BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ'
Bil ki, Ey Aziz!
Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve zinetleri Halıkımızı, Mâlikimizi ve Mevlamızı
bilmediğimiz takdirde Cennet de olsa Cehennemdir. Evet, öyle gördüm ve öyle zevk
ettim. Bilhassa şefkatin ateşini söndürecek marifetullahtan başka bir şey var mıdır?
Evet, marifetullah olduktan sonra dünya lezzetlerine iştah olmadığı gibi cennet isteği
bile geri kalır.
Bil ki Ey Aziz!
İnsan yaşayış itibariyle bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir
apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir. Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür
uçağı şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını süratle çalıştırıyor. Arz sefinesi
(dünya gemisi) de süratle giderken temerrü merre's-sehâb (bulutun geçmesi gibi
geçiyor.) Yer gemisi süratle yüzerken dünyanın gayr-ı meşru (helal olmayan)
lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh o zehirli
dünya oklarına bakıp el uzatma.
Bil ki, Ey Aziz!
Allah'a kul ve hizmetkâr olana her şey hizmetkâr olur. Bu da her şey Allah'ın
mülk ve malı olduğunu iman ve azimle olur.
Bil ki, Ey Aziz!
Bu küre-i arz (dünya) misafirhanesi, insanların mülk ve malı değildir. Ancak
insanlar amele gibi o misafirhanenin çeşit çeşit işlerinde ve mesleklerinden çalışırlar.
Bil ki, Ey Aziz!
Dünyada sana ait çok emirler var. Ama ne içeriğinden ve ne sonuçlarından
haberin olmuyor.
Biri cesettir. Evet, cesedin genç iken lâtif, nazik ve güzel gül çiçeğine benzerse
de ihtiyarlığında kuru ve uyuşmuş kış çiçeğine benzer.
Biri de hayat ve hayvanattır. Bunun da sonu ölüm ve bitiştir.
Biri de insaniyettir. Bu ise bitiş ve bakilik arasında şüphelidir. Dâima bakinin
ancak zikir ile muhafazası lâzımdır.
Biri de ömür ve yaşayıştır. Bunun da sınırı tayin edilmiştir. Ne ileri ve ne de geri
bir adım atılamaz. Bunun için acı çekme, mahzun olma. Tahammülünden âciz,
takatinden hariç olduğun uzun emel yükünü yüklenme.
Biri de vücuttur. Vücut zaten senin mülkün değildir. Onun maliki ancak Mâlikü'l-
Mülktür. Ve senden daha çok senin vücuduna şefkatlidir. Binaenaleyh Mâlik-i Hakikinin
idari emrinden hariç o vücuda karıştığın zaman zarar vermiş olursun. Ümitsizliği
aşılayan eden hırs gibi...
Biri de belâ ve musibetlerdir. Bunlar geçicidir, devamları yoktur. Geçiciliği
düşünülürse zıtları akla gelir, buda lezzet verir.
Biri de sen burada misafirsin. Ve buradan da diğer bir yere gideceksin. Misafir
olan kimse beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu yoldan ayrıldığın gibi,
bu şehirden de çıkacaksın. Ve sonra bu fani dünyadan da çıkacaksın. Öyle ise aziz
olarak çıkmaya çalış, Vücudunu Mucidine (yaradanına) feda et, karşılığında büyük bir
fiyat alacaksın. Çünkü feda etmediğin takdirde ya geçici heva olur, gider, veya Onun
malı olduğundan yine O'na döner.
Biri de dünyanın lezzetleridir. Bu ise kısmete bağlıdır. Talebinde yorgun düşer. Ve
geçici olması itibariyle aklı başında olan onları kalbine alıp kıymet vermez.
Dünyanın akibeti ne olursa olsun lezzetleri terk etmek evladır. Çünkü sonucun
ya kurtuluştur; kurtuluş ise şu geçici lezzetlerin terkiyle olur. Veya bedbahtlıktır; ölüm
ve idam beklentisinde bulunan bir adam sehpanın güzelliği ve süslendirilmesinden
zevk ve lezzet alabilir mi?
Bil ki, Ey Aziz!
Dört şey için dünyayı fiilen değil, kalben terk etmek lâzımdır.
1. Dünyanın ömrü kısa olup süratle bitişe ve batışa gider. Bitişin acısıyla
kavuşmanın lezzeti yok olur.
2. Dünyanın lezzetleri zehirli bala benzer. Lezzeti nispetinde acısı da vardır.
3. Seni beklemekte ve senin de süratle ona doğru gitmekte olduğun kabir
dünyanın süslü, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünkü dünya ehlince
güzel sayılan şey orada çirkindir.
4. Düşmanlar ve zararlı haşaratlar arasında bir saat durmakla dost ve büyükler
meclisinde senelerce durmak arasındaki fark, kabir ile dünya arasındaki aynı farktır.
Dolayısıyla, Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki, senelerce
dostlarınla beraber rahat edesin. Öyle ise kayıtlı ve kelepçeli olarak götürülmeden
evvel Allah'ın dâvetine icabet et.
Bil ki, Ey Aziz!
Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka tarafı rahmettir, ön tarafı ise
azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka tarafında duruyorlar. Senin de onlara
karışma zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye isteğini yok
mudur? Evet, vakit yaklaştı, dünya kirlerinden temizlenmek üzere bir gusül lazımdır…
Eğer, İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukî bugün Hindistan'da hayattadır diye
ziyaretine bir davetiye gelse, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine
gideceğim. Binaenaleyh, İncil'de Ahmed, Tevrat'ta Ahyed, Kur'ân'da Muhammed
ismiyle müsemma iki cihanın güneşi kabrin arka tarafında milyonlarca Farukî Ahmedler
ile ebedi istirahatadırlar. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz? Geri
kalmak hatadır.
Bil ki, Ey Aziz!
Şu gerçeklere dikkat etmek lazımdır:
1. Allah'a kul olana her şey amadedir. Allah'a kul olmayana her şey düşmandır.
2. Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki, rahat edesin.
3. Mülk Allah'ındır. Sende emaneten duruyor. O emaneti alıp senin için
muhafaza edecek. Sende kalırsa gücü biter ve heba olup gider.
4. Devamı olmayan bir şeyde lezzet yoktur. Sen fanisin. Dünya da fanidir. Halkın
dünyası da fanidir. Kâinatın şu görünüşü de fanidir. Bunlar, saniye, dakika ve saat ve
gün gibi birbirini takiben bitişe gidiyorlar.
5. Âhirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın
eserlere de kıymet verme.
Bil ki, Ey Aziz!
Aklı başında olan insan, ne dünya ömründen kazandığına sevinir ve ne de
kaybettiği şeye üzülmez.. Zira dünya durmuyor, gidiyor. İnsan da beraber gidiyor. Sen
de yolcusun. Bak, ihtiyarlık şafağı, kulakların üstünde yuva kurmuştur. Başının
yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış. Vücudunda iz bırakmaya niyet eden
hastalıklar, ölümün keşif kollarıdır. Dolayısıyla, ebedî ömrün önündedir. O ömrü bakide
göreceğin rahat ve lezzet ancak bu fani ömürde çaba ve çalışmalarına bağlıdır. Senin o
ömrü bakiden hiç haberin yok. Ölüm meleği uyandırmadan evvel uyan.
Bil ki, Ey Aziz!
Kur'ân-ı Kerim okunurken anlamak istediğin zaman değişik şekillerde
dinleyebilirsin.
1. Resul-i Ekrem (a.s) nübüvvet kürsüsüne çıkıp beşere hitaben Kur'an'ın
âyetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana
gönder. O mübarek dudaklardan çıkar gibi dinlemiş olursun.
2. Veya Cebrail (a.s) Hz. Muhammed'e (a.s) tebliğ ederken her iki Hazretin
arasında yapılan tebliğ konuşmalarının vaziyetini dinler gibi ol.
3. Veya Arş-ı Ala makamında yetmiş bin perde arasında Kelam'ı Ezelî'nin Resul-i
Ekrem (a.s)’a olan konuşmasını dinler gibi hayalî bir vaziyete gir.
Bil ki, Ey Aziz!
Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın sınırlı, ömrünün günleri sınırlı ve her
şeyin fanidir. Öyle ise şu kısa, fani ömrünü fani şeylere sarf etme ki, fani olmasın. Baki
şeylere sarf et ki, baki kalsın.
Bil ki, Ey Aziz!
Ey nefis! Eğer takva ve amel-i salih ile Halık'ını razı etti isen, halkın rızasını
aramana lüzum yoktur. O kâfidir. Eğer halk da Allah'ın hesabına rıza ve sevgi
gösterirlerse iyidir. Şayet onlarınki dünya hesabına olursa kıymeti yoktur. Çünkü onlar
da senin gibi âciz kullardır. Dolayısıyla ikinci şıkkı takip etmekte gizli şirktir. Evet, bir
ihtiyaç için sultana müracaat eden adam sultanı razı etmişse o iş görülür…
Bil ki, Ey Aziz!
Gözler sanatı görüp de sanatçıyı gözler görmezse çok garip ve pek çirkin düşer.
Çünkü o halde Sanatçının manen, kalben görünmemesi ya basiretin körlüğündendir
veya kalp gözünün kör olmasındandır. Veya pek dar görüşlü olduğundan meseleyi
büyüklüğüyle kavramadığındandır.
Bil ki, Ey Aziz!
Senin önünde çok korkunç büyük meseleler vardır ki, insanı tedbire ve
hassasiyete mecbur eder.
Birisi: Ölümdür ki, insanı dünyadan ve bütün sevgililerinden ayıran bir
ayrılmaktır.
2. Dehşetli, korkulu ahiret memleketine yolculuktur.
3. Ömür az, sefer uzun, yol tedariki yok, kuvvet ve kudret yok, aczi mutlak gibi
acıklı acılara maruz kalmaktır. Öyle ise bu gaflet ve unutkanlık isyan nedir? Devekuşu
gibi başını unutkanlık kumuna sokar, gözüne gaflet gözlüğünü takarsın ki, Allah seni
görmesin. Veya sen Onu görmeyesin. Ne vakte kadar fani şeylere ihtimam ve ebedi
şeylerle meşgul olacaksın?
Bil ki, Ey Aziz!
Bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ahiret
memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda karanlıkları aydınlatacak bir nur ve bir erzak
lazımdır. Güvendiğimiz akıl ve ilimden ümit yok. Ancak Kur'ân'ın güneşinden,
Rahmanın hazinesinden tedarik edilebilir.