafgirliği meydana gelecek. O vakit hakikî Türkleri, ecnebîler
boyunduruğu altına girmeye mecbur edecek.
olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve unsurculuk damarıyla bir ecnebîye istinad
ile masum Türk milletini tahakkümleri altına alacaklar.
HAŞİYE Demokrat Partiye yardım ettiği gibi,bu parti, ırkçılık vebirden hakikî Türk olmayan bu vatandaki ekseriyetin ancakTürk milleti aleyhine bir milliyetçilikVeya Türkleşmiş sair unsurdan» (Emirdağ Lâhikası-II sh: 206)
Bu ikaz cidden çok düşündürücüdür. Burada dikkat edilmesi gereken, sadece o isimde bir parti
değil, iktidar olanlar ırkçılık ve unsurculuk tarafgirliği ile hareket ederlerse millî bütünlüğü bozarlar
ve yukarıda işaret edilen tehlikelere sebebiyet verirler.
«Irkçılık fikri, Emevîler zamanında büyük bir tehlike verdiği ve hürriyetin başında
“Kulüpler” suretinde büyük zararı görülmesi ve birinci harb-i umumide yine ırkçılığın
istimali ile mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi,
şimdi de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve
gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına emareler görünüyor.
istirahat-ı umumiye düşmanları
Halbuki menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i
fıtrîsi olduğu halde; evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında müslüman olduğundan
onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil.
Müslüman demektir.
gibi
lâzımdır.
azîmdir.»
Türk,Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar. TürkArablarda da Arablık ve Arab milliyeti İslâmiyetle mezcolmuş ve olmakHakiki milliyetleri İslâmiyettir. O kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i(Emirdağ Lâhikası-II sh: 222)
Hattâ Emevî Devleti’nin Arab milliyetine istinad etmesiyle sair milletlerin de hissiyatını tahrik
ederek büyük zararlar meydana geldiğini beyan eden Bediüzzaman Hazretleri şu izahatı veriyor:
«Hazret-i Hasan ve Hüseyn’in Emevîlere karşı mücadeleleri ise, din ile milliyet
muharebesi idi. Yani: Emevîler, devlet-i İslâmiyeyi Arab milliyeti üzerine istinad ettirip
rabıta-i İslâmiyeti, rabıta-i milliyetten geri bıraktıklarından, iki cihetle zarar verdiler.
Birisi:
Milel-i saireyi rencide ederek tevhiş ettiler.
Diğeri:
adâlet üzerine gitmez. Çünki unsuriyetperver bir hâkim, milletdaşını tercih eder, adâlet
edemez.
habeşiyyin ve seyyidin kureyşin iza esleme’
yerine rabıta-i milliye ikame edilmez; edilse adâlet edilmez, hakkaniyet gider.»
sh: 54)
Unsuriyet ve milliyet esasları, adâleti ve hakkı takib etmediğinden zulmeder,‘El- İslamiyyetü cebbeti’l asabiyyete’l cahiliyyete lâ ferka beyne abdin([10]) ferman-ı kat’îsiyle: Rabıta-i diniye(Mektubat
Demek, muhtelif unsurlardan müteşekkil bir millet içinde bilhassa siyasî iktidar ırkçı davransa,
diğerlerinde de ırkçılık tarafgirliğini uyandırır.
«Üçüncü Sualiniz:
hikmeti nedir?” diyorsunuz.
“O mübarek zatların başına gelen o feci gaddarane muamelenin
Elcevab:
saltanatında, merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardı:
Sâbıkan beyan ettiğimiz gibi, Hazret-i Hüseyin’in muarızları olan Emevîler
Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu
için, eşhas feda edilir.”
olan: “Hükûmetin selâmeti ve asayişin devamı
İkincisi:
gaddarâne bir düsturu
Onların saltanatı, unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için, milliyetinolan: Milletin selâmeti için her şey feda edilir.
Üçüncüsü:
bazılarda bulunduğu için, şefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermişti.
Emevîlerin Haşimîlere karşı an’anesindeki rekabet damarı, Yezid gibi
Dördüncü bir sebeb de:
Emevîlerin, Arab milliyetini esas tutup, sair milletlerin efradına “memâlik” tabir ederek
köle nazarıyla bakmaları ve gurur-u milliyelerini kırmaları yüzünden, milel-i saire
Hazret-i Hüseyin’in cemaatine intikamkârane ve müşevveş bir niyetle iltihak ettiklerinden,
Emevîlerin asabiyet-i milliyelerine fazla dokunmuş, gayet gaddarane ve
merhametsizcesine meşhur faciaya sebebiyet vermişlerdir.»
Bu kudsî ve müsbet İslâmiyet milliyetinin getirdiği hamiyet-i milliye ve gayret-i vataniyenin
emsalsiz bir seciye olduğunu anlatan Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
«Bunu da teessüf ve teellüm ile size beyan ediyorum ki: Ecnebîlerin bir kısmı, nasıl
kıymettar malımızı ve vatanlarımızı bizden aldılar. Onun bedeline çürük bir fiat verdiler.
Aynen öyle de, yüksek ahlâkımızı ve yüksek ahlâkımızdan çıkan ve hayat-ı içtimaiyeye
temas eden seciyelerimizin bir kısmını da bizden aldılar. Terakkilerine medar ettiler. Ve
onun fiatı olarak bize verdikleri sefihâne ahlâk-ı seyyieleridir, sefihâne seciyeleridir.
Meselâ:
Bizden aldıkları seciye-i milliye ile,
sağ olsun.
almışlar ve terakkiyatlarında en metin esas da budur.
ise, din-i haktan ve iman hakikatlarından çıkar. O bizim, ehl-i imanın malıdır. Halbuki
bir adam onlarda der: “Eğer ben ölsem, milletimÇünki milletimin içinde bir hayat-ı bâkiyem var.” İşte bu kelimeyi bizdenBizden hırsızlamışlar. Bu kelime
ecnebilerden içimize giren pis ve fena seciye
“Ben susuzluktan ölsem, yağmur hiçbir daha dünyaya gelmesin. Eğer
bir saadeti, dünya istediği gibi bozulsun.”
âhireti bilmemekten geliyor.
bizden aldıkları fikr-i milliyetle bir ferdi, bir millet gibi kıymet alıyor. Çünki bir
adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir.
küçük bir millettir.»
itibariyle bir hodgâm adam bizde diyor:ben görmezsemİşte bu ahmakane kelime dinsizlikten çıkıyor,Hâriçten içimize girmiş, zehirliyor. Hem o ecnebilerinKimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla(Hutbe-i Şamiye sh: 58)
Yine aynı mevzuda Bediüzzaman Hazretleri şu hâdiseyi nakleder:
«Hürriyet’in başında
şarkiye namına ben de refakat ettim. Şimendiferimizde iki mektebli mütefennin
arkadaşla bir mübahase oldu. Benden sual ettiler ki: “
hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lâzım?”
Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle vilâyat-ıHamiyet-i diniye mi, yoksa
O zaman dedim: Biz müslümanlar indimizde ve yanımızda
müttehiddir
İkisine birbirinden ayrı ve farklı bakıldığı zaman; hamiyet-i diniye, avam ve havassa
enbiyayı şarkta göndermesi işaret ediyor ki; yalnız
sevkeder. Asr-ı Saadet ve Tabiîn, bunun bir bürhan-ı kat’îsidir.
Şamiye sh: 64)
..diye devam eden bahiste, hamiyet-i diniye ve milliyenin mukayesesi yapılıp hamiyet-i diniyenin
esas alınması lüzumunu tebarüz ettirir.
Türkiye’sinde siyasî çekişmelerin merkezi olan İttihad ve Terakki Hükûmetinin hatalarını beyan
edip, bilhassa hür rejimin esası olan “millet iradesine dayanmak” gerektiğini dile getirip sulh-u
umuminin teminini isteyen Bediüzzaman Hazretleri şunları beyan eder:
«Madem ki meşrutiyette hâkimiyet millettedir. Mevcudiyet-i milleti göstermek lâzımdır.
Milletimiz de yalnız İslâmiyet’tir. Zira Arab, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez ve Lazların en
kuvvetli ve hakikatlı revabıt ve milliyetleri, İslâmiyet’ten başka bir şey değildir. Nasılki
az ihmal ile tavaif-i mülûk temelleri atılmakta ve onüç asır evvel ölmüş olan asabiyet-i
câhiliyeyi ihya ile, fitne ikaz olunmaktadır. Ve oldu gördük…»
din ve milliyet bizzat. İtibarî, zâhirî, ârızî bir ayrılık var. Belki din, milliyetin hayatı ve ruhudur.hukuk-u umumiye içinde hamiyet-i diniye esas olmalı.Hususan biz şarklılar,hiss-i dinî şarkı uyandırır, terakkiye» (Hutbe-i(Hutbe-i Şamiye sh: 93)
«Herkesin şevkini kıran ve neş’esini kaçıran ve ağrazlar ve taraftarlıklar hissini
uyandıran ve sebeb-i tefrika olan ırkçılık cem’iyat-ı avamiyeyi teşkiline sebebiyet veren
ve
eden buradaki şube-i müstebidaneye muhalefet ettim.
Herkesin bir fikri var. İşte sulh-u umumi, aff-ı umumi ve ref’-i imtiyaz lâzım. Tâ ki biri
bir imtiyaz ile, başkasına haşarat nazarıyla bakmakla nifak çıkmasın.»
Şehadetnamesi sh: 32)
ismi meşrutiyet ve manası istibdad olan ve “İttihad ve Terakki” ismini de lekedar(İki Mekteb-i Musibetin
«Fikrimce meşrutiyetin düşmanı; meşrutiyeti gaddar, çirkin ve hilâf-ı şeriat göstermekle
Adalet ve maslahat-ı millet perdesi altında takib edilen garaz ve tarafgirlikler asayişi bozar, anarşiye
kapı açar:
«Siyaset-i beşeriyenin en esaslı bir kanun-u esasîsi olan:
ferdler feda edilir. Cemaatin selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda
edilir.” diye; bütün nev’-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun sû’-i
isti’malinden neş’et ettiğini kat’iyyen bildim. Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i
muayyenesi olmadığı için çok sû’-i isti’male yol açmış. İki harb-i umumî, bu gaddar
kanun-u esasînin sû’-i isti’malinden çıkıp bin sene beşerin terakkiyatını zîr ü zeber ettiği
gibi, on cani yüzünden doksan masumun mahvına fetva verdi. Bir menfaat-i umumî
perdesi altında şahsî garazlar, bir cani yüzünden bir kasabayı harab etti.»
sh: 98)
“Selâmet-i millet için(Emirdağ Lâhikası-II
Bu kaidenin sû’-i istimaliyle
masumun hakkını nazara almaz. Bir tek caninin yüzünden bin adamın kılınçtan
geçmesini caiz görür. Bir adamın yaralanması ile binler masumu sıkıntıya verdirir. Ve
ikiyüz adamı kurşuna dizilmesini o bahane ile nazara almaz. Birinci Harb-i Umumîde
üçbin adamın caniyane siyaset hatalarıyla otuz milyon biçare nev’-i beşer aynı harbde
mahvedildiği gibi, binler misaller var.»
«Bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle bin(Emirdağ Lâhikası-II sh: 83)
«Nasılki sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz masum ile bir
câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın, ne derece
zulmettiğini bilirsin. Ve zâlimliğini, semavata işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ
bir tek masum, dokuz câni olsa; yine o gemi hiç bir kanun-u adâletle batırılmaz.»
(Mektubat sh: 263)
«Halbuki
pek çok masumların zararına rıza gösteriliyor. Bir câninin cinayeti yüzünden, taraftarları
veyahut akrabaları dahi şeni’ gıybetler ve tezyifler edilip, bir tek cinayet yüz cinayete
çevrildiğinden, gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup, kin ve garaza ve
mukabele-i bil’misile mecbur ediliyor. Bu ise hayat-ı içtimaiyeyi tamamen zir ü zeber
eden bir zehirdir ve
hazırlamaktır.
geldiği anlaşılıyor. Fakat onlar burası gibi değil; bize nisbeten pek hafif, yüzde bir
nisbetindedir.
şimdiki siyaset-i hazırada particilik taraftarlığı ile, bir câninin yüzündenhâriçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zeminİran ve Mısır’daki hissedilen hâdise ve buhranlar, bu esastan ileriAllah etmesin, bu hal bizde olsa, pek dehşetli olur.
Bu tehlikeye karşı
kuvvetin temel taşı yapıp, masumları himaye için, cânilerin cinayetlerini
kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır.
çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o
Hem emniyetin ve asayişin temel taşı, yine bu kanun-u esasîden geliyor.
Meselâ:
emniyet ve asayiş düstur-u esasîsi ile o masumu kurtarıp tehlikeye atmamak için,
gemiye ve haneye ilişmemek lâzım; ta ki masum çıkıncaya kadar.»
Bir hanede veya bir gemide bir masum ile on câni bulunsa, hakiki adâletle ve(Emirdağ Lâhikası-II sh: 172)
Evet
dine hücum edenler, irtica ile o vahşete ve bedevîliğe dönüyorlar.
selâmet, adalet ve sulh-ü umumîsini mahveden o dehşetli vahşiyane kanun-u esasî,
şimdi bizim bu biçare memleketimize girmek istiyor. Garazkârâne ve anûdâne
particilik gibi bazı cereyanları aşılamaya başlaması gibi bir ihtilâf görülüyor. O
kanun-u esasî de budur:
«Beşerin vahşet ve bedevîlik zamanlarındaki bir kanun-u esasîsine, medeniyet namınaBeşerin
Bir taifeden, bir cereyandan, bir aşiretten bir ferdin hatâsıyla o taifenin, o cereyanın, o
aşiretin bütün fertleri mahkûm ve düşman ve mes’ul tevehhüm ediliyor. Bir hatâ, binler
hatâ hükmüne geçiriliyor. İttifak ve ittihadın temel taşı olan kardeşlik ve vatandaşlık,
muhabbet ve uhuvveti zîr ü zeber ediyor.
Evet, birbirine karşı gelen muannid ve muarız kuvvetler, kuvvetsiz oluyorlar. Bu
kuvvetsizlikle zayıflandığı için, millete ve memlekete ve vatana âdilâne hizmete
muvaffak olunamadığından, maddî ve mânevî bir nevi rüşvet vermeye mecbur oluyorlar
ki, dinsizleri kendilerine taraftar yapmak için o gaddar, engizisyonâne ve bedeviyâne ve
vahşiyâne bu mezkûr kanun-u esasîye karşı ayn-ı adalet olan bu semavî ve kudsî
teziru vaziretün vizra uhrâ’
muhabbet ve uhuvvet-i hakikiyeyi temin eden ve bu millet-i İslâmiyeyi ve memleketi
büyük tehlikeden kurtaran bu kanun-u esasî ki, “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz.”
Kardeşi de olsa, aşireti ve taifesi de olsa, partisi de olsa, o cinayete şerik
sayılmaz. Olsa olsa, o cinayete bir nevi tarafgirlikle yalnız mânevî günahkâr olup
âhirette mesul olur; dünyada değil. Eğer bu kanun-u esasî çabuk düstur-u esasî yapılmazsa,
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye iki Harb-i Umumînin gösterdiği tahribatın emsaliyle,
esfel-i sâfilîn olan o vahşî irticaa düşecek.»
‘velâ([12]) nass-ı kat’îsiyle, Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsi(Emirdağ Lâhikası-II sh: 82)
için tahakküm âleti değil... Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve
ubudiyetin zafiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyeti hizmetkârlıktan
çıkarıp bir hâkimiyet ve müstebidâne bir mertebe tarzına getirdiğinden, abdestsiz,
kıblesiz namaz kılmak gibi, adalet, adalet olmaz, esasiyle de bozulur. Ve hukuk-u ibad
da zîr ü zeber olur. Hukuk-u ibad, hukukullah hükmüne geçmiyor ki hak olabilsin. Belki
nefsanî haksızlıklara vesile olur.
Şimdi, Adnan Menderes gibi, “İslâmiyetin ve dînin icaplarını yerine getireceğiz” diye
ve mezkûr iki kanun-u esasîye karşı muhalefet edip tam zıddına olarak iki dehşetli
cereyan, gayet büyük rüşvetle halkları aldatmak ve ecnebîlerin müdahalesine yol açmak
vaziyetinde hücum etmek ihtimali kuvvetlidir.
İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esasîsi: Şu hadîs-i şeriftir: ‘seyyidü’l kavmi([16]) hakikatiyle, memuriyet bir hizmetkârlıktır; bir hâkimiyet ve benlik
Birisi:
bir köyü de yakmış. Bu derecede bir istibdad-ı mutlak, her nefsin zevkine geçecek
Birinci kanun-u esasîye muhalif olarak, bir câni yüzünden kırk mâsumu kesmiş,
memuriyete bir hâkimiyet suretinde rüşvet vererek,
ediliyor.
dindar hürriyetperverlere hücum
İkinci hücum da:
yüzünden yüz mâsumun hakkını çiğneyebilen, zahiren bir milliyetçilik ve hakikatte
ırkçılık damarıyla hem hürriyetperver dindar Demokratlara, hem bütün bu vatandaki
yüzde yetmişi sair unsurlardan bulunanlara, hem hükûmet aleyhine, hem biçare Türkler
aleyhine, hem Demokratın takip ettiği siyaset aleyhine çalışarak ve
enaniyetli nefislere gayet zevkli bir rüşvet olarak bir ırkçılık kardeşliği veriyor.
zevkli kardeşliğin içinde, o zevkli faydadan bin defa daha ziyade
düşmanlığa çevirmek
Meselâ, İslâmiyet milliyetiyle 400 milyon hakikî kardeşin hergün
mü’minîne ve’l mü’minati’
ırkçılık 400 milyon mübarek kardeşleri, dört yüz serseriye ve lâübalilere yalnız dünyevî
ve pek cüz’î bir menfaati için terk ettiriyor. Bu tehlike hem bu vatana, hem hükûmete,
hem de dindar Demokratlara ve Türklere büyük bir tehlikedir. Ve öyle yapanlar da
hakikî Türk değillerdir. Necip Türkler böyle hatâdan çekinirler.
Bu iki taife herşeyden istifadeye çalışıp dindar Demokratları devirmeye çalıştıkları ve
çalıştırıldıkları, meydandaki âsar ile tahakkuk ediyor. Bu acip tahribata ve bu iki
kuvvetli muarızlara karşı, kırk Sahabe ile dünyanın kırk devletine karşı meydan-ı
muarazaya çıkan ve galebe eden ve bin dört yüz sene zarfında ve her asırda üç yüz dört
yüz milyon şakirdi bulunan hakikat-i Kur’âniyenin sarsılmaz kuvvetine dayanmak ve
onun içindeki dünyevî ve uhrevî saâdet-i ebediyenin zevklerine o câzibedar hakikatle
beraber nokta-i istinad yapmak, o mezkûr muarızlarınıza ve hem dahil ve hariçteki
düşmanlarınıza karşı en lâzım ve elzem ve zarurî bir çâre-i yegânedir. Yoksa, o insafsız
dahilî ve haricî düşmanlarınız sizin bir cinayetinizi binler yapıp ve eskilerin de
cinayetlerini ilâve ederek başkaların başına yükledikleri gibi, size de yükleyecekler.
Hem size, hem vatana, hem millete telâfi edilmeyecek bir tehlike olur.» (Emirdağ
Lâhikası-II sh: 173)
Demokrat Parti hükûmetinin âkıbetini önceden bir ibret tablosu halinde haber veren Bediüzzaman
Hazretlerinin mezkûr yazısında dediği gibi, iki siyasî cereyanın ittifakı ile aynen vuku bulmuştur.
«Eğer beşer çabuk aklını başına alıp adâlet-i İlâhiye namına ve hakaik-ı İslâmiye
dairesinde mahkemeler açmazsa, maddî ve manevî kıyametler başlarına kopacak,
anarşilere, ye’cüc ve me’cüclere teslim-i silah edecekler diye kalbe ihtar edildi.»
Şamiye sh: 79)
İslâmiyet milliyet-i kudsiyesini bırakıp, evvelkisi gibi, bir câniserseri veOhakikî kardeşlerigibi acip tehlikeyi, o sarhoşluğu ile hissedemiyor.‘Allahümme’fir lil([17]) dua-yı umumîsiyle mânevî yardım görmek yerine,(Hutbe-i
«Kuvvet kanunda olmalı.
Yoksa istibdad tevzi olunmuş olur.» (Hutbe-i Şamiye sh: 79)
İKTİSADÎ MES’ELELER
Medeniyet namı altında millete aşılanan fantaziye ve modadan doğan aşırı israf, içtimaî ahlâkın,
emniyet ve huzurun bozulmasına kapı açtığını beyan eden Bediüzzaman Hazretleri, sorulan bir
suale verdiği cevapta iktisad ve israf hakkında izahatta bulunur. Sual aynen şöyledir:
«Sen eskiden şarktaki bedevî aşâirde seyahat ettiğin vakit, onları medeniyet ve terakkiyata
çok teşvik ediyordun. Neden kırk seneye yakındır medeniyet-i hâzıradan “
diyerek hayat-ı içtimaiyeden çekildin, inzivaya sokuldun?
mim’siz”
Elcevap:
ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki
maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu.
İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat
meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi.
Semavî Kur’ân’ın kanun-u esasîsi,
tüsrifû’
olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir” diye Risale-i
Nur bu esası izaha binaen, kısa bir iki nükte söyleyeceğim:
Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket‘leyse lil insani illâ mâ seâ’([18]) ‘külû veşrebû velâ([19]) ferman-ı esasîsiyle, “beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa’ye gayrette
Birincisi:
etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i
istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar
hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç
olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam
helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç
hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç
cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Biçare avâm ve havas
tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’ân’ın kanun-u esasîsi olan “vücub-u
zekât, hurmet-i riba” vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı
şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk
etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti.
Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik
İkinci nükte:
olmasından, hakikî bir şükür ve menfaat-i beşerde istimali iktiza ettiği halde, şimdi
görüyoruz ki, ehemmiyetli bir kısım insanı tembelliğe ve sefahete ve sa’yi ve çalışmayı
bırakıp istirahat içinde hevesatı dinlemek meylini verdiği için, sa’yin şevkini kırıyor. Ve
kanaatsizlik ve iktisatsızlık yoluyla sefahete, israfa, zulme, harama sevk ediyor.
Meselâ, Risale-i Nur’daki Nur Anahtarının dediği gibi, radyo büyük bir nimet iken,
maslahat-ı beşeriyeye sarf edilmekle bir mânevî şükür iktiza ettiği halde, beşte dördü
hevesata, lüzumsuz, mâlâyâni şeylere sarf edildiğinden, tembelliğe, radyo dinlemekle
heveslenmeye sevk edip sa’yin şevkini kırıyor. Vazife-i hakikiyesini bırakıyor.
Hattâ çok menfaatli olan bir kısım harika vesait, sa’y ve amel ve hakikî maslahat-ı
ihtiyac-ı beşeriyeye istimali lâzım gelirken, ben kendim gördüm, ondan bir ikisi zarurî
ihtiyâcâta sarf edilmeye mukabil, ondan sekizi keyif, hevesat, tenezzüh, tembelliğe
mecbur ediyor. Bu iki cüz’î misale binler misaller var.
Bu medeniyet-i hâzıranın harikaları, beşere birer nimet-i Rabbaniye
Elhasıl:
hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve
hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış.
Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe
atmış, sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız
zayi ediyor.
Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla yüz
Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri
Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli
hastalıklar ve
gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit
beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor.
İşte
talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene
evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin
bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini; ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem
saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını; ve
ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini; ve ondan
çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini; ve şimdiye kadar olduğu
gibi
belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini,
Kur’ân-ı Mu’cizi’l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i
İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor!»
II sh: 99)
dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibahabu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur’ân-ı Hakîmin dört yüz milyondinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil,(Emirdağ Lâhikası-
ANARŞİ VE BÖLÜCÜLÜGE KARŞI
ÇARELER YARDIMLAŞMA
İHTİYACI
«Heyet-i içtimaiyenin hayatını koruyan intizamın en büyük şartı, insanların tabakaları
arasında boşluk kalmamasıdır. Havas kısmı avamdan, zengin kısmı fukaradan hatt-ı
muvasalayı kesecek derecede uzaklaşmamaları lâzımdır. Bu tabakalar arasında
muvasalayı te’min eden, zekât ve muavenettir. Halbuki vücub-u zekât ile hurmet-i ribaya
müraat etmediklerinden, tabakalar arası gittikçe gerginleşir, hatt-ı muvasala kesilir,
sıla-i rahim kalmaz. Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat,
muhabbet yerine ihtilâl sadaları, hased bağırtıları, kin ve nefret vaveylâları yükselir.
Kezalik yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri,
tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor.»
(İşarat-ül İ’caz sh: 44)
«
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan
Bütün muavenet ve yardım nevilerini hâvi olan zekât hakkında, sahih olarak‘ezzekatü kantaratü’l İslâmi’([20])
hadis-i şerifi mervidir. Yani,
köprüsü üzerinden geçmekle yapılır.
heyet-i içtimaiyesinde intizam ve asayişi temin eden
terakkiyatına engel olan isyanlardan, ihtilâllerden, ihtilâflardan meydana
gelen felâketlerin tiryakı, ilâcı, muavenettir.
Evet, zekâtın vücubu ile ribanın hurmetinde büyük bir hikmet, yüksek bir
maslahat, geniş bir rahmet vardır.
Evet,
lekelendiren beşerin mesâvisine, hatâlarına dikkat edersen, heyet-i içtimaiyede
görünen ihtilâller, fesatlar ve bütün ahlâk-ı rezilenin iki kelimeden
görürsün.
Müslümanların birbirine yardımları, ancak zekâtZira yardım vasıtası zekâttır. İnsanlarınköprü, zekâttır. Âlem-ieğer tarihî bir nazarla sahife-i âleme bakacak olursan ve o sayfayıdoğduğunu
Birisi:
“Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün, bana ne!”
İkincisi:
rahat edeyim.”
“Sen zahmetler içinde boğul ki, ben nimetler ve lezzetler içinde
Âlem-i insaniyeti zelzelelere maruz bırakmakla yıkılmaya yaklaştıran birinci
kelimeyi sildiren ancak zekâttır.
Nev-i beşeri umumî felâketlere sürükleyen ve bolşevikliğe sevk edip terakkiyatı,
mahveden ikinci kelimeyi kökünden kesip atan, hurmet-i ribadır.
asayişi» (İşarat-ül İ’caz sh: 44)
«Su-i istimalat o dereceye vardı ki:
vasıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı
kadar taht-el arz madenlerde çalışıp kût-u lâyemût derecesinde on kuruşluk bir ücret
kazanıyor. Şu hal, müdhiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avam tabakası havassa ilân-ı isyan
etti. Şu asrın tabiriyle sosyalistlik, bolşeviklik suretinde evvel Rusya’yı zîr ü zeber edip
geçen harb-i umumîden istifade ederek her yerde kök saldılar.»
Bir sermayedar kendi yerinde oturup, bankalarhalde, bir biçare amele sabahtan akşama(Osm.Mektubat sh: 582)
«Eskiden ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar vardı. Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar
yoktur.»
(Mektubat sh: 476)
«Acaba hakikat-ı İslâmiyenin binler mesailinden yalnız
medeniyet ve muavenet olursa, bu belâya ve yılanın yuvası olan maişetteki müdhiş
müsavatsızlığa deva-i şâfi olmayacak mıdır? Evet en mükemmel ve bozulmaz bir deva
olacaktır.»
zekât mes’elesi, düstur-u(Muhakemat sh: 43)
KOMÜNİZMİN KARŞISINDA
RİSALE-İ NUR
Komünizmin en dehşetli iki hususiyeti vardır:
Biri: Allah’ı, maneviyatı, manevî değerleri ve ahlakî esasları inkâr eden ateistliği ve materyalistliğidir.
İkincisi: Ferd mülkiyetini ve hiçbir hürriyet hakkını tanımayan ve idareciler zümresi diktatörlüğü
olan aşırı devletçiliğidir.
Komünizmin merkezi sayılan Rusya, aşırı devletçiliğini mecburiyetle zayıflatmış, fakat dinsizliğini
terketmiş olduğu hakkında henüz haberler işitilmemiştir. Belki açık dinsizliğini, daha dehşetli olan
nifak şekline çevirmiş olabilir.
Nitekim Emirdağ Lâhikası’nın 58. sahifesinde 1946’lerde yazılan mektubda, yani 1946’ten sonra,
hem aynı eserin 21. sahifesine göre elli sene sonra yani 1996’lerde, medeniyet dünyasında
deccalane bir vahşet doğacağını, aynı eserin 249. sahifesinde de gelecek müdhiş belâlar ve
anarşiliğe karşı Risale-i Nur’un çare olarak resmen neşredilmesi gerektiğini ve Mektubat eserinin
56. sahifesinde ikinci cereyan, yani geniş dairedeki dinsizlik cereyanı intişar ederek pek kuvvetli
görüneceği zaman İslâm ve İsevî ittifakının kuvvetiyle mukabele edileceğini bildiren beyanlar gibi,
Risale-i Nur’un ikaz ve ihbarları gösteriyor ki; iman ve küfür mücadelesi ciddiyetini korumaktadır
ki, müteyakkız bulunmayı gerektirir.
Hem bu sebepledir ki, Risale-i Nur’da Komünizm ve ifsad cereyanlarına karşı ikaz eden ve Risale-i
Nur’un maksad ve vazifesini bildiren beyanlar vardır. Bu beyan ve ikazlardan birkaçı şöyledir:
«Kur’an-ı Hakîm’in sırr-ı hakikatıyla ve i’cazının tılsımıyla,
proğramımız ve mesleğimiz
hareketimiz ve hedefimiz,
kurtarmak ve bu mübarek milleti de her nevi anarşilikten muhafaza etmektir
benim ve Risale-i Nur’unve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gaye-iölümün idam-ı ebedîsinden iman-ı tahkikî ile bîçareleri.»
(Emirdağ Lâhikası-I sh: 28)
«Biz, bütün kuvvetimizle anarşiliğe bir sedd-i Zülkarneyn gibi, bir sedd-i Kur’anî te’sisine
çalışıyoruz. Bize ilişenler, anarşilik ve belki komünistliğe zemin ihzar ediyorlar.»
(Emirdağ Lâhikası-I sh: 31)
Bu feci durum karşısında resmî makamlar hal çaresini aramak için kendisiyle istişare etmeleri
gerekirken, aksine mahkemelere vermekle ortaya konan çok garip muameleyi Bediüzzaman şöyle
ifade eder:
«Hem beklerdim ki;
Nurların hizmeti ne derecededir ve bu mübarek vatan bu dehşetli seyelandan nasıl
muhafaza edilecek?” gibi dağ misillü mes’elelerin sorulmasının lüzumu varken, sinek
kanadı kadar ehemmiyeti olmayan ve hiç bir medar-ı mes’uliyet olmayan cüz’î ve şahsî
ve garazkârların iftiralarıyla habbe, kubbeler yapılmış mes’eleler için bu ağır şerait
altında hiç ömrümde çekmediğim bir perişaniyetime sebebiyet verildi. Bize üç
mahkemenin sorduğu ve beraet verdiği aynı mes’elelerden ve âdi ve şahsî bir-iki
mes’ele için manasız sualler edildi.»
“vatanımızda anarşiliğe inkılâb eden komünist tehlikesine karşı(Şualar sh: 377)
«
başka çare olamaz. Çünki nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakiki Yahudi ve
Nasrani olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de
olamaz. Belki anarşist olur,
516)
Halbuki din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadanbir Müslüman, bolşevikdaha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez.» (Şualar sh:
“Ne Komünistlik, ne de İslâmiyet; biz orta bir yoldan gideriz, medeni bir hayat yaşarız”
gibi bir iddianın asılsızlığını Bediüzzaman Hazretleri şöyle beyan eder:
«Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyet’e karşı komünist mücadelesi ortası
olamaz.
hakları var. Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet diyebilirler. Fakat
vatanda küfr-ü mutlaka karşı iman ve İslâmiyet’ten başka bir din, bir mezheb olamaz.
Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir.
zaman Yahudi ve Nasrani olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur.»
Lâhikası-II sh: 59)
Sağ ve sol, ortası üç meslek icab ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deselerbuÇünki hakiki bir müslüman hiçbir(Emirdağ
«Şimdi fen ve felsefenin dalâlet kısmı; yani Kur’anla barışmayan, yoldan çıkmış,
Kur’ana muhalefet eden kısmı, küfr-ü mutlakı komünistler tarzında neşre başladılar.
Komünistlik perdesinde anarşistliği netice verecek bir surette münafıklar, zındıklar
vasıtasıyla ve bazı müfrit dinsiz siyasetçiler vasıtasıyla neşir ile aşılanmaya başlandığı
için; şimdiki hayat, dinsiz olarak kabil değildir, yaşamaz. “Dinsiz bir millet yaşamaz”
hükmü bu noktaya işarettir. Küfr-ü mutlak olduğu zaman, hakikat-ı halde yaşanmaz.
Onun için Kur’an-ı Hakîm, bu asırda bir mu’cize-i maneviyesi olarak Risale-i Nur şakirdlerine
bu dersi vermiş ki; küfr-ü mutlaka, anarşistliğe karşı sed çeksin. Hem çekmiş.
Evet Çin’i, hem yarı Avrupa’yı ve Balkan’ları istilâ eden bu cereyana karşı bizi
muhafaza eden Kur’an-ı Hakîm’in bu dersidir ki; o hücuma karşı sed çekmiş, bu suretle
o tehlikeye karşı çare bulmuştur.
İSLÂMİYETTEN ÇIKAN BİR
MÜSLÜMAN, ANARŞİST OLUR
Demek bir müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hristiyan ve Yahudi, hususan
bolşevik gibi olmak… Çünki bir
ziyade sever.
İsevî müslüman olsa, İsa Aleyhisselâm’ı dahaBir Musevî müslüman olsa, Musa Aleyhisselâm’ı daha ziyade sever.
Fakat bir
bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur
halet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur.
Onun için Cenab-ı Hakk’a şükür Kur’an-ı Hakîm’in işarat-ı gaybiyesi ile kahraman
Türk ve Arab milletleri içinde lisan-ı Türkî ve Arabî ile bu asrı kurtaracak bir mu’cize-i
Kur’aniyenin Risale-i Nur namıyla bir dersi intişara başlamış. Ve onaltı sene evvel altıyüzbin
adamın imanını kurtardığı gibi, şimdi milyonlardan geçtiği sabit olmuş. Demek
Risale-i Nur; beşeri anarşilikten kurtarmaya bir derece vesile olduğu gibi, İslâm’ın iki
kahraman kardeşi olan Türk ve Arab’ı birleştirmeye, bu Kur’anın kanun-u esasîlerini
neşretmeye vesile olduğunu düşmanlar da tasdik ediyorlar.»
hayat tervic edilmezse, Türk milletinin parça parça olmasına sebebiyet verileceğini şöyle beyan
eder:
«Bin seneden beri âlem-i İslâmiyeti kahramanlığı ile memnun eden ve vahdet-i
İslâmiyeyi muhafaza eden ve âlem-i beşeriyeti, küfr-ü mutlaktan ve dalâletten şanlı bir
surette kurtulmasına büyük bir vesile olan
kardeşleri;
sahib çıkmazsanız ve sizler gibi ehl-i hamiyet, eskide yanlış bir surette ve din zararına
medeniyetin propagandası yerinde doğrudan
imaniyeyi tervice çalışmazsanız,
isbat ederim ki;
kahraman kardeşi ve kumandanı olan
mahva çalışan küfr-ü mutlak altındaki
ve şanlı ordusu olan bu
çıkan dehşetli ejderhanın istila etmesine sebebiyet verecek.
Evet hariçte iki dehşetli cereyana karşı
dayanabilir.
namusun servetini serserilere ibahe etmesini âlet ederek dehşetli bir kuvvetle gelen bir
cereyanı durduracak; ancak İslâmiyet hakikatıyla mezcolmuş, ittihad etmiş ve bütün
mazideki şerefini İslâmiyette bulmuş bu millet dayanabilir.
ve milliyetperverleri, herşeyden evvel bu mümtezic, müttehid milliyetin can
damarı hükmünde olan hakaik-ı Kur’aniyeyi terbiye-i medeniye yerine esas
tutmak ve düstur-u hareket yapmakla
sh: 218)
Türk Milleti ve Türkleşmiş olanların dineğer şimdi, eski zaman gibi kahramancasına Kur’ana ve hakaik-ı imanadoğruya hakaik-ı Kur’aniyeyi vesize kat’iyen haber veriyorum ve kat’î hüccetlerleâlem-i İslâmın muhabbet ve uhuvveti yerine, dehşetli bir nefret veTürk milletine bir adavet ve şimdi âlem-i İslâmıanarşiliğe mağlub olup, âlem-i İslâmın kal’asıTürk Milletinin parça parça olmasına ve şark-ı şimalîdenbu kahraman millet, Kur’an kuvvetiyleYoksa küfr-ü mutlakı, istibdad-ı mutlakı, sefahet-i mutlakı ve ehl-iBu milletin hamiyetperverlerio cereyanı durdurur inşâallah.» (Emirdağ Lâhikası-I
Demek millî müşterekiyetin esası olan imanî şuur ve İslâmî hayat za’fa uğratılsa, millet grup grup
olup parçalanır.
«Hem bir müslüman, başka milletler gibi değil. Eğer dinini bıraksa anarşist olur, hiçbir
kayıd altında kalamaz; istibdad-ı mutlaktan, rüşvet-i mutlaktan başka hiçbir terbiye ve
tedbirle idare edilmez. Bu hakikatın çok hüccetleri, çok misalleri var. Kısa kesip sizin
zekâvetinize havale ediyorum.»
(Emirdağ Lâhikası-I sh: 219)
«Sizler ey ehl-i siyaset ve hükûmet! Evham edip bizlerle uğraşmayınız.
Bil’akis teshilât göstermeniz lâzım. Çünki
merhameti te’sis ile hem âsâyişi, hem inzibatı, hem hayat-ı içtimaiyeyi
anarşilikten kurtarmağa çalışıp,
ediyor, takviye ve te’yid ediyor.»
hizmetimiz, emniyet ve hürmet vesizin hakikî vazifenizin temel taşlarını tesbit(Kastamonu Lâhikası sh: 137)
ANARŞİ VE DİNSİZLİĞE KARŞI
KOYACAK, ANCAK İTTİHAD-I
İSLÂM KUVVETİDİR
Komünist ve Masonluk gibi cereyanlar anarşizmi netice verdiğini ve buna karşı çare olarak şeair-i
İslâmiyeyi ihya ve ittihad-ı İslâma istinad etmek gerektiğini Demokrat Parti Hükûmetine
ihtar ederken, bütün vatansever vazifedarlara da hitab eden Bediüzzaman Hazretleri diyor ki:
«Şimdi milletin arzusuyla şeair-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan
Demokratlar,
hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek
yegânesi; ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır.
zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mani
olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil; belki muhtaçtırlar. Çünki
çare-iEski
komünistlik, masonluk, zındıklık, dinsizlik; doğrudan doğruya anarşistliği intac
ediyor. Ve bu dehşetli tahrib edicilere karşı, ancak ve ancak hakikat-ı Kur’aniye
etrafında ittihad-ı İslâm dayanabilir.
olduğu gibi, bu vatanı istila-yı ecanibden ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız
odur. Ve bu hakikata binaen
komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zaruridir.»
Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmağa vesileDemokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikata istinad edip(Emirdağ Lâhikası-II sh: 24)
Bu gizli muarızlar, çeşitli bahaneler uydurarak bir kısım makam sahiplerini aldatıp Risale-i Nur
aleyhine çevirmek isterler. Evet:
«
en büyük kuvveti olan Âlem-i İslâm’ın teveccühünü ve muhabbetini ve uhuvvetini
kırmak ve nefret verdirmek için
mutlakı yerleştirenlerdir
“Risale-i Nur ve Şakirdleri, dini siyasete âlet eder, emniyete zarar ihtimali var.”
Risale-i Nur’a perde altında hücum eden, ecnebi parmağıyla bu vatandaki milletinsiyaseti dinsizliğe âlet ederek perde altında küfr-üki, hükûmeti iğfal ve adliyeyi iki def’adır şaşırtıp, der:
Hey bedbahtlar!
kırdığı için, küfr-ü mutlakın altı olan anarşiliği ve üstü olan istibdad-ı mutlakı esasıyla
bozar, reddeder.
Emniyeti, asayişi, hürriyeti, adâleti te’min ettiğine yüzer hüccetlerden biri, bu
müdafaanamesi hükmündeki Meyve Risalesi’dir. Bunu âlî bir heyet-i ilmiye ve
içtimaiye tedkik etsinler; eğer beni tasdik etmezlerse, ben her cezaya ve işkenceli idama
«Biz, Risale-i Nur’la, bu memleketin ve istikbalinin en büyük iki tehlikesini def’
etmeye çalışıyoruz ve bilfiil çok emarelerle, hattâ mahkemede de kısmen isbat
etmişiz.
Birinci tehlike: Bu memlekette, hariçten kuvvetli bir surette girmeğe çalışan
anarşiliğe karşı sed çekmek.
İkincisi: Üçyüz elli milyon müslümanların nefretlerini kardeşliğe çevirmekle, bu
memleketin en büyük nokta-i istinadını temin etmektir.»
(Emirdağ Lâhikası-I sh: 128)
RİSALE-İ NUR MESLEĞİNDE
ŞEFKAT VE ASAYİŞİ MUHAFAZA
«
itibariyle bir masuma zarar gelmemek için, bana zulmeden canilere, değil ilişmek; hattâ
beddua edemiyorum. Hattâ en şiddetli garazla bana zulmeden fâsık belki dinsiz zâlimlere
hiddet ettiğim halde değil maddî, belki beddua ile de mukabeleden beni o şefkat
men’ediyor. Çünki o zâlim gaddarın, ya peder ve validesi gibi ihtiyar biçarelere veya
evlâdı gibi masumlara maddî ve manevî darbe gelmemek için, o dört masumların
hatırına binaen o zâlim gaddara ilişmiyorum. Bazan helâl ediyorum.
İşte bu sırr-ı şefkat içindir ki; idare ve asayişe kat’iyen ilişmediğimiz gibi, bütün
arkadaşlarımıza da o derece tavsiye etmişim ki, üç vilayetin insaflı zabıtalarının bir
kısmı itiraf etmişler ki: “
muhafaza ediyorlar.”
tasdik ve binler şakirdlerin de zabıtaca hiçbir vukuat kaydetmemesi ile tasdik ve te’yid
ettikleri halde, o biçare adamın ihtilâlci ve insafsız bir komiteci gibi menzilini basmak
ve insafsız adamlar ona ihanet etmek ve menzilinde bir şey bulamamakla beraber, yüz
cinayeti bulunan bir adam gibi hattâ Kur’anı ve başındaki levhalarını evrak-ı muzırra
gibi toplamak, acaba dünyada hangi kanun buna müsaade eder?»
Risale-i Nur mesleğinin esası ve otuz seneden beri bir düstur-u hayatım olan şefkatBu Nur şakirdleri manevî bir zabıtadır; idare ve asayişidedikleri ve bu hakikata binler şâhid ve yirmi sene hayatıyla(Emirdağ Lâhikası-I sh: 279)
«…Komünist perdesi altında anarşistliğin, emniyet-i umumiyeyi bozmağa dehşetli
çalışmasına karşı;
her tarafında o müdhiş ifsadı durduruyor ve kırıyor.
çalışıyor ki, pek çok bir kesrette ve memleketin her tarafında bulunan Nur talebelerinden,
bu yirmi senede alâkadar üç-dört mahkeme ve on vilâyetin zabıtaları, emniyeti
ihlâle dair bir vukuatlarını bulmamış ve kaydetmemiş. Ve üç vilâyetin insaflı bir kısım
zabıtaları demişler: “
yardım ediyorlar. İman-ı tahkikî ile, Nur’u okuyan her adamın kafasında bir