ve edilemeyeceğini bildiren ikaz ve derslerden az bir kısmıdır.
ehl-i dünya, ehl-i dalalet, ehl-i bid’a, ehl-i sefahet, ehl-i nifak,gibi vasıflarla tavsif edilen şer cereyanlarına ve, Üstadımızın dost olmadığını ve olunamayacağını ve ihtilat etmediğini
Bu sarih beyanları kendilerine ölçü ittihaz edenler, gereken istikametli
düşünmede zorluk çekmezler.
«
Hikmet âzâsından
Otuz sene evvel Darü’l-Hikmet âzâsı iken, birgün, arkadaşımızdan ve Darü’l-Seyyid Sadeddin Paşa dedi ki:
“
bir zındıka komitesi
dünyada kalsa, biz mesleğimizi (yani zındıkayı, dinsizliği) bu millete kabul
ettiremeyeceğiz. Bunun vücudunu kaldırmalıyız’
hükmetmişler. Kendini muhafaza et.”
Ben de “
Kat’î bir vasıta ile haber aldım; kökü ecnebîde ve kendisi burada bulunan, senin bir eserini okumuş. Demişler ki: ‘Bu eser sahibidiye senin idamınaTevekkeltû alâllah, ecel birdir, tagayyür etmez” dedim.
İşte bu komite
benimle mücadelede herbir desiseyi istimal etti. İki defa imha için hapse ve on
bir defa da beni zehirlemeye çalışmışlar (şimdi on dokuz defa oldu). En son
dehşetli plânları, sabık Dahiliye Vekilini ve Afyon’un sâbık Vâlisini, Emirdağının
sabık kaymakam vekilini aleyhime sevk etmeleriyle, resmî hükûmetin nüfuzunu
bütün şiddetiyle aleyhimde istimal etmeleridir. Benim gibi zayıf, ihtiyar,
merdumgiriz, fakir, garip, hizmete çok muhtaç bir biçâreye o üç resmî memurlar,
aleyhimde öyle bir propaganda ve herkesi korkutmak o dereceye gelmiş ki, bir
memur bana selâm etse, haber aldıkları vakitte değiştirdikleri için, casusluktan
başka hiçbir memur bana uğramadığını ve komşularımın da bazıları
korkularından hiç selâm etmediklerini gördüğüm halde, inayet ve hıfz-ı İlâhî
bana bir sabır ve tahammül verdi.
onlara dehalete mecbur etmedi
, otuz sene, belki kırk seneden beri hem tevessü etti, hemEmsalsiz bu işkence, bu tazyik, beni.» (E:193)
VATAN VE DIN HAINLERINE TESLIM
OLUNMAZ
«
Ben bugün yalnız iki üç kardeşimizin tahliyelerini isterdim. Fakat hakkımızdaki
inâyet-i İlâhiye onların menfaati için geri bıraktı. Ve yirmi gün kadar, bizim bu
vaziyetimiz lâzım ve elzemdir. Çünkü bu bayramda beraber bulunmamız hem
bize, hem Nurlara, hem hizmetimize, hem mânevî ve maddî istirahatimize ve
hacıların dualarından tam bir hisse almamıza ve Ankara’ya gönderilen Risale-i
Nur’un müsadereden kurtulmasına ve bizim mazlumiyetimize acıyıp Nurlara
sarılanların çoğalmasına ve
din hâinlerine dehalet etmediğimize bir hüccet olması lâzımdı.
«Aziz kardeşlerim,
Bu Cuma gününde mühim bir hizb okurken siz hatıra geldiniz. “Bu musibetten
kurtulmak için ne yapacağız?” lisan-ı hâl ile dediniz. Benim kalbime bu geldi:
Sıkı bir tesanüdle, el ele, omuz omuza veriniz. Çünkü, birbirinden ve
Nur’dan ve benden çekinmek ve inkâr etmek ve bizi ezmek isteyen gizli
kuvvete dalkavukluk etmek gibi tedbirleri yapanların zarardan başka hiçbir
menfaatleri yoktur. Sizi temin ederim, eğer bilseydim ki benden teberri
etmekle kurtulacaksınız, beni tahkir ve ihanet ve gıybet etmeye izin verip
helâl ederdim. Fakat, bizi ezmek isteyen gizli kuvvet sizi biliyor,
aldanmıyor; za’fınızdan, teberrînizden cesaret alır, daha ziyade ezer.
mesleğimiz hıllet ve uhuvvet olduğundan, şahsiyet ve enaniyet cihetinden bir
rekabet olmaz. Benim gibi çok kusurlu ve çok zayıf bir biçarenin noksaniyetlerine
değil, belki
Aziz, sıddık kardeşlerim,hazır büyük hatâlara rıza ile vatan ve millet ve» (Ş:517)Risale-iHemRisale-i Nur’un kemalâtına bakmalı.» (T:431)
«
fiyat takdir edilmez derecede kıymettar ve bütün dünyası ve canı ve cânânı
pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakikatin uğrunda ve yolunda çalışıyoruz;
elbette bütün musibetlere ve sıkıntılara ve
mukabele etmemiz gerektir
Madem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli vedüşmanlara kemâl-i metanetle.» (T:434)
«
çevirmeye bazı bahaneleri buluyorlar. İnşaallah,
kahramanane sebatları ve tahammülleri
hakikatleri, onun elinde birer elmas kılıç bulunan
mânevîsinin pek harika fedakârlığı, onların bu plânını da akîm bırakacak.
Şimdi Nurcuları ürkütmek, zayıf bir damar bulup nazarlarını başka tarafademir gibi metin Nurcularınve mücahid-i ekber olan Nurunşakirtlerin şahs-ı
Evet, Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem dahi lüzumsuz değil. Sizlere
tekrarla beyan edilmiş: Eski zamanın kahraman mücahidlerine nispeten en az
zahmet, ağır şerait ve bu zamanın şiddet-i ihtiyaç cihetiyle çok sevap kazanan,
inşaallah halis Nurculardır. Ve boş boşuna, bâd-ı hevâ, belki günahlı, zararlı giden
birkaç sene
sarf eden ve onunla ebedî bir ömrü kazanan, Nur talebeleridir.
hisseme düşen bütün bu hücumlarına karşı, pek çok zaafiyetimle beraber
tahammüle karar verdim.
kardeşlerim benden geri kalmaz ve kaçmazlar
çevirmeye, şimdiye kadar çalıştıkları gibi çalışacaklar.» (T:596)
«Benim bazı dostlarım, ehl-i dünya bana şüpheli baktıkları için,
hoş görünmek için benden zâhiren teberri ediyorlar
Halbuki,
o ehl-i dünyaya sadakate değil, belki bir nevi riyaya, vicdansızlığa
hamledip o dostlarıma karşı fena nazarla bakıyorlar.
ömrünü, böyle kudsî bir hizmet-i imaniye ve Kur’âniyeyeBen, kendiİnşaallah, kuvvetli, fedakâr, genç, kahramanve kaçanları da geriehl-i dünyaya, belki tenkit ediyorlar.kurnaz ehl-i dünya, bunların teberrisini ve bana karşı içtinaplarını,
Ben de derim: Ey âhiret dostlarım! Benim Kur’ân’a hizmetkârlığımdan teberri
edip kaçmayınız. Çünkü, inşaallah benden size zarar gelmez. Eğer faraza
musibet gelse veya bana zulmedilse,
O hal ile, musibete ve tokada daha ziyade istihkak kesb edersiniz.
var ki evhama düşüyorsunuz?» (M:70)
«İhvanlarıma da tavsiyem budur ki:
Zaruriyet-i kat’iye olmadan bunlarla uğraşmayınız.
siz benden teberriyle kurtulamazsınız.Hem neCevâbü’l-ahmaki’s-sükût
nev’inden, tenezzül edip onlarla konuşmayınız. Fakat buna dikkat ediniz ki,
canavar bir hayvana karşı kendini zayıf göstermek, onu hücuma teşcî
ettiği gibi, canavar vicdanı taşıyanlara karşı dahi dalkavukluk etmekle zaaf
göstermek, onları tecavüze sevk eder.
davranmalı, tâ dostların lâkaytlıklarından ve gafletlerinden, zındıka taraftarları
istifade etmesinler.
Öyleyse dostlar müteyakkız
zulme rıza zulümdür
İKİNCİ NOKTA
“
fermanıyla, zulme değil yalnız âlet olanı ve taraftar olanı, belki ednâ bir
meyil edenleri dahi dehşetle ve şiddetle tehdit ediyor.
ehl-i Kemal, kâmilâne, şu âyetin çok cevâhirinden bir cevherini şöyle tabir etmiştir:
Muîn-i zâlimîn dünyada erbâb-ı denâettir,
Köpektir zevk alan seyyâd-ı bî-insâfa hizmetten.
Evet, bazıları yılanlık ediyor, bazıları köpeklik ediyor.
gecede, mübarek bir misafirin, mübarek bir duada iken, hafiyelik edip, güya cinayet
yapıyormuşuz gibi ihbar eden ve taarruz eden, elbette bu şiirin meâlindeki tokada
müstehaktır.» (M: 361)
Böyle mübarek bir
Reformistler titresin !
«Buna dair bir düstur-u hakikati beyan etmek lâzım. Şöyle ki:
Nasıl “hukuk-u şahsiye” ve bir nevi hukukullah sayılan “hukuk-u umumiye”
namıyla iki nevi hukuk var. Öyle de, mesâil-i şer’iyede bir kısım mesâil, eşhâsa
taallûk eder; bir kısım umuma, umumiyet itibarıyla taallûk eder ki, onlara “
İslâmiye”
hissedardır. Umumun rızası olmazsa, onlara ilişmek, umumun hukukuna
tecavüzdür.
bir mesele hükmünde nazar-ı ehemmiyettedir. Doğrudan doğruya umum
âlem-i İslâma taallûk ettiği gibi, Asr-ı Saadetten şimdiye kadar bütün
eâzım-ı İslâmın bağlandığı o nuranî zincirleri koparmaya, tahrip ve tahrif
etmeye çalışanlar ve yardım edenler, düşünsünler ki, ne kadar dehşetli bir
hataya düşüyorlar. Ve zerre miktar şuurları varsa titresinler!
şeâir-itabir edilir. Bu şeâirin umuma taallûku cihetiyle, umum ondaO şeâirin en cüz’îsi (sünnet kabilinden bir meselesi) en büyük» (M:396)
Şöhretperestlik damarı
«Şeytan-ı ins, şeytan-ı cinnîden aldığı derse binaen, hizbü’l-Kur’ân’ın fedakâr
hâdimlerini
ulvî cihaddan vazgeçirmek istiyorlar. Şöyle ki:
İnsanda, ekseriyet itibarıyla, hubb-u cah denilen
hubb-u cah vasıtasıyla aldatmak ve o kudsî hizmetten ve o mânevîhırs-ı şöhret ve hodfuruşluk ve
şan ve şeref
sahibi olmaya
için hayatını feda eder derecesinde
denilen riyâkârâne halklara görünmek ve nazar-ı âmmede mevki, ehl-i dünyanın her ferdinde cüz’î, küllî arzu vardır. Hattâ o arzuşöhretperestlik hissi onu sevk eder.
Ehl-i âhiret için bu his gayet tehlikelidir
dağdağalıdır, çok ahlâk-ı seyyienin de menşeidir ve insanların da en zayıf
damarıdır. Yani, bir insanı yakalamak ve kendine çekmek, onun o hissini
okşamakla kendine bağlar, hem onunla onu mağlûp eder.
hakkında en ziyade korktuğum, bunların bu zayıf damarından ehl-i ilhâdın
istifade etmek ihtimalidir.
biçare dostlarımı o suretle çektiler, mânen onları tehlikeye attılar.
. Ehl-i dünya için de gayetKardeşlerimBu hal beni çok düşündürüyor. Hakikî olmayan bazıHAŞİYE
Ey kardeşlerim ve ey hizmet-i Kur’ân’da arkadaşlarım! Bu hubb-u cah
cihetinden gelen dessas ehl-i dünyanın hafiyelerine veya ehl-i dalâletin
propagandacılarına veya şeytanın şakirtlerine deyiniz ki:
“Evvelâ rıza-yı İlâhî ve iltifat-ı Rahmânî ve kabul-ü Rabbânî öyle bir makamdır ki, insanların
teveccühü ve istihsânı, ona nisbeten bir zerre hükmündedir. Eğer teveccüh-ü
rahmet varsa, yeter. İnsanların teveccühü, o teveccüh-ü rahmetin in’ikâsı ve gölgesi
olmak cihetiyle makbuldür; yoksa arzu edilecek birşey değildir. Çünkü kabir kapısında
söner, beş para etmez.”
Hubb-u cah hissi eğer susturulmazsa ve izale edilmezse, yüzünü başka cihete
çevirmek lâzımdır. Şöyle ki:
Sevab-ı uhrevî için, dualarını kazanmak niyetiyle ve hizmetin hüsn-ü tesiri noktasında,
gelecek temsildeki sırra binaen, belki o hissin meşru bir ciheti bulunur.
Meselâ,
dolu olduğu bir zamanda, tek tük, sofada ve kapıda haylâz çocuklar ve serseri
ahlâksızlar bulunup camiin pencerelerinin üstünde ve yakınında ecnebîlerin
eğlence-perest seyircileri bulunsa, bir adam o cami içine girip ve o cemaat içine
dahil olsa; eğer güzel bir sadâ ile, şirin bir tarzda, Kur’ân’dan bir aşir okusa, o
vakit binler ehl-i hakikatin nazarları ona döner, hüsn-ü teveccühle, mânevî bir
dua ile o adama bir sevap kazandırırlar. Yalnız haylâz çocukların ve serseri mülhidlerin
ve tek tük ecnebîlerin hoşuna gitmeyecek.
Ayasofya Camii, ehl-i fazl ve kemalden mübarek ve muhterem zatlarla
Eğer o mübarek camiye ve o muazzam cemaat içine o adam girdiği vakit, süflî ve edepsizce
fuhşa ait şarkıları bağırıp çağırsa, raksedip zıplasa, o vakit o haylâz çocukları
güldürecek, o serseri ahlâksızları fuhşiyâta teşvik ettiği için hoşlarına gidecek ve
İslâmiyetin kusurunu görmekle mütelezziz olan ecnebîlerin istihzâkârâne tebessümlerini
celb edecek. Fakat umum o muazzam ve mübarek cemaatin bütün efradından bir nazar-ı
Birinci suretteki adam, faraza hubb-u cahı kalbinden çıkarmazsa, fakat
rıza-yı İlâhîyi esas tutmak ve hubb-u cahı hedef ittihaz etmemek şartıyla,
ihlâsı ve
bir nevi meşru makam-ı mânevî, hem muhteşem bir makam kazanır ki, o hubbu
cah damarını kemâliyle tatmin eder.
ehemmiyetsiz birşey kaybeder; ona mukabil, çok, hem pek çok kıymettar,
zararsız şeyleri bulur. Belki birkaç yılanı kendinden kaçırır; ona bedel çok
mübarek mahlûkları arkadaş bulur, onlarla ünsiyet eder.
eşek arılarını kaçırıp, mübarek rahmet şerbetçileri olan arıları kendine celb
eder, onların ellerinden bal yer gibi, öyle dostlar bulur ki, daima dualarıyla ve âbı
kevser gibi feyizler, âlem-i İslâmın etrafından onun ruhuna içirilir ve defter-i
a’mâline geçirilir.
Bir zaman,
yolunda büyük bir kabahat işlemekle
maskara olduğu
İyi sarstı; fakat kendimi hubb-u cahtan kurtaramadığım için, o ikazım dahi onu
uyandırmadı.» (M:412)
Bu adam az, hem pek az veVeya ısırıcı yabanîdünyanın bir büyük makamını işgal eden küçük bir insan, şöhretperestlikâlem-i İslâmın nazarındavakit, geçen temsilin meâlini ona ders verdim, başına vurdum.
NURCULARI KORKUTAMAZLAR
«İşte, ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhâdın dalkavukları
cihad-ı mânevînizden vazgeçirmek için size hücum etseler, onlara deyiniz:
sizi korkutmakla kudsî
“
lehafizun”
etrafımızda çevrilmiş muhkem bir surdur. Binler ihtimalden bir ihtimalle şu kısa
hayat-ı fâniyeye
yüzde yüz, binler zarar verecek bir yola bizi ihtiyarımızla sevk edemezsiniz.
» (M:415)
«Ey kardeşlerim! İngiliz gibi cebbar bir hükûmetin istilâ ettiği bir zamanda, bu
tarzda matbaa lisanıyla onlara mukabele etmek,
Kur’ânî bana kâfi geldiği halde
Biz Hizbü’l-Kur’ân’ız. [3] “Inna nahnu nezzelnezzikra ve Inna lehusırrıyla, Kur’ân’ın kalesindeyiz. [4]”HasbunAllahu ve nigmel Vekil”küçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı ebediyemize”tehlike yüzde yüz iken hıfz-ı, size de yüzde bir ihtimalle ehemmiyetsiz
zalimlerin elinden gelen zararlara karşı, elbette yüz derece daha kâfidir.
Hem, ey kardeşlerim, çoğunuz askerlik etmişsiniz. Etmeyenler de elbette
işitmişlerdir. İşitmeyenler de benden işitsinler ki,
siperini bırakıp kaçanlardır.
en ziyade yaralananlar,En az yara alanlar, siperinde sebat edenlerdir.
[5]
gösteriyor ki, firar edenler, kaçmalarıyla ölümü daha ziyade karşılıyorlar.»
(M:417)
«Madem hakikat budur; biz de bütün kuvvetimizle deriz: Ey dinini dünyaya
satan ve küfr-ü mutlaka düşen bedbahtlar! Elinizden ne gelirse yapınız.
Dünyanız başınızı yesin ve yiyecek.
oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda olsun!
hazırız. Hapsin harici, bu vaziyette, yüz derece dahilinden daha fenadır. Bize
karşı gelen böyle bir istibdad-ı mutlak altında hiçbir hürriyet—ne hürriyet-i
ilmiye, ne hürriyet-i vicdan, ne hürriyet-i diniye—olmamasından, ehl-i namus ve
diyanet ve tarafdar-ı hürriyet olanlara ya ölmek veya hapse girmekten başka bir
çare kalmaz.
dayanıyoruz.
«Hülâsa-i kelâm: Ehl-i hükûmetin ve ehl-i siyasetin ve ehl-i idarenin ve inzibatın
ve adliye ve zabıtanın bizimle uğraşacak hiçbir işleri yoktur. Olsa olsa, dünyada
hiçbir hükûmetin müdafaa edemediği ve aklı başında hiçbir insanın
hoşlanmadığı küfr-ü mutlak ve dehşetli bir tâun-u beşerî ve maddiyunluktan
gelen zındıkanın taassubuyla, bir kısım
memurları aldatarak evhamlandırıp, aleyhimize sevk etmek var. Biz de deriz:
”Kul innel mevtellezi tefirrune minhu feinnehu mulaakikum” mânâ-yı işarîsiyleYüzer milyon kahraman başlar fedaHer ceza ve idamınızaBiz de [6]”Inna lillahi ve inna ileyhi raciun” diyerek Rabbimize» (Ş: 280)gizli zındıklar şeytanetiyle bazı resmî
Değil böyle bir kaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevk etseler,
Kur’ân’ın kuvvetiyle, Allah’ın inâyetiyle kaçmayız. O irtidatkâr küfr-ü mutlaka
ve o zındıkaya teslim-i silâh etmeyiz!»
«Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sair yerlere nisbeten en sıkıntılı ve en soğuk olan bu hapsin zahmet ve
meşakkatini çeken, elbette bu hapsin sebebinde derecesine göre bir kaçınmak
meyli olacak. Fakat onun zâhirî sebebi olan Risale-i Nur‘un o zahmet çekenlere
kazandırdığı iman-ı tahkikî ve iman-ı tahkikî ile hüsn-ü hâtime ve şirket-i
mâneviye ile yüzer adam kadar a’mâl-i saliha o acı zahmeti tatlı bir rahmete
çevirdiğinden, bu iki neticenin fiyatı, sarsılmaz bir sadakat ve sebatkârlıktır.
Onun için,
dünya ile alâkası olmayan veya pek az bulunanları için bu hapis daha hayırlıdır,
bir cihette hürriyet yeridir. Ve alâkası bulunan ve idaresi yerinde olanlara, sarf
edilen paraları muzaaf sadakalara ve geçirilen ömür saatleri muzaaf ibadetlere
çevirmesinden, şekvâ yerine şükür etmeleri iktiza ediyor. Ve fakir ve zayıf kısmı
ise, zaten hapsin haricinde onlara faydasız sevaplar, mes’uliyetli meşakkat
verdiğinden, bu hayırlı, çok sevaplı, mes’uliyetsiz ve arkadaşlarının mütekabil
tesellileriyle hafifleşen meşakkat, onlar için medar-ı şükrandır.» (Ş:316)
«Aleyhimize çevrilen dolaptan kurtulmak imkânı bulmadık. Ben hissetmiştim,
fakat çare yoktu. Bîçare
(Ş: 292)pişman olmak ve vazgeçmek, büyük bir hasârettir. Şakirtlerinmerhum Şeyh Abdülhakîm, Şeyh Abdülbâki
kurtulamadılar. Demek bu musibette biz birbirimizden şekvâ etmek hem haksız,
hem mânâsız, hem zararlı, hem Risale-i Nur’dan bir nevi küsmektir. Sakın,
sakın, has rükünlerin gösterdikleri faaliyeti bu musibete bir sebep görüp
onlardan gücenmek ise,
öğrenmeden pişman olmaktır.
mânevî musibettir.» (Ş:322)
«Sizin tahliyeniz bu hakikate zarar vermez; fakat
Umum âlem-i İslâmı alâkadar eden bir hakikatin hatırı için değil yalnız
dünya hayatını, belki lüzum olsa uhrevî hayatımı ve saadetimi dahi ehl-i
imanın Risale-i Nur ile saadetleri için feda etmeyi nefsim de kabul ediyor.
(Ş:325)
«Zaten meseleyi uzatacak ehemmiyetli kitapları ve evrakları ve müdafaaları
dahi Ankara’ya göndereceğini, mahkeme reisi o gün söyledi. Elbette şimdi
yetişmiş. Şimdi benim muntazam ve izahlı iki müdafaanamem gitse, belki
meseleyi çabuk halleder, mesele uzanmaz, tâcil eder; çabuk aile sahipleri
kurtulurlar. Fakat
hakaik-i imaniyeyi mülhidlere, mürtedlere karşı müdafaa etmek için, en
müsait bir yer olan hapiste kalmak lâzımdır.
Risale-i Nur’dan çekilmek ve hakaik-i imaniyeyiBu ise, maddî musibetten daha büyük birbenim beraetim, zarardır.»ben ve benim gibi alâkasızlar kurtulmaya değil, belki» (Ş:326)
Risale-i Nur’u mağlûp edemezsiniz
«Madem hakikat budur. Size ihtar ediyorum: Kur’ân’a dayanan
mübareze etmeyiniz.
başka yere gider, yine tenvir eder.
başlarım bulunsa, hergün biri kesilse,
zındıkaya ve küfr-ü mutlaka eğmem ve bu hizmet-i imaniye ve nuriyeden
vazgeçmem ve geçemem.
«
Risale-i Nur ileO mağlûp olmaz, bu memlekete yazık olur.HAŞİYE OHem eğer başımdaki saçlarım adedincehakikat-i Kur’âniyeye feda olan bu başı» (Ş:351)Risale-i Nur’a mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu mağlûp edemezsiniz.
Mübarezede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat
dağıtamazsınız.
milyon şehid veren bu vatandaki geçmiş ecdatlarımızın ahfadlarına bu zamanda
şakirtleriniÇünkü, hakikat-i Kur’âniyenin muhafazası yolunda kırk elli
hakikat-i Kur’âniyenin muhafazası ve âlem-i İslâmın nazarında eskisi gibi
dindarâne kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zâhiren çekilseler de,
şakirtler, ruh u canıyla o hakikate bağlıdırlar. Ve o hakikatin bir aynası olan
o hâlis
Risale-i Nur’u terkedip, o terk ile vatan ve millet ve âsâyişe zarar
vermeyeceklerdir.
«
» (Ş:398)Rusun Başkumandanı kasten önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmayan
ve tenezzül etmeyen ve onun
muhafaza için ona başını eğmeyen
Başkumandanına ve onun vasıtasıyla fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için,
idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi; İstanbul’u istilâ eden İngiliz
idam tehdidine beş para ehemmiyet vermeyen
hayâsız yüzüne!” cümlesiyle ve matbuat lisanıyla karşılayan; ve Mustafa
Kemal’in elli mebus içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, “Namaz
kılmayan haindir” diyen
“
dalkavukluk etmeyen
inzivayı ihtiyar eden
maslahatsız, kanunsuz denilse ki, “Sen
papazlarına benzeyeceksin
ulemasının icmaına muhalefet edeceksin
elbette öyle herşeyini hakikat-i Kur’âniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî
hapis veya ceza ve işkence, belki
de atılsa, kat’iyen; yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle,
feda edecek...
«Evet, kardeşlerim, bu zamanda öyle dehşetli cereyanlar ve hayat ve
sarsacak hadiseler içinde hadsiz bir metanet ve itidal-i dem ve nihayetsiz
bir fedakârlık taşımak gerektir.
ve “Tükürün zâlimlerin o; ve Divan-ı Harb-i Örfî’nin dehşetli suallerine karşı,Şeriatın tek bir meselesine ruhumu feda etmeye hazırım” deyip; ve yirmi sekiz sene, gâvurlara benzememek içinbir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur’âniyenin fedakâr hizmetkârınaYahudi ve Hıristiyan, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm; yoksa ceza vereceğiz” denilse,parça parça bıçakla kesilse, Cehenneme» (Em:166)cihanı
[7]
âhireti bildikleri ve iman ettikleri halde dünyayı âhirete severek tercih etmek ve
kırılacak şişeyi bâki bir elmasa bilerek rıza ve sevinçle tercih etmek ve âkıbeti
görmeyen kör hissiyatın hükmüyle, hazır bir dirhem zehirli lezzeti, ileride bir
batman sâfi lezzete tercih etmek, bu zamanın dehşetli bir marazı, bir
musibetidir. O musibet sırrıyla,
taraftar olmak gibi dehşetli hatâda bulunuyorlar.
Risale-i Nur şakirtlerini bu musibetlerin şerrinden muhafaza eylesin. Âmin.»
(K.197)
«Hafız Ahmed (r.h.) namında bir adamdır. Bu zat, risalelerin yazmasında iki üç
sene teşvikkârâne bir surette bulunuyordu ve istifade ediyordu. Sonra ehl-i
dünya zayıf bir damarından istifade etti. O şevk zedelendi.
temas etti—belki o cihetle ehl-i dünyanın zararını görmesin, hem onlara
sözünü geçirsin ve bir nevi mevki kazansın
olsun.
mukabil iki tokat yedi
perişaniyeti ehemmiyet kesb etti. İkinci tokat: Şeref ve haysiyet noktasında
hassas ve hattâ birtek adamın tenkit ve itirazını çekemeyen o zat, bilmeyerek
bazı dessas insanlar onu öyle bir surette kendilerine perde ettiler ki, şerefi
zîrüzeber oldu, yüzde doksanını kaybetti ve yüzde doksan adamı aleyhine
çevirdi. Her ne ise, Allah affetsin, belki inşaallah bundan intibaha gelir, yine
kısmen vazifesine döner.» (L:45)
“Yestehibbunel hayateddunya alel ahireh” âyetinin sırr-ı işarîsiyle,hakikî mü’minler dahi bazan ehl-i dalâleteCenab-ı Hak, ehl-i imanı veEhl-i dünyayave dar olan maişetine bir suhuletİşte, hizmet-i Kur’âniyeye o suretle, o yüzden gelen fütur ve zarara. Biri: Dar maişetiyle beraber beş nüfus daha ilâve edildi,
nurcular mason cereyanına yanaşmaz
Şer cereyanı hakimiyetinde o cereyandan Risale-i Nur'a gelen serbestiyet
dahi hizmete zarar verir.
«Üstadımız diyor ki:
Mahkemelerin tehirinde hayır var. Şimdiye kadar Nura ve Nurculara verilen zahmetler, rahmetlere
dönmesi gösteriyor ki, bu tehirde de hayırlar var ki, birisi bu olmak ihtimali var:
Hariç âlem-i İslâmda Nurun ehemmiyetli tesire başlaması ve inkişaf ve intişarı
ve buranın siyasîleri Avrupa’ya bir rüşvet olarak bir derece
tâmmesi için karar vermek, hariç âlem-i İslâmda Nurların hakikî ihlâsına
böyle bir şüphe gelecekti ki, ya Nurcular riyakârlığa mecbur olmuşlar
veyahut böyle medenîleşmek fikrinde olanlara ilişmiyorlar, zaaf
gösteriyorlar diye, Nurun kıymetine büyük zarar
evhamları izale eder.
muhalif şeylere baş eğmiyorlar
«Aziz, sıddık kardeşlerim,
Sizin tesanüdünüze benim ziyade ehemmiyet verdiğimin sebebi, yalnız bize ve
Risale-i Nur’a menfaati için değil, belki tahkikî imanın dairesinde olmayan ve
nokta-i istinada ve sarsılmayan bir cemaatin kat’î buldukları bir hakikate
dayanmaya pekçok muhtaç bulunan avâm-ı ehl-i iman için
cereyanlarına karşı yılmaz, çekilmez, bozulmaz, aldatmaz bir merci, bir
mürşid, bir hüccet olmak
eder ki, bir hakikat var, hiçbir şeye feda edilmez,
mağlûp olmaz diye
ve sefahete iltihaktan kurtulur.
«Yüzer milyon başların feda oldukları bir kudsî hakikate başımız dahi feda
olsun. Dünyayı başımıza ateş yapsanız,
başlar, zındıkaya teslim-i silâh etmeyecek
vazgeçmeyecekler inşaallah!» (L: 262)
«Üç dehşetli kumandanlara karşı korkmayan ve dalkavukluk yapmayan ve
mahkemelerde, “Başımdaki saçlarım adedince başlarım bulunsa ve her gün biri
kesilse,
İslâmiyete hıyanet etmem, hakikat-i Kur’âna feda olan bu başımı zâlimlere
eğmem”
«Mânâsız, çok zararlı nazlanmaktan vazgeçiniz. Yoksa, bir kısmımız Şemsi,
Şefik, Tevfik gibi,
büyük bir zarar
«
yesuddune an Sebilillahi ve yebguneha ivecen, ulaaike fi dalalin baid”.
Nurun serbestiyet-iolduğu için, bu tehir oVe ispat ediyor ki, otuz seneden beri İslâmiyetin şiarına.» (Em:107)dalâletcihetiyle, sizin kuvvetli tesanüdünüzü gören kanaatehl-i dalâlete başını eğmez,kuvve-i mâneviyesi ve imanı kuvvet bulur, ehl-i dünyaya» (Ş:320)hakikat-i Kur’âniyeye feda olanve vazife-i kudsiyesindenzındıkaya ve dalâlete teslim-i silâh edip vatan ve millet vediyen.» (Ş:450}muarızlara sureten iltihak edip, hizmet-i imaniyemizeve noksaniyet olacak.» (Ş:513)Üçüncü Âyet: “Ellezine yestehibbunel hayateddunya alel ahireti ve
Bu dahi, üç cümlesiyle bazı münasebât-ı mâneviye ve muvafakat-ı mefhumiye
cihetinde ve hem Risale-i Nur’un mesleğine, hem mülhidlerin mesleğine îmaen
bakar ve birinci cümlesiyle der ki: “O bedbahtlar, bazı ehl-i imanın (imanları
beraber olduğu halde) ve bir kısım ehl-i ilmin (âhireti tam bildikleri halde) onlara
iltihak delâletiyle, bilerek ve severek hayat-ı dünyeviyeyi dine ve âhirete, yani
elması tanıdığı ve bulduğu halde beş paralık şişeyi ona tercih etmek gibi
sefahet-i hayatı, dinî hissiyata muannidâne tercih edip
ederler.” (Ş:724)
«Şimdi bizimle uğraşan ve
nefyeden ve
dinsizlikle iftiharAbdülbâki ve Abdülhakîm ve Hacı Süleyman’ıYeşil Şemsi’yi tahliyeden sonra burada durduran adamlar, elbette
Hâfız Mehmed
reislerine ve suretine baş eğmemesiyle ve ilhad ve bid’alara
taraftarlıklarını göstermemesiyle
hem
meselede kendi kendine
arkasında bulmak ve kaçmamakla sarsılmaz ve mağlûp olmaz bir hakikata
bağlandıklarını mütereddit ve mütehayyir ehl-i imana göstermesi gayet
lüzumlu olduğunu dahi nazarınıza ve meşveretinize alınız
olmaz. Fakat şimdi bu zamanda ejderhalar, ifritler hükmünde
komitelerinin hücumları ve tahribatları zamanında, müdafaamda, bende
görünen o sinek kanadı kadar kusurları görmek, o hücum edenlere bir
yardım hükmüne geçmektir.
ilâçlarından mahrum etmektir. Bu nokta için ben kendi kuvvetime, meziyetime
hiç itimad etmeyerek, yalnız hakikat-i Kur’âniye ve onun tefsiri olan hakaik-i
imaniyedeki kuvvete istinaden
toplansalar, ben onlara karşı çekinmeyerek meydan okuyorum. Ve başımı
eğmiyorum. Ve izzet-i ilmiyeyi kırmıyorum.
ve Seyyid Şefik gibi salâbet-i diniyeleri ile ve onların ölmüşberaber, serbest bırakmamak ihtimalini de,Risale-i Nur’un tesettür perdesinden çıkıp gayet büyük ve umumî birmerkezlerinde mübarezesi zamanında şakirtlerini.» (Ş:327)[8]Vema uberriu nefsi, innen nefse le emmaretun bissui illa ma rahime Rabbi”dinsizlikVe on adet muhtaçlardan beş altı biçareyi Nurundünyaya ilân ediyorum ki, bütün dinsizler» (Em: 153)
asla susmayacağız !
Risale-i Nur’u ve hizmet ehlini müdafaadan men etmek için yapılan korkutma
planı:
«
devam ederken
İslâmiyet düşmanları, bir taraftan tamamıyla yalan propagandalarına ve taarruzlarına, diğer taraftan da Nur talebelerinin Üstadları ve
Risale-i Nur hakkında
minnet ve şükranlarını ifade eden takdirkâr yazı ve sözlerden mürekkep, bir nevi
istidatları nisbetinde, istifade ve istifâzelerinden doğan
müdafaalarını perdeler arkasından men etmeye çalışıyorlar.
Bunun için,
sâfdil gördükleri dostların dostlarına veya dostlara samimî görünerek
“İfrata gidiyorsunuz” gibi, bir takım şeyler söylettiriyorlar.
böyle dessas, böyle entrikalı, çeşitli iftiralarla bizi
susturmaya çalışıyorlar.
İşte, böyle sinsi,korkutmaya, yıldırmaya ve
Evet, acaba hiç akıl kârı mıdır ki,
din düşmanları, iftira ve yalanlardan ibaret
yaygaralarını yapsınlar da, bizler hakikatı izhar tarzıyla müdâfaa etmekte
susalım?
Bediüzzaman hakkında zâlimâne ve cebbarâne haksızlıkları irtikâb eden, o
insafsız propagandacılar, yalanlarını savururken, biz, Üstad ve
hakkaniyetini ilân ederek o acip yalanlarını akîm bırakmaya çalışmayalım?
Acaba hiç mümkün müdür ki, İslâmiyet düşmanlığıyla, ÜstadRisale-i Nur’un
Acaba eblehlik ve sâf-derunluk olmaz mı ki; Kur’ân ve imânın hunhar ve
müstebid zâlim düşmanları, Kur’ân ve İslâmiyeti ve dini, Risale-i Nur’la küfr-ü
mutlaka karşı müdafaa ve muhafaza hizmetini yapan Bediüzzaman
aleyhtarlığında, mütemadiyen uydurmalarla seslerini yükseltsinler de, biz hak ve
hakikatı beyan ve ilân etmekte sükût edelim, susalım veya “biraz susun” gibi birşeyle,
paravanalar, perdeler arkasında icra-i faaliyet yapan
bir nevi yardım etmiş veya desteklemiş olalım? Asla ve kellâ, kat’a ve asla
susmayacağız! Ve hem susturamayacaklardır.
durduramayacaklardır. Bu can, bu kafesten çıkıncaya kadar, bu ruh, bu cesetten
ayrılıncaya kadar, bu nefes, bu bedenden gidinceye kadar, Risale-i Nur’u
okuyacağız, neşredeceğiz.
olduğunu
münezzeh ve müberra olduğunu,
mukabil, izhar ve ilân edeceğiz
o gizli dinsizlereDurmayacağız ve hemRisale-i Nur’un mahz-ı hakikat ve ayn-ı hakve Bediüzzaman Said Nursî’nin, yapılan ithamlardan tamamıylaiftiracı ve tertipçi, hunhar din düşmanlarına...» (S:768)
Ehl-i dünyanın tazyikı ile kaderin tecziyesi arasında kader tarafını tercih
etme lüzumu:
«
Çünkü onlar da bilirler ki siyasete karışmıyorum, siyasetten kaçıyorum. Belki,
bilerek veya bilmeyerek, zındıka hesabına,
tâzip ediyorlar. Öyleyse, onlara müracaat etmek, dinden pişmanlık
göstermek ve meslek-i zındıkayı okşamak demektir.
Altıncı sebep: Bana karşı ehl-i dünyanın verdiği sıkıntı, siyaset için değil.benim dine merbutiyetimden beni
Hem ben onlara müracaat ve dehalet ettikçe; âdil olan kader-i İlâhî, beni onların
zalim eliyle tâzip edecektir. Çünkü onlar diyanete merbutiyetimden beni
sıkıyorlar; kader ise, benim diyanette ve ihlâsta noksaniyetim var, ara sıra ehl-i
dünyaya riyakârlıklarımdan için beni sıkıyor. Öyleyse, şimdilik şu sıkıntıdan
kurtuluşum yok. Eğer ehl-i dünyaya müracaat etsem, kader der: “Ey riyakâr, bu
müracaatın cezasını çek.” Eğer müracaat etmezsem, ehl-i dünya der: “Bizi
tanımıyorsun, sıkıntıda kal.”» (M: 74)
«İKİNCİ DESİSE
zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler
gemlendiriyorlar
avâmın ve bilhassa
korkutuyorlar
:: İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas; onunla korkakları. Ehl-i dünyanın hafiyeleri ve ehl-i dalâletin propagandacıları,ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar,, evhamlarını tahrik ediyorlar.» (M: 415)
«İşte, ey kardeşlerim! Eğer ehl-i ilhâdın dalkavukları sizi korkutmakla kudsî cihad-ı mânevînizden
vazgeçirmek için size hücum etseler, onlara deyiniz:
“
lehafizun”
Vekil”
şu kısa hayat-ı fâniyeye
ebediyemize yüzde yüz, binler zarar verecek bir yola bizi ihtiyarımızla sevk
edemezsiniz.
«Buna binaen, bin değil, binler ihtimalden birtek ihtimal-i tehlike korkusuyla bir
hazine-i ebediyeyi elimizden kaçırmak, sizin gibi şeytanların hatırına gelmemeli”
deyip,
Biz Hizbü’l-Kur’ân’ız. [9] “Inna nahnu nezzelnezzikra ve Inna lehusırrıyla, Kur’ân’ın kalesindeyiz. [10]”HasbunAllahu ve nigmeletrafımızda çevrilmiş muhkem bir surdur. Binler ihtimalden bir ihtimalleküçük bir zarar gelmesi korkusundan, hayat-ı”» (M:415)ehl-i dalâletin dalkavuklarının ağzına vurup tard etmelisiniz.
Hem o dalkavuklara deyiniz ki: “Yüz binler ihtimalden bir ihtimal değil, yüzden
yüz ihtimalle bir helâket gelse, zerre kadar aklımız varsa, korkup, onu bırakıp
kaçmayacağız.”
Çünkü, mükerrer tecrübelerle görülmüş ve görülüyor ki,
büyük kardeşine
veyahut
onların başında patlar.
alçak nazarıyla bakılmış. Hem cesedi ölmüş, hem ruhu zillet içinde mânen
ölmüş.
«Kardeşlerim, madem bir kısmın mâhiyetleri bu tarzdır; onlara,
olmak, bir nevi intihardır, İslâmiyetten pişman olmaktır,
etmektir
teslimiyetle ve tasannu ile razı olmuyorlar. “Kalbini ve vicdanını bırak,
yalnız dünyaya çalış” derler.
dayanıp metanet ve sabır ve tevekkül ederek dört sandık Risale-i Nur eczaları o
merkeze yetişip, kuvvetli hakikatlerle galebe çalmasına dua etmekten başka
çare yoktur. Biz birbirimizden çekinmekle ve gücenmekle ve
çekilmekle ve onlara teslim ve hattâ iltihak etmekle fayda vermediği
şimdiye kadar tecrübe edildi.
telâşı, zaafına ve tam korkusuna delâlet eder. Tecavüze değil, belki tedâfüe
mecburiyeti bildiriyor.» (Ş: 335)
üstadına tehlike zamanında ihanet edenlerin, gelen belâ en evvelHem merhametsizcesine onlara ceza verilmiş ve» (M: 416)o kısma teslimbelki dinden insilâh. Çünkü o derece ilhadda taassup etmiş ki, bizim gibilerden yalnızİşte bu vaziyete karşı inayet-i RabbâniyeyeRisale-i Nur’danHem hiç merak etmeyiniz. O Vekilin o farfaralı
sol ve yahudi cereyanı birleşirse musibetler
gelecek
Mürtedler, Komünizm ile Yahudi Cereyanını
hükümetteki din düşmanı olmayanları da susturup en şiddetli tecavüzleri
de yapsalar, tevakkuf var fakat dehalet yok:
(Masonizmi) birleştirip ve
«Eğer
kitaplarına karşı inat etse ve musalâha niyetiyle himayesine çalışmazsa, bizim
en rahat yerimiz hapistir ve
alâmettir
çekilir, tevakkuf eder
317)
Ankara’da hâkim olan Halk Partisi, oraya giden Risale-i Nur’un kuvvetlimülhidler, Bolşevizmi Zındıka ile birleştirdiğineve hükümet, onları dinlemeye mecbur olur. O zaman Risale-i Nur, maddî ve mânevî musibetler hücuma başlarlar.» (Ş:
Said Nursi
HA
Halbuki,
hafiyelikte istimal edilmek tehlikesi bulunan bir adamın “Kalbim sâfidir, Üstadımın mesleğine
sadıktır” demesi
hades vuku buluyor. Ona “Namazın bozuldu” denildiği vakit, o diyor: “Neden namazım bozulsun?
Kalbim sâfidir.”
ŞİYE O biçareler, “Kalbimiz Üstadla beraberdir” fikriyle kendilerini tehlikesiz zannederler.ehl-i ilhâdın cereyanına kuvvet veren ve propagandalarına kapılan, belki bilmeyerekbu misale benzer ki: Birisi namaz kılarken karnındaki yeli tutamıyor, çıkıyor,